Amerikan saldırganlığına karşı tavır

ABD çeşitli düzeylerde ve zaman zaman ideolojik farklılıklarla değişse de Rusya ve Çin’i sınırlama politikasını ısrarla ve istikrarla sürdürüyor. Bu tabloda emperyalist saldırganlığa karşı Çin ve Rusya nasıl ele alınacak, nasıl tavır gösterilecek? Bu soru dünyayı anlamak ve emperyalizme karşı devrimci bir çıkış yaratabilmek için cevaplanması gereken bir soru.

Emperyalizmin patronu Amerika Birleşik Devletleri bir kez daha Demokrat Parti iktidarında saldırganlığının öne çıktığı bir döneme hazırlanır görünüyor.

Demokrasinin gerilediğinden bahseden Amerikan ve İngiliz ana akım medyası Çin ve Rusya’ya insan hakları ve demokrasi üzerinden yeni bir cephe açarken bir yandan da özellikle Çin ekonomisini tartışmaya açmaya çalışıyor. Bu arada Rusya’ya karşı yeni yaptırımlar ve NATO’nun Avrupa’daki en büyük tatbikatlarından “Defender Europe 2021” gündeme geliyor.

ABD ve Rusya Suriye’de karşı karşıya gelmeyi sürdürüyor. Rusya, Kürtlerin başını çektiği Suriye Demokratik Güçleri kontrolündeki ülkenin en verimli petrol alanlarından çalındığını söylediği petrolün satışına müttefiki Suriye ile birlikte izin vermeyeceğini söylerken daha birkaç gün önce Türkiye ve AKP’nin desteklediği cihatçı çetelerin kontrolünde bulunan El Bab ve Cerablus arasındaki bölgede bulunan bir “petrol pazarı”nı füzelerle imha etti.

Bu noktada küçük bir parantez açıp Türkiye ile ABD arasında göreli uyumsuzlukları fazla abartmamak gerektiğini söylemek gerekiyor. İç siyasette herkese FETÖ ve PKK yaftası yapıştırmanın geçer akçe olduğu bir dönemde SDG’nin çıkardığı petrolün Türkiye ve cihatçıların pazarında satılıyor. ABD müttefikleri Türkiye ve Mısır’da bir yandan “insan hakları” gündemi açılırken bir yandan da yeniden diyalog kurulmaya çalışılıyor. Tüm bunlar yaşanırken İdlib’den bu kez Yemen’e İhvancı terör gruplarının kaydırılması haberleri Ortadoğu kaynaklarında konuşuluyor. Tüm bunları dış siyasette eksen kayması yaşanıyor diyerek ABD’den medet ummanın sınırlı olabileceğini gösterdiği gibi esasen yeni dönemde, Demokrat Başkan Biden ile birlikte artan Amerikan saldırganlığının bir parçası olarak görmek gerekir. Diyelim ve parantezi kapatalım.

Emperyalizmin Tayvan, Sincan’da soykırım iddiaları, Hong Kong, Myanmar’da Arakan Müslümanları, Tibet, Vietnam ile önceden bu yana gelen sorunlar gibi bir dizi başlıkla Çin’i kendi karasularında ve sınırlarının içinde bile rahat bırakmamak üzerine kurulu stratejisinin yürütülmesinde son dönemlerin test alanı Güney Çin Denizi. Çin donanması ile ABD donanmasının karşı karşıya gelebildiği bölgede ABD’nin savaş gerekçesi sayacağı durumlara dair pek çok şey yazılıp çiziliyor.

Böyle bir dönemde ABD Savunma Bakanlığı Çin’in bu yüzyılın ortasına kadar kendisine tehdit oluşturan ülkelerin askeri becerilerine denklik veya bunları geçme stratejisinden bahseden bir raporu Kongre’ye sunarken kimi yönlerden Çin’in ABD ordusunun imkanlarını şimdiden geçtiğini dile getirdi. Bu rapor, Obama döneminden beri teknolojik olarak yenilenmesi gereken uzun menzilli stratejik nükleer silahlar gibi bir dizi stratejik modernleşme ihtiyaçlarının ötesinde Çin tehdidini abartan bir yöne de sahip.

Rapor, ABD donanmasının 295 gemisine karşılık Çin donanmasının 350 gemisi, yerden fırlatılan menzilleri 500 ile 5.000 kilometre arasında değişen 1.250 balistik ve “cruise” füzesine sahip olan Çin’e karşılık ABD’nin sadece 70 ile 300 kilometre menzilli tek bir konvansiyonel füzesinin olduğunu ve S-300’ler, S-400’ler ve yerli sistemlerle bütünleşen etkin bir hava savunma sistemi kurulduğundan bahsediyor.

Bu veriler Çin’in askeri gücünü ABD ile kıyaslamak için yeter mi? Çin’den Avrupa’ya mesafenin 7-8 bin kilometre, ABD’ye ise 10 bin kilometrenin üzerinde olduğunu, 5.500 kilometre menzilin ancak Ortadoğu’ya erişebildiğini ama Japonya, Güney Kore ve Guam gibi ABD üslerini hedefleyebildiğini söylersek rapor daha iyi anlaşılabilir. Öte yandan ABD donanmasının toplam tonaj açısından Çin’den çok daha önde olduğu gerçeği raporda gizleniyor. 11 uçak gemisi ve 67 nükleer denizaltı üzerine inşa edilmiş bir donanmanın 2 uçak gemisi ve 10 nükleer denizaltısı olan Çin’e karşı daha küçük gemilerin sayılarına bakılarak geri kaldığının söylenmesi de pek akılcı sayılmaz.

ABD çeşitli düzeylerde ve zaman zaman ideolojik farklılıklarla değişse de Rusya ve Çin’i sınırlama politikasını ısrarla ve istikrarla sürdürüyor. Bu tabloda emperyalist saldırganlığa karşı Çin ve Rusya nasıl ele alınacak, nasıl tavır gösterilecek? Bu soru dünyayı anlamak ve emperyalizme karşı devrimci bir çıkış yaratabilmek için cevaplanması gereken bir soru.

Bunun için Rusya’nın kapitalist bir ülke olduğunu, Çin’in ise iktidarda Komünist Parti’nin bulunduğu ve sosyalizmi inşa iddiasında bir ülke olduğunu not ederek başlamalıyız. Bunun ötesi Marksizm ve Leninizm ilkeleri ışığında bir inceleme, değerlendirme konusudur.

Her durumda ülkenizdeki birkaç özelleştirme veya enerji politikalarına karşı çıkmak için dünyadaki çok kutupluluk eğilimini ve artan emperyalist rekabeti de yanlış yorumlayarak Rusya ve Çin’i emperyalist sayabilirsiniz. Bu durumda iki emperyalist kamp arasındaki çekişmede komünistler işçi sınıfını burjuvazinin savaşına dahil olmamak ve sonrasında kendi ülkesindeki egemen sınıfların zayıflatılması ve devrilmesi üzerine bir stratejiye yönelmelidir. Bu açıdan teorik bir tespitin siyasi sonuçlarından kaçınarak bu iki ülkeye emperyalist demeden siyaset üretmek en hafifinden boşa kürek çekmek olur.

Bir diğer ihtimal Rusya ve Çin’in emperyalist olmadığı tespitiyle emperyalizmin hedefindeki ülkeler saymaktır. Bu durumda emperyalizmin hedefindeki kapitalist bir ülkeye ilişkin nasıl tavır alınır veya sosyalizm kuruluşu iddiası ne kadar gerçekçidir gibi soruların doğru cevaplarını bulmak gerekiyor.

Emperyalizmin tanımı geçen yüzyıl başında Lenin tarafından bugünde geçerli kabul edebileceğimiz bir düzeyde yapıldı. Geçen yüzyılın başıyla kıyaslandığında her ülkede sermayenin daha serbest hareket eder halde olduğunu biliyoruz ancak bu durumun tüm ülkeleri emperyalist saymaya yetecek nitelikte olmadığını kabul etmek gerekir. Bu durumda, bir ülke kapitalist dahi olsa rejimi destekleme bağlamına oturtmadan, bu ülkenin işçi sınıfını burjuvazinin daha işbirlikçi öğelerinin egemenliğine terk etmemek üzere çıkarlarını savunacak bir hat oluşturmak mümkündür.

Bu açıdan ekonomisi petrol, doğal gaz ve ağaç ürünleri satışına dayanan ekonomisi, Rusya’nın doğal kaynaklarının büyüklüğüne, Sovyetler Birliği mirası ordusu ve teknolojik gelişkinliğine rağmen onu emperyalist yapmaya yetmeyecek nitelikte sayılmalı. Bu açıdan Rusya’nın tüm gücünün kendi komşuları ve esas olarak bu ülkelerdeki Rus nüfusu dışında sınırlı olduğunun da görülmesi gerekiyor.

Öte yandan Çin’in ise nasıl değerlendirileceğine dair soruların başlı başına bir yazı konusu olarak ele alınması gerekiyor. Bunu bir sonraki yazıya bırakarak toparlamak gerekirse Rusya’yı emperyalist sayanların Suriye’de, Ukrayna’da üçüncü bir hat çıkartması gerektiğini, Kırım’da Rusya’yı işgalci sayarak hareket etmesi gerektiğini vurgulamak gerekiyor. Oysa emperyalizmin kuklası olduğunu açıkça bildiğimiz Nazi artıklarına, cihatçı teröristlere böyle bir paye vermenin de siyaseten yanlış olduğu tartışmasız sayılmalı.

Çin ile ilgili sorular devam etmek üzere…