Üniversite kütüphaneleri

Üniversite kütüphanecileri araştırmacılara “yardım eder” durumdan çıkıp, bizzat araştırma ekibi içerisinde yer almalıdır. Bu yeni konum, elbette donanımlarında da farklılıklar gerektirmektedir. Kanımca, üniversite kütüphanecilerinin başka bir bilim dalında yüksek lisans yapmaları iyi bir çözüm olacaktır.

Ülkedeki gündemin, daha doğrusu baskı gündeminin yoğunluğu bazı konuların gözden kaçmasına neden oluyor. Ben, bugün üniversite kütüphanecilerine dikkat çekmek istiyorum çünkü sanki işleri çok önemsizmiş gibi çoğunlukla rahat bırakılmazlar, özellikle de daha iyi olanları. Yaptıkları iş uzmanlık gerektirmiyormuş gibi davranılır. Uygulanan mobbingin kökeninde ise aslında bilgi karşıtlığı vardır.

Konuyu açıklayabilmek için sanırım öncelikle kütüphanelerin üniversitedeki yerinden biraz söz etmek gerek:

Üniversite kütüphanelerinin işi, o üniversitede yapılan bilimsel çalışmalara destek vermek ve bilimdeki son gelişmeleri üniversitelere aktarmaktır. Üniversitelerin en önemli işlevi hatta varlık nedeni olan bilgi üretimi için bilgiye erişim ilk aşamadır. İşte tam olarak bu nedenle, kütüphaneler üniversitelerin olmazsa olmaz parçalarıdır. Gelişmiş ülkelerde yeni bir üniversite kurulmadan önce kütüphanesi kurulur ve bu süre yaklaşık iki yıldır. Ayrıca kimi en iyi üniversite sıralamalarında, üniversitenin kütüphanesinin büyüklüğü de dikkate alınmaktadır.

Üniversiteler ancak kütüphaneleri aracılığıyla o güne dek üretilmiş bilgileri toplayıp, sınıflandırıp yeni kuşaklara aktarabilir. Günümüzde üniversite kütüphanelerin yapısını ve çalışma düzeninin değiştiren iki önemli olgu vardır. Bunlardan ilki bilimsel dergi ve makale sayısındaki olağanüstü artıştır. Gerçekten de bugün dünyada yayınlanan bilimsel dergi sayısı 200.000 civarındadır. Aslında dergi sayısı belirli ölçütlere göre daraltıldıktan sonra kalan rakam budur, yoksa bilimsellik savındaki dergi sayısı yedi haneli rakamlardadır. Bir de buna bilimsel kitapları ekleyin! Sonuçta, yaklaşık her dört yılda bir bilimsel bilgi miktarı iki katına çıkmaktadır. Bu durumda takip edilmesi gereken yayın miktarı, takip edilebileceğin çok üstündedir.

İkinci olgu ise bilginin dijital ortama geçmiş olmasıdır. Bu olgu özellikle yeni kurulan üniversite kütüphanelerinin dijital (e-kütüphane) olmasını zorunlu hale getirmektedir. Örneğin, Harvard Üniversitesi kütüphanesindeki kitap sayısının 15 milyon cildi aştığı ve sadece bu kitapların indekslerinin bile küçük ölçekli bir kütüphane kadar yer kapladığı düşünülürse, dijital kütüphane zorunluluğu daha açık ortaya çıkmaktadır. Bu durumda artık kütüphane sözcüğünün yerine “bilgiye ulaşım merkezi” demek daha doğru olacaktır.

Türkiye’de ilk üniversite kabul edilen Birinci Darülfünun’un (1863) yaklaşık 4.000 ciltlik bir kütüphanesi olduğu bilinmektedir. Ancak düzenli ilk kütüphane olarak Cumhuriyet’in ilanından sonra 1926 yılında eski kütüphaneye Yıldız Sarayı’ndan getirilen kitapların eklenmesi ve bazı özel kütüphanelerin bağışladığı kitapların birleştirilmesiyle oluşturulan İstanbul Darülfünun’u Kütüphanesidir. Yurtdışında kütüphanecilik eğitimi almış Fehmi Ethem Karatay’ın müdür olarak atandığı bu kütüphanede ilk kez düzenli kataloglama yapılmıştı. Günümüzde her üniversitenin kütüphanesi olmakla birlikte genellikle uluslararası standartların altındadır. Üniversite kütüphanesi genişliğinin öğrenci başına en az 2.5m² olması gerekirken, Türkiye’de buna yaklaşabilen bir üniversite olmadığı gibi 0.005m² olanlar bile bulunmaktadır. İyi bir kütüphanenin ödeneğinin, toplam üniversite ödeneğinin %5’i kadar olması, hatta yeni üniversitelerde koleksiyonu geliştirmek için %15’e kadar çıkması istenirken, Türkiye’de bu oran %1’in altındadır. Yine bir üniversite kütüphanesinde en az 300.000 kitap bulunması veya öğrenci başına 40 kitap olması gerekirken, Türkiye’de bu sınırı çok az üniversite geçebilmektedir.

Saydığım sorunların aşılması gerektiği çok açık. Ancak artık üniversite kütüphanecilerinde daha farklı özellikler aranmalıdır. Üniversite kütüphanecileri araştırmacılara “yardım eder” durumdan çıkıp, bizzat araştırma ekibi içerisinde yer almalıdır. Bu yeni konum, elbette donanımlarında da farklılıklar gerektirmektedir. Kanımca, üniversite kütüphanecilerinin başka bir bilim dalında yüksek lisans yapmaları iyi bir çözüm olacaktır. Bu bilim dalı da kütüphanenin seslendiği çevredeki en yüksek araştırma potansiyeli olan alan olabilir. Bunun tersi de olabilir; yani birimin alanında lisans eğitimi almış birisinin kütüphanecilik yüksek lisansı yapması gibi.

Elbette bu arada üniversite yöneticilerinin kendilerine verilen yetkileri kötüye kullanarak, uzmanlaşan kütüphanecilerin yerlerini keyfi olarak değiştirmelerinin de önlenmesi gerekir.

Uzatmayayım, bu yazı üniversite kütüphaneleri konusuna bir giriş olsun, konuya ileride tekrar döneyim.