DÜNYA SOLU | Hayvan özgürleşmesi ve vegan hareketlerine Marksist bir yanıt

Marksistler hayvan özgürleşmesi lehindeki argümanlara nasıl yanıt vermelidir? Hayvanların tarımsal amaçlarla kullanılmaması gerektiğine dair etkisi giderek artan düşünceye karşı nasıl bir tavır almalıyız? Bizim bu harekete ciddi bir şekilde hitap edebilmemizin bir yolu var mıdır?

DÜNYA SOLU | Hayvan özgürleşmesi ve vegan hareketlerine Marksist bir yanıt

Kanada Komünist Partisi üyesi Brian W. Major tarafından yazılan ve Parti yayın organı People’s World web sitesinde yayınlanan “Hayvan Özgürleşmesi ve Vegan Hareketlerine Marksist Bir Yanıt” başlıklı yazı, Manifesto okurları için Demir Silahtar tarafından Türkçeye çevrildi.

BRIAN W. MAJOR

Çev.: Demir Silahtar

Genç bir çevre aktivisti olan Greta Thunberg, popüler kültürümüzde güçlü bir ikon haline geldi. Time dergisi 2019’da onu “yılın insanı” seçti. Birçok devletin ve iş dünyasının liderleri, Trump da içlerinde olmak üzere, onun aktivizmine ve hatta şahsına karşı sert hücumlarda bulundular.

İklim değişikliği ve diğer çevresel konulara dair endişeler, özellikle Kuzey Amerika’da apaçık biçimde artmaktadır. Bu ilginin bir kısmı, hem çevresel kaygılara hem de genel olarak “hayvan özgürleşmesi” fikrinin benimsenmesine dayanan veganlığa doğru gerçekleşmekte olan güncel yönelimde yansımasını bulabilmektedir. Bazıları da kilo vermeye dönük nedenlerle ve kişisel sağlık ve esenlik hedefleri için tamamen bitkisel bazlı (vegan) bir diyet benimsemektedirler.

Marksistler hayvan özgürleşmesi lehindeki argümanlara nasıl yanıt vermelidir? Hayvanların tarımsal amaçlarla kullanılmaması gerektiğine dair etkisi giderek artan düşünceye karşı nasıl bir tavır almalıyız? Bizim bu harekete ciddi bir şekilde hitap edebilmemizin bir yolu var mıdır? Hayvan özgürleşmesi konusuna hitap edilmemesi, Marksistlerin çevre sorunlarını gerçekten umursamadıkları algısına yol açabilecektir ve belki bir dereceye kadar bu algı doğrudur da!

Öncelikle, veganlığın kendi başına politik olarak nötr olduğu not edilmelidir. Bob ve Jenna Torres, Vegan Freak: Being Vegan in a Non-Vegan World (2010) adlı kitaplarında, veganlığın gezegendeki her siyasi inanç sisteminden temsilcileri olduğuna dikkat çekmektedirler. Adolf Hitler’in bir vegan olduğunu kaydedebiliriz![1] Onun veganlığının temelinde vücudun arılaştırılmasına dair Nazi anlayışı duruyordu. Elbette ki biz Hitler’in saflık anlayışı yüzünden vegan hareketini kapı dışarı edemeyiz! Veganlığı keşfedilmeye değer bir kavram haline getiren şey, tam da bu hareketin sınıf, sömürü ve yabancılaşma gibi temel siyasi meseleleri ele alma biçimidir.

Başlarken, bazı komünistlerin, kökenleri itibarıyla liberal veya burjuva olduğu gerekçesiyle vegan yaklaşımın üzerine çizik attıklarını belirtmeliyiz. Bu, Hayvanlara Etik Muamele İçin Mücadele Edenler (PETA) tarafından halihazırda kullanılmakta olan anlatılara verilmesi anlaşılabilir bir yanıttır. PETA, Batı’da sesi en çok çıkan vegan örgütüdür. Birçok insan, hayvanlara yönelik zulmü durdurmanın önemiyle ilgili videolarını veya çevrimiçi gönderilerini takdir edebilir. Marksistler, gereksiz yere acı çektirmeyi durdurmak için makul önlemler alınması konusunda kesinlikle hemfikir olabilirler.

Ancak bir çoğumuz için, hemfikir olunacak yer bunun ötesine gitmez. PETA, bugüne dek “çevresel ırkçılık” olarak kınanmayı hak eden şekillerde hareket etmiştir. Pamela Anderson gibi aktivistlerin fok avına karşı verdikleri savaş ünlüdür. Fok avına yönelik saldırılar, dünyanın dört bir yanında yerli halkların, özellikle avcı-toplayıcı ekonomilere dayalı olanların, geleneksel yaşam adetlerine hücum eden ırkçı ve emperyalist bir yaklaşımı beraberinde getirebilir. Kuzey Kutbu’nun uzak bölgelerinde yaşayanların protein kaynaklarını bitkilerden temin edebileceklerini hayal etmek oldukça güçtür. Fok ve ren geyiği yemek, onların beslenmelerinde protein tedariki bakımından zorunludur.

PETA üzerinden yapılan değerlendirmeler, kişisel sorumluluk konusuna ve “etik tüketim” uygulamasına da odaklanmıştır. Uzun süreden beri genel kabul, hayvanların tarım sektörü tarafından sömürülmesini kişisel olarak durdurmak için, bireysel tüketicilerin kişisel olarak vegan bir yaşam tarzı benimsemeleri gerektiği yönündedir. İyi de kapitalist bir sistem içerisinde, bizim kişisel beslenme alışkanlıklarımız kapitalist endüstriyi nasıl olup da değiştirecektir?

Ayrıca bir ürünün “vegan” olarak etiketlendiğinde kelimenin tam anlamıyla üç katı fiyata satılabileceği gerçeğinin de farkında olmamız gerekiyor. İşçi sınıfından ve yoksul ailelerin birçoğu market faturalarının üç katına çıkmasını karşılayamaz. Sonuç olarak, birçok işçi için vegan bir yaşam tarzı sürdürmek gündem dışıdır. Bununla birlikte, argümanı ciddiyetle ele alacaksak, bunun hiç de böyle olması gerekmediğini kabul etmeliyiz. Vegan yiyecekler genellikle meyveler, sebzeler, tahıllar ve baklagillerden oluşur. Bu tür gıda maddelerinin et, süt, yumurta veya baldan daha pahalı olması için kesinlikle hiçbir neden yoktur. Şirketler “vegan” ürünleri bu kadar pahalı hale getirerek veganlığı kendilerine bağlamış durumdalar. Biz bununla mücadele etmeliyiz!

Dikkat etmemiz gereken bir diğer gerçek, özellikle Hindistan’da Hindu milliyetçiliğinin Müslüman halka baskı yapmak için kullanılmakta oluşudur. Dünyanın dört bir yanında birçok Hindu ve Budist, vejetaryenliği ve hatta veganlığı benimsemiştir. Kaygı verici olan, günlük beslenmelerine geleneksel olarak et tüketimini dahil edegelen azınlıktaki dinî topluluklara yönelik saldırıdır. Birçok vegan, Yahudi koşer et üretim usulüne benzer şekilde bir hayvanın boğazının kesilmesi suretiyle gerçekleştirilen helâl (veya İslamî) et üretim usulünü eleştirmiş ve zulüm olarak nitelendirmiştir. İslamofobik veya antisemitist iddialara dayanan argümanların, dünyanın her yerindeki anti-emperyalist Marksistler tarafından kesinlikle reddedilmesi gerekmektedir.

Vegan Marksizm mi?

Liberal burjuva bir argümanın reddini irdeledikten sonra, vegan Marksist bir yaklaşımı benimsemek mümkün olabilir mi? İşte tam da böyle bir tutum ve pratiğin temelini oluşturabilecek birkaç konuya göz atalım.

Vegan Marksizm, şu anda hayvansal tarım alanında istihdam edilmekte olan tüm işçilerle dayanışmayı kendisine başlangıç noktası olarak almalıdır. Kuzey Amerika’da et, bir protein kaynağı ve yemek keyfinin bir unsuru olarak son derece popülerdir. Birçoğumuzun hatırında yaz aylarında mangal etrafında geçirilen bir aile gününün güzel anıları saklıdır! Aynı zamanda çoğumuz, o çok sevdiğimiz etimizin kendi duyguları olan, şefkatli ve sevgi dolu bir hayvandan gelmiş olduğu gerçeğini aklımızdan geçirmeyi gerçekten istemeyiz. Sonuçta, mezbahalarda, et paketleme tesislerinde ve kasaplık operasyonlarında istihdam edilen işçiler, genellikle merdivenin en alt basamağındaki işçilerdir. Özellikle ABD’de bu alanda çalışanların büyük çoğunluğunu kayıt dışı Meksikalı göçmenlerin oluşturduğu tespit edilmiştir.

Netflix platformunda bulunan Cowspiracy gibi birçok film bu olguyu ele almaktadır. Bu işçilere en düşük ücretleri ödediklerinde yanlarına kalması gerçeği karşısında, büyük tarım firmaları bu tür işçileri istihdam edeceklerdir. Vegan Marksistler, bu tür işçilerin maddi çıkarlarını kendilerine dert edinmelidirler.

Vegan bir yaklaşım izleyen Marksistler ve genel olarak çevreciler, hayvan temelli tarımın kesinlikle sürdürülebilir olmadığına sıklıkla işaret etmektedirler. Örneğin bir kilo et üretmek için ihtiyaç duyulan kaynak miktarının muazzam bir yüzdesini büyükbaş hayvanın beslenmesi ve otlatılması için harcanan kaynaklar oluşturmaktadır. Hayvan temelli tarım, günümüzde çevresel tahribata yol açan endüstriler arasındaki en büyük paya sahiptir.

Örneğin, Brezilya’daki Amazon yağmur ormanlarının sığır çiftliklerine yer açmak için kasıtlı olarak yakılmasını ele alalım. Sığır eti ve süt üretimi, muazzam miktarda suyun ve yine muazzam miktarda, örneğin mısır ve soya fasulyesi gibi insanları doğrudan beslemek için kullanılması mümkün olan kaynakların kullanılmasını gerektirir. Her yıl dünyadaki sığır sayısı, doğal yoldan meydana gelebilecek seviyenin çok ötesinde artış göstermektedir. Örneğin mandıracılık için kullanılan büyükbaş hayvanlar, hamile kalmaları ve buzağı doğurmaları için yapay olarak döllenirler. Bu, sığırların süt salgılayabilmeleri ve böylece süt üretmeleri için yapılmaktadır. Süt, yumurta ve bal tüketen vejetaryenler, bu yolla üretilen buzağıların kural olarak dana eti üretimi için kesime gönderildiklerini öğrendiklerinde genellikle oldukça üzülürler. Keza sığır eti ve süt ürünleri üretimi her geçen gün daha da fazla kullanılabilir arazi talep etmektedir ki, kapitalist bir sistemde bu ormanların (dünyanın akciğerlerinin) yok edilmesi ve daha önce dünyanın dört bir yanındaki yerli halkların elinde bulunan toprakların heba olması anlamına gelmektedir.

Vegan Marksistler ayrıca büyük ölçüde bitki temelli bir beslenme tarzı sürdüren çoğu insanın aslında bunu istemeden yaptığı gerçeğini de görmek zorundadırlar. Dünyada çoğu yurttaş için et bir lükstür. Çevreci hareketin başarılı olması için, dünyanın tüm halkları sadece eşit olarak görülmekle yetinilmemeli, aynı zamanda eşit muamele de görmelidir. Kuzey Amerika ve Avrupa’da et ve süt ürünleri üretimi büyük ölçüde sübvanse edilmektedir. Bu sübvansiyonlar, bu tür üretime değer vermek için toplumsal olarak verilen bir kararı yansıtmaktadır. Hayvan özgürleşmesinin veya çevresel tahribatın sona ermesinin kapitalist bir sistem altında sağlanabileceğini hayal etmek çok güç. Sosyalizmde ve nihayetinde komünizmde, toplumsal kaynaklar daha sürdürülebilir bir kalkınma modeline dayalı olarak kullanılabilir.

Marksistlerin çevreci harekete ciddi bir şekilde hitap etmeleri kesinlikle mümkündür. Bunu yapmakta başarısız olmak hem sosyalist hareket için hem de gezegenimiz için tehlikeli olabilir. Çevreci hareketin de ırkçılık karşıtı, anti-kapitalist ve anti-emperyalist bir çerçeveyi ciddi biçimde benimsemesi mümkün ve tartışmasız biçimde zorunludur!

https://peoplesworld.org/article/a-marxist-response-to-the-animal-liberation-and-vegan-movements/

[1] [ÇN]: Yazarın burada aktardığı bilgi kısmen hatalıdır. Hitler’in hayatının son yıllarında, 1940’lı yıllardan itibaren kişisel sağlık endişelerinden kaynaklı nedenlerle vejetaryen (vegan değil) bir beslenme tarzı benimsediği, ayrıca alkol ve tütün ürünleri de tüketmediği bilinmektedir.