Derin devletin suçlarıdır sırları

Ortaya çıkan kirli ilişkilerin ve yolsuzlukların üzerini örtmek için iktidarın devlet sırrı, ticari sır gibi kutsadığı değerlere sığınarak kamuoyunu ikna etmesi artık zordur.

Yolsuzlukla yargılanan işadamının otelinde kalmak, lüks araca sahip olmak gibi gerekçelerle Sedat Peker tarafından itham edilen Bölge İdare Mahkemesi Başkanı, Deutsche Welle Türkçe’ye konuşarak hakkındaki iddialara yanıt vermiş. Peker için savcılığa suç duyurusunda bulunacağını açıklayan Mahkeme Başkanı, “Hakim ve savcıları araştırın yüzde 25’i benden daha pahalı arabaya biner” diyerek kendini savunmuş[1]. Bir yargı üyesi, böyle bir konuyu araştırması gerekenin röportaj verdiği gazeteci olmadığını herhalde biliyordur. Mahkeme Başkanı, Peker için savcılığa suç duyurusu yaptıktan sonra üyesi olduğu Hakimler Savcılar Kurulu’na (HSK) hakim ve savcıların yüzde 25’i için de ihbarda bulunmalıdır. Bir yargıcın kendini aklamak için yaptığı bu açıklama, sanığın suçunu hafifletmek için itirafçı olduğu Amerikan Hukuk Sistemi’ndeki uygulamayı anımsatıyor!

Aynı mahkeme başkanının, Türk Sanayici ve İş Adamları Vakfı’ndan “Üstün Hizmet ve Başarı Belgesi” aldığı, ayrıca bir müteahhitin ofisindeki doğum günü partisine  katıldığı medyaya yansıdı.  Tüm bu gelişmeler üzerine bu kez de Mimarlar Odası Ankara Şubesi, söz konusu yargıcın meslekten ihraç edilmesi istemiyle HSK’ya başvuruda bulundu. Mesleklerinin evrensel etik ilkelerini hiçe sayanlara özgü bu pervasız tutumun temel dayanağı, tek adam rejimidir. Ülkenin geleceğini rant ve borç ekonomisine ipotekleyen siyasal iktidar, yıllardır kamu kaynaklarını sermaye güçleriyle birlikte yağmalıyor. Yürütmeyi denetlemekle görevli olan resmi kurumların tepesine  yandaşlar oturtularak keyfi yönetim kolayca sürdürülüyor. Bakanlıklar, Adliye, Ordu, Polis ve Üniversite’nin yanı sıra çoğu medya kuruluşunun işleyişi, Saray’ın buyruklarına göre biçimleniyor. Tepedeki yandaşlar, yasa dışı veya etik dışı edimleri nedeniyle hem hukuken, hem de ahlaken hiçbir yaptırıma uğramıyor. Tek adamın lütfu sayesinde korunanları, evrensel hukukun ilkeleri ve etik standartlar bağlamıyor. Hizmetleri karşılığında maddi, manevi her çeşit taltifle kollanan yandaşlar, Saray’ın bahşettiği dokunulmazlığın güvencesi altında yaşıyor. Bir iktidar değişikliğinde bu zatlar, yasa dışı edimleri nedeniyle yargılanırlarsa muhtemelen “biz masumuz sadece verilen emirlere uyduk” diye savunma yapacaklar! Mevcut anayasada suç ve cezanın şahsiliği ilkesi nedeniyle amirin de, memurun da edimlerinden dolayı bizzat sorumlu olduğu belirtiliyor. Örneğin memur amirinden aldığı emri Anayasa, kanun, tüzük ve yönetmelik hükümlerine aykırı görürse, yerine getirmeyip durumu amire bildirmekle yükümlü. Ancak amirin aynı emri yazılı olarak vermesi gibi istisnai bir durumda memur sorumluluktan kurtulabiliyor [2].

Azdan az, çoktan çok

Kurtlar Vadisi’nin 43. Bölümü’nde yer alan ‘azdan az, çoktan çok gider’ repliğini, 2019 yılında ilk kez Erdoğan kullanmıştı. Süleyman Soylu da geçen ay TRT’de katıldığı bir televizyon programında aynı repliği yineledi. Erdoğan dönemini özetleyen bu söylem, iktidar bileşenlerini bir arada tutan saadet zinciri  olgusunu çok iyi tanımlıyor. Çıkar birliği bozulup zincir koptuğunda her bir halka, bu durumdan çapı nispetinde olumsuz etkilenecek. Çifter çifter doldurdukları yüce makamları, ballı maaşları, kaymaklı ihaleleri yitirecek olanlarla devasa saraylarını yitirecek olanların yazgısı ortaktır.

Saadet zincirinin, ancak ‘mezara götürülecek’ sırlarla korunması mümkündür. Oysa zincirden kopartılıp atılanlar, suç ortaklarını ifşa etmeye başlamıştır. Ortaya çıkan kirli ilişkilerin ve yolsuzlukların üzerini örtmek için iktidarın devlet sırrı, ticari sır gibi kutsadığı değerlere sığınarak kamuoyunu ikna etmesi artık zordur. Halktan vergi toplayan, askerlik hizmeti bekleyen her çağdaş devletin yurttaşına karşı saydam olma yükümlülüğü vardır. İktidarın kurduğu ilişkiler ağındaki sır perdesi kalınlaştıkça devletin derinleşmesi sorunu baş gösterir. Derin devletin de sırları değil ancak suçları olur. Edward Joseph Snowden’in söylediği gibi “suçu açığa çıkarmak suç olarak kabul ediliyorsa suçlular tarafından yönetiliyorsunuz demektir”. Dolayısıyla sade yurttaşlar gibi devleti yönetenler de anayasaya ve yasalara uymakla yükümlüdür.

Kifayetsiz muhteris

Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi gibi kurumlar, iktidarların evrensel hukukun standartlarına uyup uymadığını denetler. Bizde ise iktidarın küçük ortağı, ortalama yüzde 8’lik oyuyla Anayasa Mahkemesi’ni denetlemeye kalkışıyor. Anayasa Mahkemesi’ne yasal bir parti olan HDP’nin kapatılması yönünde ayar vermek, Türk Ceza Kanunu’na göre yargı görevi yapanı etkileme suçudur. Suç örgütü liderlerine af çıkaran, adi suçluları hoş gören bir iktidar, buna karşılık yasal muhaliflerine yargı sopasını kullanıyorsa hukuk devleti anlayışından kopmuş demektir. Muhaliflerin cebren ve hileyle demokratik siyasal düzlemin dışına itilmesi, otoriter rejimlere özgü bir darbe yöntemidir. Yıllardır darbe söylemiyle yatıp kalkanların demokratik siyasete yönelik darbeleri saymakla bitmez.

Devleti yönetenler, emirleri altındaki her türlü güç aygıtını kullanarak masum halkı sindirebilir. Ancak salgın, işsizlik, yoksulluk, TL’nin değer kaybı gibi sorunlar bu yolla sindirilemez. Cumhur İttifakı’nın seçim koşullarını kendi lehine düzenleyeceği elverişli bir ortam yaratmak için zamana ihtiyaç duyduğu anlaşılıyor. Bu nedenle sandığa erken gitmeyi ısrarla reddediyor. İktidar, Ali Cengiz Oyunu ile önümüzdeki seçimleri kazansa bile yaralı halk iradesine karşın yönetimde istikrar sağlaması olanaksızdır. Bunun en açık göstergesi ise son Anayasa referandumudur. Bilindiği gibi oy sayım sürecinde yandaş YSK Başkanı, halkın gözünün içine baka baka yasayı çiğnemiş, mühürsüz oy pusulalarını geçerli saymıştı. Şaibesi bir yana, sonucun az bir farkla elde edilmiş olması bile rejim değişikliği için güçlü bir toplumsal uzlaşı olmadığının kanıtıydı. Bugün ise halk iradesini yaralama pahasına dayatılan tek adam rejiminin ülkeyi hemen her alanda çıkmaza soktuğu konusunda toplum uzlaşıyor.

Başkanlık sistemine olan desteğin sürekli gerileyerek yüzde 30’lar düzeyine düştüğünü ölçen kamuoyu araştırmaları da bu durumu belirliyor [3].

Sonuçta, halk iradesini doğru yansıtmayan şaibeli seçimler kifayetsiz muhteris iktidarlar yaratıyor. Ülke yangın yerine dönmüşken hâlâ saçını taramayı sürdürenlere duyurulur.

[1] https://www.dw.com/tr/esat-toklu-sedat-pekeri-savcılığa-vereceğim/a-57806177

[2] https://www.memurlar.net/haber/366057/memur-amirin-her-dedigini-yapmali-midir.html

[3] https://t24.com.tr/haber/metro-poll-arastirma-halkin-yuzde-57-7-si-guclendirilmis-parlamenter-sistem-e-gecmek-istiyor,928429