8 Mart geldi, "erkekler dışarı" mı?

Kadınlar tarihte olduğu gibi bugün de sadece yaşam hakkı için değil, kadınlara yaşam hakkı tanımayan bu düzeni değiştirmek için, sınıfsız sömürüsüz bir dünya için ayağa kalkmalı. Daha azına razı olmayacağını ilan etmeli.

8 Mart, kadın mücadelesinde önemli bir yer tutmaya devam ediyor. İkinci Enternasyonal’de Sosyalist Kadınlar Kurultayı’nı toplayan komünist kadınlar, bütün dünyada ortak bir kadınlar günü kutlanmasını tartışırken yüz yıl sonra insanlığın bambaşka bir noktada olmasını hayal etmişlerdi. En azından bugün kavgası verilen hakların çok daha ilerisini talep ettiklerini, çok daha gelişkin bir toplumsal düzen için canla başla çalıştıklarını biliyoruz.

8 Mart’ın ortaya çıkışına önayak olan Clara Zetkin’in sosyalizme giden yolda gözünü budaktan esirgemeyen duruşunu çokça biliriz. Bu yolda geri tezler ileri süren yoldaşlarıyla tartışmaları ise daha az bilinir. İşçi kadınların örgütlenmesi ve kadınların özgür birer yurttaş olarak toplumda yer almasının önemini vurgulayan Clara Zetkin, cinsiyet temelli sınıflar üstü bir mücadele anlayışını ise reddetmiş ve burjuva kadın hareketi ile ayrımlarını her zaman net bir şekilde ortaya koymuştur. Elbette diğer sosyalist kadınlar da gerçek eşitliğin sınıfsız bir toplumda mümkün olduğunun bilincindeydi ve kadın erkek bütün emekçileri mücadelenin militanı ve öznesi haline getirmek için var gücüyle mücadele ediyordu. Tıpkı 1917 Bolşevik Devriminin yolunu döşeyen Petrogradlı kadın işçiler gibi. Devrimin ve sosyalizmin inşasının öznesi işçi kadınlar da karşıt olarak sınıf kardeşlerini değil sömürücü sınıfları görüyorlardı. Türkiye’de ilk 8 Mart’ı kutlayan komünist kadınlar zor koşullarda erkek yoldaşları ile omuz omuza durdular. ’80 öncesi Türkiye tarihinin en kitlesel kadın örgütü olan İKD’yi yine komünist kadınlar sınıf temelli kurmuşlardı ve binlerce kadını alanlara, sokaklara taşıyorlardı.

Sosyalist kadınlar sınıfsız sömürüsüz bir düzen talep ediyorlardı. Kadınları eve mahkum eden işlerin toplumsallaştırılmasını; eğitimin, sağlığın, barınmanın, ulaşımın, kamu hizmeti ve ücretsiz olmasını talep ediyorlardı. Halkın devlet yönetimine katılımı için örgütlü bir toplumu, eşit birer yurttaş olarak gerçek özgürlüğü talep ediyorlardı. Lenin’in deyimiyle mutfaklarından çıkan kadınların ülkeyi yönetmesinin yolunu döşüyorlardı. Ve başardılar da. Sosyalizm, kadınlara bambaşka bir dünyanın kapılarını açtı. Kadınlar hayatın her alanında öncü oldular, mühendislikte de, tıpta da, devlet yönetiminde de yer aldılar, yurt savunmasında da… Eğitim seferberliğinde başı da çektiler, uzaya da çıktılar. Burjuva kadın hareketi sınıfdaşlarıyla fırsat eşitliği talep ederken ve erkek cinsini ittirerek kendine alan açmaya çalışırken; sosyalist kadınlar tarihin akışını değiştiren öncüler oldular. Sosyalizmin kazanımları kapitalist ülkelerde de emekçilerin, kadınların nefes almasını sağladı.

İki sınıfın kavgası çok sert oldu. İkinci dünya savaşında milyonlarca insan Sovyet Rusya’yı savunurken hayatını kaybetti kadını ve erkeği ile. Sınıf hareketinin önünü kesmek için faşist diktatörlükler kuruldu, dünyanın değişik ülkelerinden bizzat CIA tarafından planlanan askeri darbeler yapıldı, elbette ülkemizde de. Ancak burjuvazi baskı ile yapamadığını solun içine soktuğu nifak tohumları ile başardı. Solun içine sokulan bu nifak tohumu liberalizm oldu.

Burjuvazinin kendi meşrebince yonttuğu özgürlük kavramı adeta sosyalizm düşmanlığının sembolü haline getirildi. Çok büyük bir ideolojik saldırı başlatıldı. Sosyalist ülkeler demir perde ülkeleri ilan edildi. Sosyalizm faşist diktatörlüklerle özdeş tutuldu. Sınıflar demode ilan edildi, farklı kimliklere özgürlük naraları atıldı. Kadınların da sosyalizmde baskı gördüğü, kapitalizmden ayrı bir patriyarkal sistem olduğu tezi ısıtılıp önümüze sunuldu. 12 Eylül askeri darbesi Türkiye’de sosyalistler ve emekçi sınıflar için büyük bir yıkıma neden olurken, 90’larda reel sosyalizmin çözülmesi ile devam eden sürece liberal ihanet eklenmiş, serbest piyasa kutsanmış, emekçilerin bütün hakları gasp edilmiş, “ideolojiler öldü” söyleminin arkasına sığınanlar sinsice gericiliğin önünü açmıştır. Bakmayın liberallerin bugün döktükleri timsah gözyaşlarına. Emekçilerin hakları için mücadeleyi arkaik bulanlar gericilerin taleplerine özgürlük yakıştırması yaptılar. Kadınların toplumsal kurtuluşuna işaret eden sosyalistlere dinozor gözüyle bakanlar, türban özgürlüğü diyerek adım adım gerici hareketin dümenine su taşıdılar. Geriye büyük bir yıkım kaldı. En fazla kadınlar için.

Son çeyrek yüzyılda kadın mücadelesine yerleşen liberal virüs bugün çok daha büyük bir titizlikle irdelenmek durumundadır. Ezberlere çoğunlukla olumsuzluk atfedilir ancak bazı ezberler tarihin, yıllar süren mücadelelerin ürünü olarak şekillenir ve bu nedenle değerlidir. O yüzden bazı ezberleri yeniden hatırlamak ve hatırlatmak bugün her zamankinden daha önemli. Kadının kurtuluşu toplumsal kurtuluş ile birdir. Kadınların kadın olmaktan kaynaklı ortak bir ideolojisi yoktur. Kadınlar da sınıfsal konumları ile toplumda var olurlar ve bu doğrultuda farklı ideolojilerin temsilcisi, taşıyıcısı ve öznesidirler. Dolayısıyla farklı sınıflara mensup kadınların çıkarları da farklıdır ve bu çıkarlar çatışır. Toplumsal kurtuluş ancak ve ancak sınıf mücadelesi ile mümkündür, kadın mücadelesi de sınıfsal bir yaklaşımla yeniden kurulmak zorundadır.

Liberalizmin iddiasının aksine kapitalizmde ne kadının özgürlüğü mümkündür ne de emekçi sınıflar için bir refah toplumu.

Bu uzayan notlardan sonra başa dönersek her 8 Mart’ta tekrarlanan ve bir seremoniye dönüşen patriyarkaya isyan eylemleri çeyrek asırlık süreçte kadın mücadelesini geri taleplere mahkum etmiştir. “Erkekler dışarı” diyerek, kadınlar özneleşmeli gibi süslü söylemlerin arkasına sığınanlar büyük bir manipülasyona bilerek ya da bilmeyerek imza atmaktadır. Liberalizmin ektiği nifak tohumlarından biri olan ve sosyalizmde de kadınların ezildiği, sosyalist örgütlerde de kadınların ikinci planda olduğu, kapitalizm dışında birde ayrı bir patriyarkal sistem olduğu savına yaslanan “kadınların özneleşmesi gerekir” tezleri en hafif tabiri ile kendi tarihimize haksızlıktır.

8 Mart’ın çıkışına ön ayak olan sosyalist kadınlar tarihin akışını değiştiren öncülerdi, öznelerdi ve milyonlarca kadını ayağa kaldırarak mücadeleyi emekçi sınıflarla yan yana omuz omuza yükselttiler. Onlar dünyayı istediler, büyük devrimlere imza attılar. Bugün ise kadın mücadelesi “özne olacak mıyız” gibi tuhaf bir noktaya sıkıştırılıyor. Liberali ile gericisi ile beden aforizmaları yapılıyor, beden siyaseti ile kadının özgürlüğü eş tutuluyor. Ne büyük bir garabet. Kadın mücadelesi yaşam hakkının savunusuna kadar gerilemiş durumda.

Son çeyrek asırda büyük özgürlük anlatıları eşliğinde bütün haklarımız tek tek gasp edildi ve bugün ne yazık ki kadın mücadelesinin temel talebi en temel hak olan yaşam hakkı talebi haline gelmiş durumda. Bugün kadınların yaşam hakkı gasp ediliyorsa gericiliği özgürlük diye yutturan liberallerin günahı büyüktür. Dolayısıyla sınıf mücadelesini baltalayan, sermaye egemenliğinin üstünü örten süslü bir takım kavramların arkasına gizlenen bazı tezleri elimizin tersiyle itmek gerekir. Biz tarihimizi bir kenara koyup “özneleşmeye” çalışıyorsak Erdoğan’ın “hatta bayanlar bile uzaya gitmeyi hayal edebilir” sözlerine hiç kızmayalım.

Kadınlar tarihte olduğu gibi bugün de sadece yaşam hakkı için değil, kadınlara yaşam hakkı tanımayan bu düzeni değiştirmek için, sınıfsız sömürüsüz bir dünya için ayağa kalkmalı. Daha azına razı olmayacağını ilan etmeli. Kapitalizmin sadakalarına ve muhalefetiyle iktidarıyla bize layık görülen “lütuflara” hadi oradan demeli. Biz dünyayı ve geleceği istiyoruz.