İKD Genel Başkanı Umut Kuruç: AKP, halka kuru ekmeği reva görüyor

İKD “Hepimiz kadınız, aynı saftayız” demiyor mesela. Dememekle kalmıyor, bunu reddediyoruz. Tarihte salt kadın olmaktan yola çıkarak mücadele örgütleyen özneler olmuştur elbette. Azımsamak mümkün değil. Ancak bu öznelerin mücadelesi kendi sınıfsallıklarıyla sınırlı kalmıştır.

İKD Genel Başkanı Umut Kuruç: AKP, halka kuru ekmeği reva görüyor

İlerici Kadınlar Derneği Genel Başkanı Umut Kuruç, Ankaralı üniversitelilerin çıkardığı Bozkır Fanzin’in 7. sayısına konuk oldu. İKD ve kadın mücadelesine dair sorulara yanıt veren Kuruç, kadın mücadelesinin taleplerini de dergiye anlattı.

İşte Bozkır Fanzin‘den İlayda Ar‘ın gerçekleştirdiği o söyleşi:

Türkiye’nin kadın hareketi içerisinde birçok ilke imza atmasıyla tanıdığımız İKD’nin; “Yeni Türkiye”de sergilediği duruştan biraz bahseder misiniz?

Umut Kuruç: Aslında İKD’nin “Yeni Türkiye”deki duruşunu akıntıya karşı yüzmek olarak tanımlayabiliriz. Ne demek istiyorum? Yeni Türkiye diye kodlanan ve aslında bütün dünyada işleyen kapitalizmin çıplak hali karşısında gericilik ve sermayeye karşı mücadele çizgisini güçlendirerek emekçi kadınların temsilcisi olma iddiası… Kadınların mücadelesinin sınıfsal aidiyetlerinden bağımsız olmadığında ısrar etmek ve başta emekçi kadınlar olmak üzerekadınların toplumsal kurtuluş mücadelesine katılmalarını sağlamak… Çünkü biliyoruz ki, kadınların kurtuluşunun zemini ancak ve ancak toplumsal kurtuluşla mümkün olur. Yani, sivrisineklerden kurtulmanın yolu bataklığı kurutmaktan geçiyor. Tarih bize bunu gösteriyor. İşçi sınıfı mücadelelerinin güçlü olduğu dönemlerde, işçi sınıfıyla birlikte kadınlar da kazanımlar elde etmişlerdir. En büyük kazanım olan 1917 Devrimi ise sadece Sovyet topraklarında değil, dünyanın geri kalanında da emekçi kitlelere büyük kazanımlar sağlamıştır. Ama sadece bu da değil, kadınların seçme seçilme hakları, iş güvencesi, doğum izinleri, boşanma hakları, eşit yurttaş olmaları ve birçok kazanım bu tarihsel momentle birlikte diğer ülkelerde de elde edilmiştir. Ve ne yazık ki, sosyalizmin çözülmesi ile birlikte bütün bu kazanımlar sermaye tarafından geri alınmıştır.

Bugün işçi sınıfının örgütsel gücünün zayıfladığı, nerdeyse bütün tarihsel kazanımlarını kaybettiği koşullarda yaşıyoruz. Bu süreçte sermaye için en kullanıcı araç bütün dünyada gerici ideolojiler olmuştur. Başta dinci gericilik olmak üzere, etnik milliyetçilikler ve bir dizi kimlik siyasetinden bahsediyorum. Emperyalizm “ideolojiler öldü”, “sınıflar bitti” sloganına sarılmış, sınıfların yerini dini, etnik ve cinsel aidiyetler almıştır. Buralardan herhangi bir toplumsal kazanım çıkmaz. Çıksa çıksa sermayeye köle, yobazlara ümmet çıkar. Burada da iktidarın hedeflediği kadınlardır. Kadınları teslim almak, gelecek nesilleri ve toplumu teslim almak demektir onlar için. Bunu da yaşayarak görüyoruz.

İşte İKD, bu akıntıya karşı kürek çekiyor…”

İKD, ‘HEPİMİZ KADINIZ, AYNI SAFTAYIZ’ DEMEZ; BUNU REDDEDER

İKD’yi diğer kadın oluşumlarından ayıran temel özellik nedir?

“Bir önceki soruya cevap verirken biraz girmiş olduk aslında buna. Bizi diğer kadın örgütlerinden ayıran en önemli özellik kadının kurtuluşu meselesine sınıfsal bakmamız ve mücadeleyi de bu eksende kurmamız. İKD “Hepimiz kadınız, aynı saftayız” demiyor mesela. Dememekle kalmıyor, bunu reddediyoruz. Tarihte salt kadın olmaktan yola çıkarak mücadele örgütleyen özneler olmuştur elbette. Azımsamak mümkün değil. Ancak bu öznelerin mücadelesi kendi sınıfsallıklarıyla sınırlı kalmıştır. Dolayısıyla, bütün kadınları kapsayacak bir kurtuluş perspektifine sahip olamamıştır. Ne zaman, işçi sınıfı ile birlikte kadınlar ayağa kalkmış ve emekçi kadınlar bu sınıf bilinciyle tarih sahnesine çıkmıştır, işte o zaman sadece kendilerinin değil, hem bütün insanlığın hem de kadınların bir bütün olarak kurtuluş zeminini kurmuşlardır.

Tarihsel ilerlemenin motor gücü sınıf mücadeleleridir. İşçi sınıfının her kazanımı toplumsal kurtuluşa giden yolda bir ilerlemedir. İktidarı ise kadınların kurtuluşu için tek gerçek zemindir.

Tarihsel ilerlemenin olmazsa olmazı ise aydınlanmadır, aklın ve bilimsel düşüncenin teminatı olan laikliktir. Kurtuluş için bize lazım olan bu aydınlık zemindir. Özgürlük ise bunu istemekle, aklı ve bilimi, onun gerek şartı olan laikliği savunmakla başlar. Bağlamdan kopartılmış bir özgürlük talebinin ya da mücadelesinin bize gösterdiği ise gericiliğin yolunu açmaktan başka bir anlama gelmez.

Dolayısıyla, sınıfsal perspektifin olmazsa olmazı laikliktir. İKD’nin kırmızı çizgileri bunlardır ve bizi diğer kadın örgütlerinden ayıran bu perspektiftir.”

“GÜVENCESİZ İSTİHDAM EN BAŞTA KADINLAR ÜZERİNDEN HAYATA GEÇİRİLİYOR”

“Bakın, bugün esnek ve güvencesiz istihdam en başta kadınlar üzerinden hayata geçiriliyor. İnsan hakkı olan birçok kamu hizmeti piyasaya devredilirken, bir yandan da parası olmayan emekçi kadınların omuzlarına yükleniyor. Kadın emeği tıpkı toplumsal yaşamda kadının konumu gibi ikincilleştiriliyor. Sermaye kadınlar üzerinden maliyetlerinden kurtuluyor. Bunu yaparken de dinci gericilik üzerinden kadınlara annelikle ve aileyle sınırlı roller biçiliyor. İktidarın ve sermayenin kadınlara vadettiği budur.

Kadınlar bedenden ve biyolojik varlıktan öte, toplumsal yaşamın eşit bileşenidir. Nasıl Türkiye’de AKP iktidarı kadını beden ve biyolojik varlık olarak tasnif ediyorsa, buna verilen cevaplar da ne yazık ki benzer bir tasnifle sınırlı kalıyor çoğu zaman. Kadınlar sadece kadın oldukları için değil, toplumun eşit bileşeni oldukları için toplumsal kurtuluşu hedefler, hedeflemelidir. O yüzden talepleri sermaye iktidarının çizdiği sınırların çok ötesinde olmalıdır. İKD’nin sözü de budur.”

Ülkemizde ve dünyada kadına yönelik şiddetin ve sömürünün bir hayli arttığı günlerde gericilerin hedefinde olan “İstanbul Sözleşmesi” hakkında İKD ne söylüyor, neler yapıyor?

“Öncelikle şunu söyleyelim, İlerici Kadınlar Derneği kadınları şiddetten korumada önemli bir yer tutan İstanbul sözleşmesi ile birlikte 6284 sayılı yasanın uygulanmasını talep ediyor. Ancak, kadına yönelik şiddet ve kadın katliamlarının önüne geçme konusunda tek çözüm yolunun kadınları korunmaya mahkum etmek olmadığını görmek lazım.

2011 yılında imzalanan sözleşmeden Türkiye’nin imzasının çekilmesi isteniyor. İsteyen kim? En başta gerici örgütlenmeler ve iktidarın kendisi… Gerekçe sözleşmenin aile değerlerine, örf ve adetlere ters olması…

Gerici iktidarlara sahip Macaristan ve Polonya gibi ülkelerde de durum benzer ve gerekçeler aynı… 1990’larla birlikte dünyada ilerici değerlerin hızla terk edildiği bir tarihsellikte, kadına yönelik şiddet ve kadın katliamları hızla artarken, Avrupa Konseyi’nin “Kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetin önlenmesi ve bunlarla mücadeleye dair” bir sözleşmeyi gündeme getirmesi tesadüf değil elbette…”

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ

“Kadına yönelik ve aile içi şiddetin, kadın cinayetlerinin engellenmesi için önemli elbette İstanbul Sözleşmesi. Sözleşme’nin imzalandığı tarihe kadar ve o tarihten bugüne kadar ülkemizde olan bitene bir göz atalım.

Öncelikle, Türkiye’de 1923 Cumhuriyeti’nin ilerici kazanımları, başta laiklik olmak üzere, tasfiye edildi. Ne anlama geliyor bu? Bir kere Cumhuriyet’in ilerici değerlerine dönük saldırıda laikliğin tasfiyesi önemli bir dönemeçti. Böylece, etnik kimlikler, dini aidiyetler birer mücadele alanı haline geldi. Dini cemaatler, tarikatlar, onların uzantıları olan dernek ve vakıflar sivil toplum örgütleri olarak toplumsal yaşama ve siyasete nüfuz etti, toplumun yeni rejime uygun hale getirilmesinde önemli roller biçildi bunlara. Kadınlar toplumsal yaşamdan ve siyasetten uzaklaştırılırkenemekçi kitleler de böylece siyasetin dışına itildi. Bugün kof bir siyasi tabloyla karşı karşıyayız.

Laiklik, özgürlükçü laiklik, inançlara özgürlük, demokratik laiklik gibi sahte kavramsallaştırmalarla bir güzel sulandırıldı. Dönemin TBMM Başkanı “Anayasa’da laiklik olmaz” deme cüretini gösterdi mesela. Bugün “muhalif” diye ortaya dökülen Davutoğlu’nun bu söylemin savunucu olduğunu da not edelim. Sonuçta laiklik tasfiye edildi.

Müfredatta fen ve matematik dersleri azaltılarak, din içerikli dersler arttırılırken, eğitim dini değerlere göre yeniden yapılandırıldı, okullarda ENSAR Vakfı gibi çocuk istismarına adı karışmış dini örgütlenmelerle değerler eğitimi için protokoller imzalandı, türban kreşlere kadar girdi. Okullarda haremlik selamlık uygulamalar hayata geçirildi. Laik eğitim kurumlarının yerini hızla medreseler, sübyan mektepleri ve imam hatipler aldı. Müftüler nikâh yetkisi, imamlar okullarda, boşanma davalarında, yurtlarda arabuluculuk, danışmanlık yetki ve görevleri ile donatıldı.

Bu arada iktidarın en yetkili ağızları kadın erkek eşitliğinin fıtrata ters olduğunu dillerinden düşürmedi. Diyanet, kız çocuklarının evlendirilmesine cevaz verdiğini, kadının yerinin evi, görevinin annelik olduğunu vaaz etmeye devam etti. Kadın cinayetleri artmaya devem etti, ediyor. Şiddet ve çocuk istismarları da aynı şekilde… Kadının işgücüne katılımı sermayenin ihtiyacına göre yedekte tutuluyor, en güvencesiz koşullarda ve sefalet ücretiyle piyasaya dâhil olabiliyor. Salgın koşullarında en fazla işsiz kalanlar yine kadınlar… Evde çocuğuna bakarken ve ailevi sorumluluklarını yerine getirirken çalışabileceği gibi bir mit de yaratılıyor. Ama güvencesiz ve sefalet ücretiyle tabii… Şimdi, bu koşullarda İstanbul Sözleşmesi’nin maddelerinin uygulanması mümkün mü?

İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanmasını istemek için önce laikliğe sahip çıkmak, dinin toplumsal yaşamda ve siyasetteki yerini reddetmek, imam hatiplerin, Diyanet’in, cemaat ve tarikatların, dinci gerici dernek ve vakıfların kapatılmasını istemek gerekiyor. Yani, gericiliğe karşı da büyük bir mücadele yürütmek gerekiyor. Ve elbette laikliği tasfiye edecek kadar gericileşen-ki bu kaçınılmazdır- sermayeye karşı, onun temsil ettiği burjuva ahlakının çürük temellerini ortadan kaldırmak için de…Kadınların özgürlüğü için en başta gereken bu.

O yüzden İstanbul Sözleşmesi de 6284 sayılı Yasa da tek başına bir şey ifade etmiyor maalesef. Her ikisinin de uygulanmasının koşulu olan zemin ayaklarımızın altından çekilmişken karşımızdaki bütünlüklü saldırıyı gözden kaçırmadan bütünlüklü bir cevap üretmek gerekiyor. İKD de bunu yapıyor. İmza kampanyaları, eylemler ve bütünlüklü bir mücadele hattı örgütlüyor.”

“GEÇİNEMİYORUZ!”

Krizin cefasını emekçinin omuzlarına yükleyen, kadınları esnek çalışma modeli altında sömüren bu düzene karşı, İKD’nin son günlerde devreye soktuğu “Geçinemiyoruz” çalışmasını bizlere anlatır mısınız?

“Biraz duruma göz atalım önce bence… Ülkemizde ve dünyada yaşanan ekonomik krizin salgın süreciyle birlikte derinleştiğini hep birlikte yaşıyoruz. Her dönem olduğu gibi bugün de sermaye sınıfı krizi fırsat bilip karlarını arttırıyor. Krizin ağır yükü ve maliyeti de emekçilerin omuzlarına yükleniyor. Bu süreçte emekçilere düşen işsizlik, açlık, yoksulluk, esnek ve güvencesiz çalışma… Asgari ücret açıklandı mesela birkaç gün önce, yoksulluk sınırında bir sefalet ücreti.

Öte yandan teşvik paketleri açıklayan bir iktidar var. Pakette emekçilere kuru ekmek bile fazla görülüyor. İhaleler ve devlet destekleriyle de patronlara kaynak aktarılması var aynı pakette. Kadın ve genç işçi istihdamı bahanesiyle prim teşviklerive doğrudan devlet desteği olarak sunulan yatırım teşviklerinden yararlanan patronların sayısı bu dönemde iki katına çıktı. Uluslararası veriler devletten ihale alan 10 şirketten 5’inin Türkiye’den olduğunu gösteriyor. Sadece döviz kuru artışı nedeniyle yandaşlara ihalesi verilen otoyol ve köprülerin işletmeci firmalarına hazineden 143 milyar lira ödenmiş. Bankacılık sektörü son 10 ayda karını yüzde 21 arttırarak 50 milyar TL’ye yükseltmiş.

Bu salgın sürecinde ücretsiz izin ve kısa çalışma uygulaması ile birlikte fiili olarak işçilerin kıdem tazminatı hakkı gasp edildi. Ücretler düşürüldü. Milyonlarca emekçi günlük 39 TL’ye, 2.5 milyon işçi kısa çalışma ödeneğine mahkum edildi. 2 milyona yakın işçi ise ücretsiz izne çıkarıldı. Sermaye salgını fırsata çevirdi, esnek çalışmayı temel çalışma biçimi haline getirmeye çalışıyor. Kadınlara lütufmuş gibi sunulan ve aile ve çalışma yaşamının uyumlulaştırılması diye pazarlanan esnek çalışma emekçilerin elde avuçta kalan kazanılmış haklarının da budanması demek. Öte yandan bu süreçte az önce söylediğimiz gibi kadınlar, çocuk bakımı ve eğitiminden birinci elden sorumlu tutularak işsiz bırakılıyor. Düşük ücretlerle çalıştırılan kadın emekçilerin yüzde 49’u asgari ücret ve altında çalışırken, milyonlarcası asgari ücrete dahi erişemiyor.

İnsanlar en temel ihtiyaçlarını bile karşılayamıyor artık. Ekmek ve yardım kuyruklarını görüyoruz, yaşıyoruz… Ekonomik nedenlerle intiharlar artıyor. Aralık ayı açlık sınırı 2 592, yoksulluk sınırı 8 436 liraya yükseldi. Son iki ayda gıda maddelerindeki artış yüzde 20 civarında… Türkiye genelinde Eylül ayı sonu itibariyle 592 523 yurttaşın doğalgaz faturası ödenemediği için kesildi. Asgari ücretlilerin son bir yılda 61’i temel gıda olmak üzere, 78 çeşit gıdada satın alma güçleri düştü. Son bir yılda elektriğe yüzde 32.3, doğalgaza yüzde 34.7 zam yapıldı. Bu yetmezmiş gibi şirketlerin temsil, ağırlama, seyahat, vb giderlerinin de bundan böyle elektrik faturalarına yansıtılacağı açıklandı. Öte yandan ücretler hızla erimeye devam ediyor. 2021 için asgari ücret net 2.825 Lira 90 Kuruş olarak açıklandı.”

“AKP, HALKA KURU EKMEĞİ REVA GÖRÜYOR”

“Bunlar olurken ”yoksulluk yok, refahı paylaşıyoruz” diyen Aile Sosyal Politikalar ve Çalışma Bakanı sadaka gibi dağıtılan yardımları gündeme getiriyor. Bütçe görüşmelerinde AKP milletvekili emekçilere kuru ekmeğin reva görüldüğünü açıkça itiraf edebiliyor. Halkla resmen alay ediyorlar.

Öte yandan, 2021 yılı bütçesinden 12 milyar 977 milyon TL ayrılan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın dernek ve vakıf adı altında tarikatlara toplam 81 milyon 893 bin TL ödenek ayırdığı açıklandı. Saray’ın bir günlük bütçesi 25 bin asgari ücretlinin bir aylık maaşına denk düşüyor mesela. Yine en yetkili ağızlar ve Diyanet yoksulluk karşısında emekçilere sabretmeyi vaaz ederek itidal çağrıları yapıyor.

Bu tablo karşısında sessiz kalmak mümkün değil. Hele, İKD’nin sessiz kalması hiç mümkün değil… Bu sorumlulukla bütün emekçi kadınları bazı talepler etrafında örgütlenmeye mücadele etmeye çağırıyoruz. Ve diyoruz ki,

Sadakalarınızı değil, insanca bir yaşam istiyoruz!

Nedir taleplerimiz?

  • Gıda fiyatları dondurulmalı, halkın günlük yaşam ihtiyaçları serbest piyasanın insafından çıkarılmalıdır.
  • Elektrik, doğalgaz, su ve haberleşme ücretsiz hale getirilmelidir.
  • Yurttaşların bankalara dönük kredi borçları bugüne kadar ödenen faizler düşünüldüğünde silinmelidir.
  • Salgın ve kriz bahane edilerek uygulamaya konan kısa çalışma ödeneği iptal edilmeli, ödenmeyen ücretler devlet garantisi altına alınmalıdır.
  • Salgın nedeniyle verilen izinlerin ücretli olması zorunlu kılınmalıdır.
  • Bütün özel sağlık kurumları kamulaştırılarak sağlık hizmetleri ve aşı her koşulda bütün yurttaşlara ücretsiz sağlanmalıdır.
  • Ataması yapılmayan 620 bin sağlık ve 500 bin eğitim emekçisinin atamaları derhal yapılmalıdır.
  • Esnek çalışma dayatmasına son verilmeli, güvenceli çalışma esas alınmalıdır.
  • Kayıt dışı istihdama son verilmeli, bütün emekçilere iş güvencesi sağlanmalıdır.
  • Asgari ücret her türlü ihtiyacı karşılayacak ve insanca yaşanacak tutarda olmalıdır.
  • Çocuğu olan ve her ikisi de çalışan ebeveynden birine ücretli izin verilmelidir.
  • Uzaktan çalışma uygulaması ile emekçilerin hak kayıplarının önüne geçilmeli, uzun mesai saatlerine son verilmelidir.
  • Bütün öğrenciler için eğitime erişim olanağı ile birlikte tablet ve internet ücretsiz olarak sağlanmalı, uzaktan eğitime erişim eşitsizliğinin önüne geçilmelidir.
  • Eğitim kurumları hijyen koşulları sağlandıktan sonra açılmalı, eğitim parasız olmalıdır.
  • Bütün hijyen koşulları sağlandıktan sonra açılacak olan kreşler ücretsiz olmalıdır.”

Son olarak emekçi kadınlara ve üniversiteli gençliğe iletmek istediğiniz bir mesajınız var mı?

“Sayfalarınızı yeteri kadar işgal ettim aslında ve bir önceki soruda biraz bu sorunun da cevabını vermiş oldum. Şunu unutmamak gerekiyor: Allanıp pullanarak bize sunulan bireysel kurtuluş reçeteleri ortadaki tabloyu örtmek, insanların bir araya gelerek insanca bir yaşam için mücadele etmesinin önüne geçmek için. Yani, diyorlar ki, sen sadece kendini düşünerek, başkalarını hiçe sayarak, ama arada vicdanını rahatlatmak için sosyal sorumluluk projelerinde falan yer alarak muhteşem bir kariyer hazırlayabilirsin kendine. Doğru yerde, doğru zamanda, doğru kişilere hizmet ederek… Bunu diyorlar gençlere. Oysa biliyoruz ki öyle tek tek kurtuluş falan mümkün değil. Kurtulacaksak hep birlikte kurtulacağız.

Bakın, OECD’nin temel yetenek (basicskills) araştırmaları var. Türkiye bu araştırmalarda en son sıralarda… Yani ne demek bu? Türkiye gerek yetişkinler olsun, gerek genç nüfus olsun, okuma, okuduğunu anlama, temel matematik hesaplarını yapma, basit işlem ve sorunları çözmede OECD ülkeleri arasında en sonlarda geliyor. Nüfusun yarısı bu yeteneklerden yoksun. Yani, sadece maddi yoksulluk değil, aynı zamanda bununla ilişkili olarak niteliksel bir yoksulluğun da pençesindeyiz. Bundan 7-8 sene önce AKP’li bakanlardan biri Türkiye’nin Müslüman bir ülke olduğunu ve konumu itibariyle mucitler çıkaramayacağını, bu nedenle gençleri ara eleman olarak yetiştirmeye odaklanmak gerektiğini söylemişti. İşte sermayenin ülkemize ve gençlerimize vadettiği gelecek bu.

Böyle bir tabloda kadınların gerek maddi, gerekse nitelik olarak çok daha kötü koşullara mahkum edildiğini görmemek için kör olmak gerekiyor.

Dolayısıyla, bu işleyişe çomak sokmak ve onu tersine çevirmek şart. Bunun için de emekçi kadınların, öğrenci genç kadınların bir araya gelerek “Hayır!” demesi ve mücadele etmesi lazım. İşte biz de hepinize “Gelin bunu birlikte tersine çevirelim! Asalaklardan kurtulmak için onları var eden pisliği ortadan kaldıralım” diyoruz.

Bu güzel söyleşi için teşekkür ederiz. Gericiliği her gün yeniden üreten bu girdabın son bulduğu güne dek mücadelenizin yanındayız.

 *Bu söyleşi Bozkır Fanzin’in 7. sayısında yayımlanmıştır.