Tülin Tankut yazdı: Kendimizle yüzleşme zamanı

Salgınla mücadelede amaç, önce kâr değil, insan olmalı.Tarihin bize gösterdiği gibi, koronovirüs ilk değildir, son da olmayacaktır. Kapitalizmin bundan daha kötülerini getirmesini mi bekleyeceğiz? Kendimizi yetkeye teslim mi edeceğiz?

Tülin Tankut yazdı: Kendimizle yüzleşme zamanı

Tülin Tankut

Gençlik yıllarımdaki deneyimlerimden biliyorum, insanın kendisiyle yüzleşmesi o kadar da zor değilmiş.
Toplumsal sorunları kişiselmiş gibi algılama yanılsamasından kurtulmak meğer ne büyük bir rahatlıkmış!

Bir kız çocuğu olarak her güç karşısında baş eğmeye koşullandırılmıştık: Bu güç ister aile bireyleri olsun, ister okulda öğretmen, sonraları işyerinde patron; eş, kamuoyu; kendimizi bu gücün taleplerine uydurmaya çalışırdık.

Kimi zaman öfkelenir, başkaldırırdık. Ama bunun anlık olduğunu, gerçek bir başkaldırı sayılamayacağını çok sonra öğrendik. Zaten çevre de bunu ciddiye almıyor, “kadın psikolojisine” – regl falan- bağlayarak geçmesini bekliyordu. Geçmiyorsa, bu kez ceza devreye sokuluyordu. Çünkü başkaldırı- hele başkaldıran bir kızsa- genel ahlâkı yaralar, diye korkuluyordu.

Kendimizi tanıma isteğimizse kadın olduğumuz hatırlatılarak bastırıldı. Resmi ideoloji, dini ideoloji, gelenek hep birlikte bastırılma gereğinin doğruluğuna inandırmaya çalışıyordu bizi; Yaradan’ın emriymiş gibi. Örneğin beni öylesine inandırmışlardı ki, hani Yaradan’dan kuşku duyabilirdim ama bundan asla. Kadınların eğitimi beşikten mezara kadar sürüyordu. Peki niçin paylanıyorduk? niçin şiddete maruz kalıyorduk? Bunun yanıtı tekti: Kadınlık diplomasını hak etmediğimiz için.

Sonunda şunu öğrendim: Bilgisizlik sömürülenlerin, ezilenlerin aldatılmasını kolaylaştırıyor. Bilgi düzeyimiz arttıkça sınırlı kavrayışımız da genişliyor. (Gençlere tavsiyem, tüm sorunların aileden – günah keçisi ! – kaynaklandığı yanılsaması da ortadan kalkıyor ve daha sağlıklı ilişkiler kurulabiliyor.) Yeter ki doğru bilgi kaynaklarına ulaşabilelim. Tersi durumda üniversite bitirmiş olmak bile aldatılmayı engelleyemiyor.

Sözgelimi zaman zaman kendimize sorarız: “Özgür müyüm?” Yanıtlarımız da genellikle farklı olur. Ama yalnızca bizi ilgilendiren bu sorudan “Özgürlük nedir?” gibi genel bir soruya geçebilmemizi bize felsefe sağlar. Felsefenin önemi de buradan ileri gelir: Bizim hayal ve düşünce dünyamızı besler çünkü.

İstediğimiz halde neden özgürlüğü tadamıyoruz sorusunu da bilgi dağarcığımızı genişletmeden yanıtlayamayız. Özgürlüğü tadamıyoruz çünkü, kapitalist toplumda sömüren/ sömürülen, ezen/ ezilen sınıflar birada bulunduğundan bireyin özgürlüğünün bastırılması zorunludur. Toplumun/ genelin ihtiyaçları, tüm bireylerin ihtiyaçlarıyla uyuştuğunda özgürlükten söz edilebilir ancak; çünkü özgür olamayışın yarattığı psikolojik gerginlik o zaman ortadan kalkacaktır.

Kapitalizm, standart bir yaşamı benimsememizi bekler bizden.( Robot gibi) Yanlış bilinçlenmemizi sürdürmemiz için sahip olduğu tüm olanaklarıyla, başta tüketim ideolojisini yaygınlaştıran tek boyutlu popüler kültür olmak üzere, dini de yedeğinde tutarak önlemini alır. Böylece bizi toplumsal yapıyı eleştirme gücünden yoksun bırakır. Oysa çağdaş toplumda bir avuç varsılla, halkın çıkarlarının ortak olmadığı ortada; sermaye, kârını ucuz işgücünden sağlıyor.

Koronavirüs salgınından önce de , kazanın içindeki kurbağa misali, su yavaş yavaş ısınıyordu. Bizse cep telefonları, internet gibi yeni teknolojilerin bağımlılık derecesinde cazibesine dayanamayıp kapılmış gidiyorduk bahtımızın rüzgarına. Rutin yaşamı kanıksamış, huzur ve güven içinde mutlu görünen kesime öykünüyorduk. Denilebilir ki, bilim ve teknolojik gelişmeler, yaşam kalitemizi yükseltiyor; iletişim ve seyahat olanaklarımızı artırıyor. Ama eşitsizlikleri azaltmıyor. Bu da dünya barışının korunmasını zorlaştırıyor.

Gelecek konusunda toplumu uyarmak için çırpınan sol kesimeyse kulak asmıyorduk. Hak arayışına ne oldu, diye kaygılanmıyorduk. Oysa örgütlü kitlelerin kararlı direnişi yönetimlere geri adım attırır. Ancak yurttaş, demokratik örgütlenme hakkını bile kullanamaz hale gelmişse; düşünce ve ifade özgürlüğü zarar görmüşse örgütlenmek mümkün değildir. Bunun için eksiklerine karşın hukuka ihtiyaç vardır. Laiklikle demokrasi arasındaki ayrılmaz ilişkiyi kavrayamadıktan sonra da bunların hiçbiri gerçekleşemez.

Bu arada biz dünyayı kasıp kavuran kadına yönelik şiddeti bile yalnızca bireysel boyutuyla ele alıyorduk. Ülkelerin demografi, etnik ve dini, mezhepsel kökenli ayrımcılık politikalarında, savaşlarda, düşman tarafının kadınlarına karşı cinsel şiddetin- tecavüz-, gebe kadınların öldürülmesi v.b. uygulamaların bu politikaların bir parçası olduğunun üzerinde durmuyorduk.

Hak ve özgürlük talepleriyse şiddet kullanılarak bastırılmaya yazgılıdır. Zira kapitalizm şiddete başvurmadan ülkeleri yönetemez.

Öte yandan içinden geçmekte olduğumuz sürecin karmaşasından duygularımız da hasar gördü. Dostluğun, dayanışmanın belirleyici olduğu ilişkiler, çıkar beklentisiyle zedelendi. “Salgından yaşlılar ölüyor daha çok” diyebiliyor gençler, sosyal medyada. Politikacıların salgına öncelikle kâr- zarar mantığıyla bakması bizi şaşırtmaz da yaşlılara yönelik ırkçılık gerçekten korkutucu. Tüm “öteki”leri de ırkçılık tehlikesi beklemiyor mu?

Bütün bunlardan sonra koronavirüs salgını için bir rastlantıdan ibaret diyebilir miyiz?

Salgınla mücadelede amaç, önce kâr değil, insan olmalı.Tarihin bize gösterdiği gibi, koronovirüs ilk değildir, son da olmayacaktır. Kapitalizmin bundan daha kötülerini getirmesini mi bekleyeceğiz? Kendimizi yetkeye teslim mi edeceğiz?

Bugün hâlâ küresel kapitalizmin yarattığı toplumsal sorunlar üzerine menkıbeler düzülerek ahkâm kesiliyor. İşte bilinçlenmemiz için bir fırsat! Çoğumuz zor yıpratıcı işlerde çalışarak, geçim derdinden başka hiçbir şey düşünemez hale geldiğimiz günleri geride bırakıp kendimizle yüzleşmeye zaman ayırabiliriz. Bunun için bizi doğru bilgiye ulaştıracak sosyal medya kanallarından da yoksun değiliz. Salgından sonraki süreç, hayatta kalan çoğunluğun yazgısını etkileyecektir. Ebeveynler olarak çocuklarımızı geleceğe hazırlarken de Einstein’a atfedilen şu sözü hatırdan çıkarmayalım: ” Nedenleri değişmedikçe sonuçların değişeceğini sanmak ahmaklıktır.”
Ama önce biz yetişkinler dimdik ayakta durmalıyız. Evhama kapılırsak, bağışıklık sistemimizin zayıflaması sonucu, hastalığa karşı direnme gücümüzü yitireceğimizi unutmadan…

Yinelemekte yarar var: Kararsızlıktan kurtulup sola kulak vermeliyiz. Sol haklı çıktı. Salgın, insanlığın eşitlikçi bir toplum anlayışıyla yönetilmesinin zorunluluğunu bir kez daha gözler önüne serdi.