Unutmadık: Gericiliğin 27 yıllık seyri devam ediyor

İnsanları diri diri yakacak kadar canileşen zihniyet dün Gezi’deki gençleri kurşunlayacak, tekmelerle öldürecek ve yine birileri tarafından korunacaktı. Bugün kutularda mermi biriktirenler, mahallesinin çetelesini tutup katliam listesi hazırlayanlar, nereden edindiği belli olmayan silahlarıyla AKP’li olmayana “göz dağı” verenler, hedef gösterip linç edenler aynı zihniyet tarafından korunup kollanmıyor mu?

Unutmadık: Gericiliğin 27 yıllık seyri devam ediyor

Selçuklu’da Osmanlı’da ‘katli vacip’ ilan edildi Aleviler. Bu inançsal dışlanışın Alevi toplumunun politik konumlanışından bağımsız olduğunu kim iddia edebilir? Din ve milliyetçilik duygularının devlet eliyle kabartıldığı dönemlerin reel politikada keskin virajlara denk düştüğü tesadüf sayılamayacak bir gerçeklik. Dolayısıyla ‘Alevi düşmanlığı’nın körüklendiği dönemler de benzer bir politik ihtiyacın eseri olarak yaşandı. Maraş, Çorum ve Sivas katliamları Alevilerin diri diri yakılmasıyla ortaya çıkan birer vahşet timsalleri olmakla beraber bir politik atmosferin de devlet eliyle adım adım hazırlandığı süreçler idi. Gazi Katliamı Alevilere mi yoksa devrimcilere mi yapılmıştır? Bir raddeden sonra politik mücadelede bu iki kesimin omuzdaş olduğu gerçeği bu soruyu olabildiğince önemsiz kılıyor. Alevilere dönük katliamların da salt inançsal farklılıklardan dolayı gerçekleştiğini düşünmek, politik yönelimleri ya da muhalif duruşu görmezden gelmek konunun özünü kaçırmaya sebep olabiliyor.

Bir parantez olarak, açılım süreçleri ya da Alevilerle barışma dönemleri, politik duruşunu terk etme çağrısı yapılarak Alevi kimliğinin ‘zararsızca’ sürdürülmesini salık veren politikalar olarak karşımıza çıktı. Sünni İslam’a göre şekillendirilmiş, dinsel bir toplum inançsal, tinsel bir politika değil; düpedüz siyasi politikadır. Aleviler de muhalif olmadığı sürece bu sükûnet ortamında pekala inancını idame ettirebilir. ABD ile ortaklıktan tutun, parsel parsel memleketi satmaya kadar her türlü siyasal virajda solcuların karşısına ilk çıkartılan dinciler değil miydi? Gençlik mücadelesinin, sınıf mücadelesinin yükseldiği dönemlerde ‘katli vacip’ diyerek sokaklara çıkartılan caniler bir inanç ordusu mu siyaset ordusu mu, doğrusu düşünmeye değer.

Güçlenen, toparlanan, bazen kafasını kaldıran politik bir kesime silahları özenle ellerine tutuşturulmuş düzenin sadık bekçileri dinci gericiler bile isteye saldırtıldı.

Bakınız 80’de Çorum Katliamı. Çorum’da ‘milli duygulara hitaben’ yayınlanan bir film gösteriminde sinema salonuna ‘birileri’ saldırıyor. Bu hem milli duygulara hem faşist kesime saldırı olarak algılanıyor; Çorum’daki bir Alevi mahallesi olan Milönü Mahallesi faşistlerin ve dincilerin ablukasına alınıyor 2 aya yakın bir süre.

Provoke olmaya yer arayan dinci gericiler bula bula 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı’ndaki gençlerin kıyafetlerini ‘toplumun dini değerlerine’ saldırı olarak addedilerek; “Müslüman namusuna sahip çık” diye toplaşıyorlar. Tanıdık değil mi, üzerinden 30 yıl geçtikten sonra bile aynı coğrafyada hala kıyafetlerle, milli bayramlarla, etek boyuyla provoke olunması; dinci basında hedef gösterilmesi, kadınların ‘blur’lanması…

İslamcı Gençlik, şu çağrıyla katliama çağırdı:

“19 Mayıs gösterileri adı altında yine namus bacılarımızın iffet ve hayasına kahpece ve haince saldıracak bir gün geliyor. Yüreklerimizi parçalıyor, içimize kan akıtılıyor. Yine müslüman evladı kan ağlamaya kafir düzen tarafından soyularak, en müstehcen ve kepaze kılıkta teşhir edilecektir.

Namazını kıl, orucunu tut yeter; karışan mı var diyen gafil müslüman sen de düşün… Düşün ki, haddini bilmeyenlere bildirelim hadlerini. Şu hadis-i Şerifi asla unutma, haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytandır. Ne mutlu canı ile, kanı ile, malı ile CİHAD edenlere…”

Cihat çağrısı resmi rakamlara göre 120 kişinin öldürülmesiyle sonuçlandı. Milönü Mahallesi ablukaya alındı, 200’ün üzerinde ev yakıldı, 100’e yakın işyeri yıkıldı, yağmalandı Resmi olmayan beyanlara göre ise ölü sayısı 500’ün üzerindedir, yüzlerce de yaralı.

unutMADIMAKlımda…

Darbeyi getiren bu cihat çağrısı 13 yıl sonra yeniden kendisini gösterdi. Faşist askeri cuntanın siyasetteki yerini ‘sivil’lere bıraktığı bir normalleşme döneminde 93’te Sivas’ta bir Alevi katliamı daha yapıldı. Yine insanlar diri diri yakıldı.

Madımak Katliamı, bir dizi ifadeyle anlatılabilecek sünni İslam devlet politikası, sivil siyasete geçişte neo-dincilere açılan yol, ‘Yeni Türkiye’, AKP gibi bir dizi öznenin karmaşık denklemini yalın bir biçimde ortaya koyan tarihsel kesitti ve kuşkusuz acısı hala dinmeyen, hazin ve karanlık bir kesit.

2 Temmuz 1993. Pir Sultan Abdal Şenlikleri için Sivas Valisi Ahmet Karabilgin, bir dizi sanatçı ve aydını kente bu programa dahil olmaya çağırdı. Dört günlük programda ilk gün konukların söyleşi, imza günü, konser gibi etkinlikleri düzenleyebilmelerine görece izin verildi.

Onlar kente geldiğinde kentteki güruh çoktan konuklara karşı kurulmuştu, önce Kültür Merkezi’ne taşla sopayla saldıran kitle kolluk kuvvetlerince uzaklaştırıldı.

Şenliğin ikinci günü 2 Temmuz’da Cuma namazından çıkan güruhla Kültür Merkezi’nden uzaklaştırılan gurüh birleşti, Hükümet Meydanı’nda yeniden toplanarak ve Hükümet Konağı’nı taşlayıp sloganlar atarak sayılarını artırdı. Buradan Madımak Oteli’ne tarihin en vahşi yürüyüşlerinden biri başladı.

Madımak Oteli önüne yürüdükçe sayıları artan grup, “Sivas laiklere mezar olacak” sloganlarıyla yürüdü, ‘Halk Ozanları’ heykelini yıkıp yerlerde sürüklediler. Gruba hiçbir müdahale olmaması, sloganlarla çevredekilere çağrı yapılması neticesinde 15 bini bulan gerici güruh 51 davetli ile karşı karşıya bırakıldı. Güruh, önce otel önündeki araçları ateşe verdi ve oteli taşlamaya başladı. ‘Yakın’ talimatları ile önce otelin perdeleri tutuşturuldu, yangın önce alt katı sardı. Otele sığınmış ve kabusun bitmesini bekleyen Asım Bezirci, Nesimi Çimen, Muhlis Akarsu, Metin Altıok ve Hasret Gültekin’in de aralarında olduğu 33 aydın ve 2 otel görevlisiyle 35 kişi yanarak veya dumandan boğularak katledildi.

İtfaiye merdiveniyle kurtarılırken dahi merdivene tırmanan güruh tarafından saldırıya uğrayan Aziz Nesin de dahil olmak üzere 51 kişiden sağ kalanlar tamamen kendi olanaklarıyla ve ağır yaralarla linçten kurtuldular.
33 canımız yitip gitti. Geride Sivas’ın küllerini, oraya lokanta açan (hem de kebapçı!) bir zihniyetle kavga ve gericilikle mücadeleyi bıraktılar.

“Akarsu’yum yansam da.. Kül olup savrulsam da..” diyen Muhlis Akarsu 45 yaşında aramızdan çalındı. Eşi Muhibe Akarsu yine 45 yaşında katledildi. Abla, kardeşlerden Koray Kaya öldürüldüğünde daha 12’sindeydi, Menekşe daha 15. Asuman Sivri 16 yaşında, Özlem Şahin 17, Nurcan Şahin 18’inde vahşice kopartıldılar hayatlarından.

Altıok Metin’den Behçet Sefa Aysan’dan geriye yarım bırakılmış şiirleri kaldı.

Ve Belkıs Çakır (18), Serpil Canik (19), Serkan Doğan (19), Yasemin Sivri (19), Yeşim Özkan ile Handan Metin (20), Sait Metin (23)…

Huriye Özkan, İnci Türk, Murat Gündüz ve Gülsüm Karababa (22)…

Sesi ve bağlaması kulaklarımızdan silinmeyen Hasret Gültekin daha 22’sindeydi ve Türk Halk Müziği’ne sunacağı daha çok eşsiz katkıları vardı.

Ve Gülender Akça (25), gazeteci Mehmet Atay (25), Sehergül Ateş (30), Erdal Ayrancı (35), aktör Muammer Çiçek 26’sındaydı.

Hollandalı akademisyen konuk Carina Cuanna Thuijs de 26 yaşındaydı.

Ve karikatürist Asaf Koçak (35), şair Uğur Kaynar (37)…

Kaleme kolay böyle sayması. Çok değerli yazar Asım Bezirci, bir o kadar değerli sanatçı, şair Nesimi Çimen, ozan Davut Sulari’nin kıymetli kızı sanatçı Edibe Sulari diri diri yakıldı.

Dün, bugün, yarın…

İnsanları diri diri yakacak kadar canileşen zihniyet dün Gezi’deki gençleri kurşunlayacak, tekmelerle öldürecek ve yine birileri tarafından korunacaktı. Bugün kutularda mermi biriktirenler, mahallesinin çetelesini tutup katliam listesi hazırlayanlar, nereden edindiği belli olmayan silahlarıyla AKP’li olmayana “göz dağı” verenler, hedef gösterip linç edenler aynı zihniyet tarafından korunup kollanmıyor mu?

Gericiliğe verecek bir canımız daha yok. Aydınlık günler, güzel günlerimiz ellerimizdedir. Ve acımız her dem taze.