Bilimsel gelişme için özgürlük gerekir

Kurumsal özgürlükler de AKP döneminde büyük hasar aldı. Toplam 6081 akademisyen ihracı sonrası üniversiteler korku içerisinde tam bir sessizliğe büründü. 676 sayılı KHK ile öğretim üyelerinin yetersiz de olsa içinde yer aldığı rektörlük seçimleri doğrudan Cumhurbaşkanı atamasına dönüştürüldü.

Geçen ay gazetelerde Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank’ın bir açıklaması yer alıyordu. Varank, özellikle son 5 yılda yapılan yatırımların çok kısa sürede Türkiye’yi savunma sanayiinde devler ligine çıkaracağını belirterek, “İnanıyorum ki Avrupa semalarında Türkiye’den satın alınan ‘Bayraktar’ların ve ‘Anka’ların uçtuğunu göreceğiz” demişti. Varank ayrıca TÜBİTAK aracılığıyla yürütülen programlarla 813 projeye 5 milyar liraya yakın destek verdiklerini vurgulayıp, Siparişe Dayalı Ar-Ge Destek Programı’nın ilk çağrısında savunma sanayisinden 14 başvurunun değerlendirme sürecinin devam ettiğini belirterek, proje başına 2,5 milyon liraya kadar destek vereceklerini, KOSGEB aracılığıyla son 2 yılda savunma sanayisi sektöründe faaliyet gösteren 131 işletmeye kaynak kullandırdıklarını aktarmıştı.

Bahsedilen yüzlerce projenin ne olduğunu bilmiyorum, merak da etmiyorum çünkü bilimsel ilerleme için zorunlu olan ön koşulların Türkiye’de bulunmadığını biliyorum.

Bilim sorunlarıyla uğraşan herkesin farkında olduğu gibi eğer teknolojik bir yeniliğe imza atmak ve bunu kalıcı hale getirmek istiyorsanız, yani bilimsel gelişme peşindeyseniz, bireylerin yaratıcılık yeteneğini geliştiren bir özgürlük ortamı gerekir. Üstelik bu özgürlük ortamının ailede başlayıp, okulda sürmesi yani toplumsal yaşamda da hissedilmesi gerekir. Ancak böyle özgürleştirici bir ortamda yetişen kişilerde bilimsel gelişmelere katkıda bulunabilecek özellikler ortaya çıkar.

Ama bu da yetmez; böyle bir ortamda yetişen bireylerin çalışmasını sağlayacak konusu bilim olan tüm kurumların (laboratuvarlar, araştırma merkezleri, üniversiteler) özgürce iş birliği yapabilecekleri bir bilim politikası ve örgütlenmesi gerekir.

Yani genel olarak bir düşünce özgürlüğü, özel olarak da bilimsel kurumların özgürlüğü, yönetsel özerkliği gerekir.

Düşünce özgürlüğünün Türkiye’de geldiği nokta hakkında çok şey söylemeye gerek yok ama en iyi göstergelerinden biri olan ‘Basın Özgürlüğü Endeksi’nde Türkiye 180 ülke arasında 154. sırada! Artık basit bir davada bile haber yasağı konması, olmadı haber yapanlara RTÜK’ün ceza yağdırması, gazetecilerin tutuklanması haber değerini yitirdi. Öğreniyoruz ki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 2020 raporuna göre ifade özgürlüğünün en fazla ihlal edildiği ülke Türkiye olmuş.

Kurumsal özgürlükler de AKP döneminde büyük hasar aldı. Toplam 6081 akademisyen ihracı sonrası üniversiteler korku içerisinde tam bir sessizliğe büründü. 676 sayılı KHK ile öğretim üyelerinin yetersiz de olsa içinde yer aldığı rektörlük seçimleri doğrudan Cumhurbaşkanı atamasına dönüştürüldü. Zaten sorunlu olan akademisyen kalitesi de yıllarca ALES soruları çalınarak, doçentlik sınavları da fiilen ortadan kaldırılarak iyice düşürüldü.

Üniversitelerin yanı sıra TÜBİTAK ve TÜBA’ya operasyon yapılarak tümüyle yandaş bir duruma getirildi. Öyle ki, TÜBİTAK evrim yazılarını sansürler hale geldi. Bu arada DPT kapatıldı, MTA, TÜİK yeniden yapılandırıldı. Sonuçta, MTA Doğa Tarihi Müzesindeki evrim panosunu kaldırırken, TÜİK’in tüm hesaplamalarda dalga geçer gibi değişiklikler yaptığını hepimiz biliyoruz.

Müslüman ülkelerdeki “Batı’nın tekniğini alalım ama kültürünü almayalım” söyleminin hiçbir geçerliliği yoktur. Eğer bilimde ilerlemek istiyorsan, o bilimsel ilerlemenin temeli olan özgürlük ortamının da gerekli olduğunu bileceksin. Yoksa bırakın Varank’ın sözleriyle “devler ligi” ni, sonuç küme düşmektir.

Not: Gündemi değiştirme tuzaklarından uzak durma kaygısıyla aya yolculuk projelerine değinmiyorum.