Entelektüel sefaletten Siyasal rezalete

Yetmez ama evetçiler 'Alice Harikalar Diyarında'ki Alice’in, tavşanın yuvasına giden delikten aşağı kendini atması gibi gerçeküstü ve saçma bir düşünce dünyasına yuvarlandılar. Tıpkı yüzüne limon suyu sürerek görünmez olduğunu ve yakalanmayacağını zanneden ama sonunda yakayı ele veren banka soyguncusu McArthur Wheeler gibi…

Geçenlerde Paris’te bir panele katılan Orhan Pamuk, Nilüfer Göle, Edhem Eldem, Seyfettin Gürsel ve Ahmet İnsel’e “2010 yılında anayasa referandumuna ‘Yetmez ama evet!’ deyip oy vererek, Türkiye’nin bugünlere gelmesine katkı yaptınız. Pişman mısınız?” sorusu bir yangının külünü yeniden harladı.
Her durumda ve her koşulda kendini pazarlamayı alışkanlık haline getiren hatta bu alanda nerdeyse uzman olan Orhan Pamuk soruyu yanıtlamaktan kaçındı ama dayanamayıp pazarlama stratejisi gereğince şunları söyledi: “Çünkü milliyetçi laik çevre ve kurumlar tarafından çok fazla cezalandırıldım ve işkence gördüm.” İşkence mi? İnsanın kusası geliyor bu yanıt karşısında…

Soruya karşılık olarak Nilüfer Göle ise o dönemde, Türkiye’nin AB üyeliğine inandıklarını, büyük bir coşku, hoşnutluk (öfori) içinde olduklarını, Avrupa’ya yaklaşma yolunda AKP’nin onları ümitlendirdiğini ve kimi şeyleri değiştirebilme ihtimalleri olduğunu söyledi.

Edhem Eldem de Göle ile benzer bir coşkuya sahipti ama onun “öforisi” daha ideolojikti ve önceki yıllardan, Berlin duvarının yıkılmasıyla, başlıyordu. Ona göre “Genelde Berlin duvarının yıkılmasıyla beraber, dünyada bir coşku ortamı vardı.” AB üyeliği kendileri için coşkulu bir gelişmeydi. Kullanışlı aptallar diye tanımladıklarını, Erdoğan’a Avrupa nezdinde meşruiyet ve görünürlük kazandırmakla suçlandıklarını kabul edermiş gibi yaptı. Edhem Eldem “Ama asıl problem İslam değil, demokratikleşme sorunu, otoriterlik sorunu. İslam, Erdoğan’ın kendisini Kemalizm’den uzaklaştırmak için kullandığı bir araçtır” diyordu. Problem İslam değildi, problem Erdoğan’ın otoriterliğiydi.

Edhem Eldem’den sonra bir kez daha söz alan Orhan Pamuk da Edhem’le aynı fikirde olduğunu, sorunun İslam olmadığını ama Erdoğan’ın güç elde etmek için İslam’ı kullandığını söyleyerek sorunların özünün İslam değil, otoriterlik olduğunun altını çizip ılımlı İslam siyasetine toz kondurmadılar.

Seyfettin Gürsel de yetmez ama evetçiler olarak demokrasi mücadelesi için AB’ye girişi desteklediklerini, AB’ye girerek Ermeni soykırımı sorununun, Kürt sorununun, demokrasi sorununun hepsinin birden çözüleceğini, Türkiye’yi bedel ödemeden çok ileri bir noktaya taşıyacaklarını düşündüklerini ifade etti.

Fakat “2010 yılında anayasa referandumuna ‘Yetmez ama evet!’ deyip oy vererek, Türkiye’nin bu günlere gelmesine katkı yaptınız. Pişman mısınız?” sorusuna hiçbiri samimi ve özeleştirel yanıt vermedikleri gibi yanıldıklarına dair bir kelam da etmediler. Oysa insan eleştirel düşünmede daha yetkin hale geldikçe, entelektüel olarak daha azimli, daha sorumlu, daha disiplinli, daha alçakgönüllü, daha empatik ve daha üretken hale gelir.¹

Entelektüel alçakgönüllülüğün zerresi yoktu bu yanıtlarda.

Dunning-Kruger etkisi ve yetmez ama evetçiler

ABD vatandaşı McArthur Wheeler 19 Nisan 1995’te güpegündüz Pittsburgh’da iki banka soydu. Tanınmamak için maske takmayı ya da herhangi bir kılığa girmeyi hiç düşünmedi. Soygunu gerçekleştirdikten sonra gecenin ilerleyen saatlerinde polis, McArthur Wheeler’ı tutukladı. Ona güvenlik kayıtlarını gösterdiklerinde Wheeler gözlerine inanamadı “yüzüme limon suyu sürmüştüm” diye mırıldandı. Wheeler, yüzüne limon suyu sürmenin onu kameralar karşısında görünmez hale getireceğini düşünmüştü. Zira limon suyu kâğıt üzerinde görünmez. Mürekkep olarak kullanıldığına göre limon suyu yüze sürüldüğünde de görünmezlik sağlayacaktı McArthur Wheeler’in aklınca.

Yukarıdaki Wheeler örneği, sosyal psikologlar David Dunning ve Justin Kruger’in “Vasıfsız ve bunun farkında değil: Kişinin kendi beceriksizliğini fark etmedeki zorluklar abartılı öz değerlendirmelere yol açar” başlıklı makalelerinde yer alıyor.²

Dunning-Kruger etkisine göre insanlar birçok sosyal ve entelektüel alanda yetenekleri hakkında aşırı olumlu görüşlere sahip olma eğilimindedir. Peki, bu psikolojik etkiyi neyle açıklıyorlar? Bazı insanlar, ne kadar aptal olduklarını bilemeyecek, açık sözlü olamayacak denli mi yoğunlar? Dunning ve Kruger, bu fenomenin “ikili yük” olarak adlandırdıkları durumdan kaynaklandığını öne sürüyorlar. İnsanlar sadece beceriksiz değildir; beceriksizlikleri onları ne kadar beceriksiz olduklarını ayırt etme gibi zihinsel yeteneklerinden yoksun bırakır. Beceriksiz insanlar genellikle kendi beceri seviyelerini abartmak; diğer insanların gerçek becerilerini ve uzmanlığını tanımamak; kendi hatalarını ve beceri eksikliklerini fark edememek ile maluldürler.

Yetmez ama evetçiler görüşlerinin doğruluğunu geri kalanımızdan daha fazla abarttılar. Ama entelektüel alçakgönüllülüğün düşük olmasının istenmeyen birtakım sonuçları vardır. Örneğin, düşüncelerinde yanılabilir olduklarını kabul etmeyen yetmez ama evetçiler, inançlarının dayandığı kanıtların sağlamlığına daha az dikkat ederler ve düşüncelerini tekrar tekrar denetleme olasılıkları düşüktür. Eşiği düşük entelektüel alçakgönüllülük, kişinin kendi görüşlerine aykırı bakış açılarını reddetme ve sizinle aynı fikirde olmayan insanları küçümseme ile ilişkilidir.

Yetmez ama evetçiler ‘Alice Harikalar Diyarında’ki Alice’in, tavşanın yuvasına giden delikten aşağı kendini atması gibi gerçeküstü ve saçma bir düşünce dünyasına yuvarlandılar. Tıpkı yüzüne limon suyu sürerek görünmez olduğunu ve yakalanmayacağını zanneden ama sonunda yakayı ele veren banka soyguncusu McArthur Wheeler gibi…

1 Paul, Richard W., Linda Elder, ve Ted Bartell. “California teacher preparation for instruction in critical thinking: Research findings and policy recommendations.”, 1997.

2 Kruger, Justin, ve David Dunning. “Unskilled and unaware of it: how difficulties in recognizing one’s own incompetence lead to inflated self-assessments.” Journal of personality and social psychology 77, sy 6 (1999): 1121.