ÇMO: Sorunların tek bir adı var

ÇMO açıklamasında, "Muğla orman alanlarının % 65‘i maden araması için ruhsatlandırılmışken; bu yangın katliamlarından sonra bu oran kaça çıkmıştır?" diye soruldu.

ÇMO: Sorunların tek bir adı var

Yurdun birçok noktasında günlerdir devam eden orman yangınlarına ilişkin TMMOB Çevre Mühendisleri Odası tarafından yazılı bir açıklama yapıldı.

Siyasi iktidarın yıkım ve yağma yolunda hızını ‘kalkınma‘ perdelemesinin ardında arttırdığına işaret edilen açıklamada, “Toplum yararından, her tür yaşam hakkından yana tavır, doğal kaynakların ve cevrenin sakınınını içermeyen ‘plan‘ların adı ‘Kalkınma Planı‘ değildir; olamaz. Bu değerleri içinden çıkardığınızda geriye sadece rant kalır; bunun da adı ‘kalkınma‘ değil; yıkım ve yağma planıdır.” ifadeleri kullanıldı.

Müsilaj, orman yangını, sel felaketi, flamingo faciası ve benzer yüzlerce sorunun aslında tek bir temel sorunun sonuçları olduğununa dikkat çekilen açıklamada, “Geniş perspektiften bakınca tüm sorunların tek bir adı vardır; ‘siyasi iradenin bilim ve doğa ekseninden uzak, toplum ve yaşam hakkını hiçe sayan, sermaye güdümlü politikaları'” denildi.

Açıklamanın tamamı şöyle:

“Dün 29 Temmuz idi.

Bu yılın kaynaklarını tükettiğimiz gün; Dünya Limit Aşımı Günü diye bilinen gündür.

Yani, bir yıl boyunca kullanmamız gereken kaynakları dünyaca daha yıl sonu gelmeden, 29 Temmuz‘da tüketildiğinin ifadesidir.

Dünya bu hesabın içindeyken, yurtta GELECEK YAKILMAKTA ve yağmalanmaktadır.

Yurdun dört bir tarafından her gün yeni bir yıkım haberi gündeme taş gibi oturmaktadır. Bir yanda canlar boğulurken, öte yanda yanmaktadır.

Başta maden ve taş ocakları, arazi yağması üzerinden yürüyen bu rant çılgınlığı tüm sakınılması gereken asıl değerleri hiçe saymaktadır. Ormanlar, dereler, denizler, atmosfer ve ekosistemleri telef edilmektedir.

Sermayeden yana tavır alan siyasi irade yıkımı ve yağmayı yönetmelik değişiklikleri, kararnameler, kayyumlar yolu ile hazırlayarak, ardından izlemekte ve sonrasında her seferinde göstermelik ‘incelemeler‘, ‘soruşturmalar‘, akıl dışı ‘açıklamalarla yıkımı perdeleme derdine düşmektedir.

Bilimsel bir gerçek iklim değişikliğini görmezden gelen bu zihniyet yıkımların sonucu yaşanan faciaları iklim değişikliğine, çay ekimine bağlayarak; bir yanda atık denizine çevrilmiş Marmara‘nın üzerinde, istavrit partilerinde yurttaşı balık yemeye davet etmekte; öte yanda yangının turizm bölgesine ulaşmadığı için sevincini haykırmakta ve hatta yurttaşa selden kendini korumasını artık öğrenmesi gerektiği öğüdünü vermektedir.

Siyasi irade yıkım ve yağma yolunda hızını ‘kalkınma‘ perdelemesinin ardında arttırmaktadır. Toplum yararından, her tür yaşam hakkından yana tavır, doğal kaynakların ve cevrenin sakınınını içermeyen ‘plan‘ların adı ‘Kalkınma Planı‘ değildir; olamaz. Bu değerleri içinden çıkardığınızda geriye sadece rant kalır; bunun da adı ‘kalkınma‘ değil; yıkım ve yağma planıdır.

Aynı siyasi irade bu tavrını artık açıkça, fütursuzca ortaya koyar olmuştur. Ormanlar, dereler, denizler, dağlar, canlılar siyasi irade eli ile savunmasız bırakılarak; bu yağma ve yıkım planlarına vicdansızca feda edilmektedir.

Yine canımızı yakan bu son -ve elbette öncekiler- orman yangınları için de en hafifinden THK üzerinde kayyum oyunları ile ormanların savunmasının budanmış olması da bu örneklerden sadece biridir.

Ayrıca sözgelimi, Muğla orman alanlarının % 65‘i maden araması için ruhsatlandırılmışken; bu yangın katliamlarından sonra bu oran kaça çıkmıştır? Bu soru, cevabı ve düşündürdükleri nasıl bir yağma ve yıkımla karşı karşıya olunduğunu ortaya koymaktadır.

En başından beri sermayenin dizgini ile oluşturulmuş, yürütülmüş çevre politikaları son yıllarda öncelikle denetimlerdeki kamu gücü eritilerek, sermayenin güdümüne teslim edilmiş; yetmemiş, sonrasında ‘planlama‘ da sermayenin eline bırakılmıştır.

Her yıkımın hemen ardından ‘eylem planı‘, ‘bilim kurulu‘ gibi üretilen kavramların içine, sözde ‘çözüm‘ için bir araya gelenlere baktığımızda sermayenin yani, yıkıma, kirlenmeye yol açanların koltukları doldurduğunu görülmektedir. Siyasi irade tarafından toplumu, yaşamı, bilim ve doğayı savunan koltuklar ise boş bırakılmaktadır.

Bütün sorunlara, yüzlercesine hep bir ad konulmuştur. Müsilaj, orman yangını, sel felaketi, flamingo faciası ve yüzlercesi…

Oysa, geniş perspektiften bakınca tüm sorunların tek bir adı vardır; “siyasi iradenin bilim ve doğa ekseninden uzak, toplum ve yaşam hakkını hiçe sayan, sermaye güdümlü politikaları”. Aslında ‘sorun‘ olarak sıralananlar bu temel sorunun birer sonuçlarıdır.

Bu tespiti yapmadan, gerçek sorunu tanımlamadan çözüm üretmek mümkün değildir. Her bir yıkımın bilim adına çözümü vardır; fakat, sorunun adını bu şekilde koymaz, asıl sorun tanımlanmaz ise sorun çözümsüz kalmaya devam edecektir. Çözümsüzlük sorunun kendinden kaynaklıdır; yoksa bilimin çözümleri elbette vardır. Sorunun kendisinden çözüm doğacağını beklemek bu hali ile yanılgıdır.

Sorun sınıfsaldır ve yurttaşın, bilim ve doğa ekseninde çözüm odaklarının yer almadığı ‘çözüm arayışları‘ndan rasyonel çözümlerin çıkması olası değildir.”