Tülin Tankut yazdı | Sürdürülebilir bir yaşam için: Permakültür

Birbirleriyle rekabet içinde gözünü kâr hırsı büyümüş çokuluslu şirketlere karşı katılımcı, paylaşımcı, eşitlikçi, baskıdan uzak bir toplumda yaşamayı kim arzu etmez?

Tülin Tankut yazdı | Sürdürülebilir bir yaşam için: Permakültür

Tülin Tankut

Fosil yakıt tabanlı tüketim toplumunun doğaya, çevreye vermekte olduğu zararlar çarpıcı boyutlara varınca ‘sürdürülebilir yaşam’ üzerine yapılan araştırmalar da haliyle hız kazandı.

Aslında araştırmalar yeni değil; elli – altmış yıl önce permakültürün isim babası biyolog Bill Mollison Avustralya’da, geçmişten gelen tarım uygulamalarından yararlanarak çalışmalarına başlıyor. Günümüze kadar da araştırmalar geliştirilerek sürdürülüyor.

Çevreciler gibi kapitalizmi ıslah etmeye yönelik girişimlerden farklı olarak permakültür sistemi, endüstriyel tarımın tahrip ettiği toprağı rehabilite ediyor. Bu amaçla tarım alanlarında “gıda üreten yeni ekosistemler “ kuruluyor; bunlar kendi döngülerini sağladıklarından kimyasal gübre ve tarım ilacına gerek kalmıyor; toprağı çapalayacak olan işgücü ve tarım makinelerine de ihtiyaç azalıyor. Böylelikle hem verim artış gösteriyor , hem de toprağın doğal yapısı korunduğundan sele ve kuraklığa karşı direnci artıyor.

Permakültür tarım kesiminde kullanıldığı gibi kentlerde, evlerin balkonlarında, çatıda, küçük bahçelerde de uygulanabiliyor ve besinler doğal yoldan pratik yöntemlerle üretilebiliyor. Aynı şekilde evin elektrik ihtiyacı ev halkı tarafından karşılanabiliyor.Dahası güneşten sıcak su ve elektrik üretimi endüstri haline geliyor.

Bu uzmanlık gerektiren çok yönlü konuyu özetlersek; Permakültürün temiz enerji üretilmesi, atıksız çalışma, binalarda enerji ve su tüketiminde tasarruf, enerjinin rüzgâr, güneş ve toprak ısısı gibi doğal kaynaklardan sağlanarak, fosil yakıtlara bağımlılığın azaltılması v.b. çeşitli yararları bulunuyor.

Türkiye, permakültür sistemiyle 2010 yılında tanıştı. * O tarihlerden itibaren sıcak su ve elektrik üretiminde güneş enerjisi kullanımının yaygınlaştığı görülüyor. Yerel yöneticilerin artan talepleri üzerine artık “teknoloji yerelleşiyor.” En büyük tehlikeyse kuraklık. Permakültür uzmanları, sıcak ve kurak iklime karşı direnç gösterecek önlemler de öneriyorlar.

Bu konuda uzmanlaşmak için epeyce bir literatür birikmiş. Permakültür tasarımlarındaki gelişmeler dünyanın her yerine yayılırken Türkiye’de de dikkatle izleniyor. Bir yandan da kurslar düzenleniyor. Kurslarda uzmanlarca verilen derslerden bazıları: Çapasız bahçe yapımı, doğal göletler, yağmur hendekleri, su arıtma sistemleri, yağmur suyu toplama ve depolama sistemleri, yenilenebilir enerji uygulamaları (şebeke bağlantısı olmadan rüzgar türbini ve güneş panellerinden enerji üretimiyle) ve daha pek çok alt başlıklı konular… Kurs sonrasında kursiyerlere sertifika da veriliyor.

Kanımca bugünlerde permakültüre olan ilginin artmasını bekleyebiliriz. Her yerde koronovirüs salgınının atlatılmasından sonra dünyada artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak tartışmaları yapılıyor. Küresel güçlerin gelecek senaryolarını tahmin etmek güç değil. Devran sürecek: Teknolojik ürünler bilgisayar, cep telefonu v.b.- yenilenme adı altında denetimsiz bir biçimde üretilecek. Alan razı, satan razı, tüketiciler hoşnut edilirken kapitalizm de toplumsal temelini sağlama almış olacak. Teknolojiden yararlanamayan geniş kitlelerse üstüne üstlük, teknolojinin denetimsiz üretimi ve tüketiminin neden olduğu çevresel felaketlerle baş başa kalıyorlar. Aşırı sıcak, kuraklık, sel v.b. afetler, tarım ürünlerine zarar verirken, bu insanların temel besin kaynağı olan tahıllardaki fiyat artışı yönetimlerce umursanmıyor. “Açlık sınırında” tanımı boşuna çıkmadı!

Bu arada temiz suyun bir insan hakkı olduğunun kim farkında? Temiz suya ulaşamamaktan ne çok çocuk ölüyor!

Birbirleriyle rekabet içinde gözünü kâr hırsı büyümüş çokuluslu şirketlere karşı katılımcı, paylaşımcı, eşitlikçi, baskıdan uzak bir toplumda yaşamayı kim arzu etmez?

Sade vatandaşlar olarak yaşamın, gezegenin geleceği açısından bilim ve teknolojinin toplumsal denetiminin ne kadar önemli olduğunu hepimiz kavramak zorundayız. Bilginin kolektif niteliği , parayla satılmayıp yaygınlaştırılması , toplumcu bir özelliktir. Buna karşılık kapitalizm bilimi, bir alış veriş nesnesiymiş gibi “kendi için bir amaç olmaktan” fütursuzca çıkarıyor.

Neyse ki, araştırmalara göre, doğanın tahribine, ekolojik felaketlere karşı uluslar arası düzeyde tepki, taban buluyor. ( ‘Permakültür Bilgi Paylaşım Ağı’ kurulmuş.) Küresel sermaye karşısında bu tür oluşumların direnç noktalarının güçlendirilmesi kaçınılmaz oluyor; fosil yakıt tüketimiyle karbondioksit salınımı ve sıcaklığın artışı, gezegene daha fazla zarar vermeden harekete geçilmeli.

*Teknik bilgi için kullanılan kaynak: “Kritik Eşik” ( Taner Aksel, 2010,Cinius yayınları)

Not:
Konuyla ilgili sitelerde, hem ayrıntılı bilgi hem de çok sayıda görsel bulunuyor.