Gazeteci Fethi Yılmaz'la "Katli Vacip" üzerine: Cemaatlerin kirli sırları

"Cemaatler içinde yaşanan olaylar tıpkı seramikte olduğu gibi sırlanıyor. Dışarıya tek bir söz çıkması yasak. Katli Vacip kitabı ile bu biraz görünür hale geldi."

Gazeteci Fethi Yılmaz'la

Türkiye gerici bir kuşatma ile karşı karşıya. Laikliğin tasfiye edilmek istendiği, Cumhuriyet kazanımlarının birer birer budandığı bu gerici dönüşümün  bu gerici dönüşümün en önemli araçlarından birisi hiç kuşkusuz cemaat ve tarikat örgütlenmeleri. Oda TV Haber Müdürü Fethi Yılmaz’ın son kitabı Katli Vacip bu cemaat-tarikat örgütlenmelerinin kirli sicillerini gözler önüne sererken, arkalarına aldıkları güçle bu suçların üzerlerini nasıl örttüklerini anlatıyor. Biz de Fethi Yılmaz ile son kitabı Katli Vacip’i konuştuk. Yılmaz, cemaatler içinde yaşanan olayların tıpkı seramikte olduğu gibi sırlandığını belirterek, Türkiye’deki toplumun çok büyük kısmının laiklikten vazgeçemeyeceğini vurguladı.

Bu kitabın yazımındaki motivasyon kaynağı neydi? Nasıl bir ihtiyacın ürünü olarak ortaya çıktı?

Katli Vacip aslında bir FETÖ kitabı değil. Ancak beni en çok etkileyen kare 15 Temmuz darbe girişiminden. Fethullahçı askerler 15 Temmuz gecesi Ankara’daki Türksat Kampusunu bastı. Ahmet Özsoy’u, silahıyla vurarak öldüren FETÖ’cü asker sonra su istedi ve suyu besmele çekip, yere oturup üç yudumda içti. Bu artık saklanan gerçeğin herkes için görülmesi anıydı.

Evet, Türkiye toplumunun önemli bir bölümü Fethullaçıların nasıl eli kanlı birer katil olduklarını biliyordu. Keza geçmişte yaptıkları kumpaslar da bunun göstergesiydi. Fakat muhafazalar toplum o andan itibaren, belki de o güne kadar cemaat dedikleri yapının nasıl soğukkanlılıkla cinayet işlediğini gördü.

Hani  Oscar Wilde’in, “Bu dünyanın gerçek gizi görünür olanda, görünmeyende değil” diyor ya, işte giz görünüyor oldu.

Ben de o görüntü sonrasında “Peki Türkiye’deki diğer cemaatler?” diye sordum kendi kendime. Aynı soğukkanlıkla başka hangi cinayetler de işlendi ve üzerleri örtüldü.

Kitapta tarikatlarda işlenen bir dizi cinayete yer veriyorsunuz? Bu cinayetlerin hepsi politik mi?

Aslına bakarsanız, hepsi politik gibi görünmese de politik. Kimisi cemaatlerin genişlemesine “dur” dendiğinde işlenmiş, kimisi cemaat içindeki güç kavgalarından işlenmiş kimisi ise cemaatlerin “hukuk benim” dediği için verdikleri kararlara karşı işlenmiş.

Gücü ele geçirme kavgası…

Bir röportajınızda “Türkiye’deki cemaatlerde de bir nevi sırlama yapılıyor” şeklinde bir ifade kullanıyorsunuz, biraz açar mısınız?

Tabi… Seramik yapımı ile ilgili bir yazı okurken bu durum aklıma geldi. Seramik doğrudan yüksek bir sıcaklığa kavuşunca üzerine bir materyal sürülüyor. Böylece seramiğin üstü camlaşma şeklini alıyor ve pürüzsüz görünüyor. Buna seramikte “sırlama” diyorlar. Hem su geçirmiyor, hem de seramiğin üstü pürüzsüz görünüyor.

Cemaat yapıları da benzer şekilde içe kapalı. Yani cemaatler içinde yaşanan olaylar tıpkı seramikte olduğu gibi sırlanıyor. Dışarıya tek bir söz çıkması yasak. Katli Vacip kitabı ile bu biraz görünür hale geldi. Kolay olmadı tabi.

Cemaat içinde mağdur olan taraftan olsanız dahi konuşmak yasak. Kitabı yazarken bununla çok karşılaştım. Keza bunları da kitapta yazdım.

Kitabınızda örtüsünü kaldırdığınız en dikkat çekici husus Müftü Ünal cinayeti. Müftü Ünal neden cemaatlerin hedef tahtasındaydı?

Aslında kitapta benzer birçok bölüm var. Ama Müftü Hasan Ali Ünal cinayetinin dikkat çekmesinin nedeni, ilk kez dava dosyasına ulaşıldı ve yazıldı. Öte yandan İsmailağa cemaati toplumda çokça tanınıyor. Tabi en önemlisi, cumhuriyet tarihinde görevi başında öldürülen tek isim. O dönemi de hatırlayalım. Müftü Ünal 12 Eylül darbe rejiminin olduğu 1982 yılında öldürüldü.

Müftü Ünal’ın hedef olmasının nedeni, cemaatlere karşı laik cumhuriyetin kanunlarını hatırlatması. Cumhuriyetin kurucu felsefesini uyguladığı için katledildi Müftü Ünal.

Peki Diyanet davaya müdahil oldu mu ilerleyen süreçlerde?

Hayır Diyanet davaya müdahil olmadı. O dönem bu durum eleştirildi de. Sanıkların yarısı Diyanet personeli olan cemaatçi imamlardı. Öldürülen ise Diyanet’in sevilen Üsküdar Müftüsü idi. Benim yorumum, Diyanet bir tercih yaptı ve davaya müdahil olmayarak cemaatlerden yana tavır aldı.

Bir dönem bu cemaatleri “sivil toplum örgütü” olarak lanse eden liberaller bugün Afganistan örneği üzerinden laikliği hatırladı. Türkiye bu gerici yuvaların tekelinden nasıl kurtulur? Ülkemizin ilerici damarı bu saldırıyı püskürtebilir mi?

FETÖ’nün 15 Temmuz’da halkın üstüne bombalar yağdırmadan sadece 4-5 yıl önce bu konuşmalar Türkiye’deki liberaller tarafından yapılıyordu. Topluma sempatik göstermek için “cemaatler sivil toplum örgütü gibi” gibi bir söylem çıkardılar.

Ancak son dönemdeki yakın coğrafyamızda yaşananlar laiklik devriminin kritik dönemini bir kez daha gözler önüne serdi. Türkiye’deki toplumun çok büyük kısmının laiklikten vazgeçeceğini zannetmiyorum. Çünkü laikliğin kazanımlarının neler olduğunu, Afganistan, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yaşananlardan sonra gördüler. Buna Türkiye’deki muhafazakarları da dahil ederek söylüyorum. Çok küçük bir kısmını ayrı tutuyorum tabi.

Laikliğin savunulmasında kadınların öncülük edeceği kanaatindeyim. Çünkü laikliğin olmaması en fazla kadınların kazanılmış haklarını hedef alıyor. Bu açık bir şekilde görüldü. Cumhuriyetin kazanımlarını özümseyen kadın, kendi haklarından kolay kolay vazgeçmez.

İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılma tartışmalarını bir hatırlayın. AKP içinde hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ailesi içinde dahi tartışmalara neden olmuştu.