Tülin Tankut yazdı: Edebiyatımızın muhalif kalemlerinden Leyla Erbil

Yapıtlarında, ülkede henüz adının bile telaffuz bile edilmediği bir dönemde, cinsiyet ayrımcılığına yer vermesi, kuşkusuz Erbil’in büyük yazarlara özgü yazarlık öngörüsüyle açıklanabilir. Ancak onun, toplumcu bir yazar olarak kadın sorununu da kapsayan birikimini de gözden kaçırmamalı. 80’li yılların başlarında, feminizmi kuşkuyla karşılar, “Sosyalizm, feminizmi de kapsar” düşüncesini savunur.

Tülin Tankut yazdı: Edebiyatımızın muhalif kalemlerinden Leyla Erbil

Tülin Tankut

Leyla Erbil, 1950 kuşağı içinde yer alan, edebiyatımızdaki özgün konumuyla tanınan bir yazarımızdır. Yazmakla da yetinmeyip devrimci mücadele içinde olmuştur hep.

Hemen her yapıtında, ülkenin önemli toplumsal- siyasal olaylarına yer vermiştir. Mustafa Suphi ve arkadaşlarının öldürülmesi, 6-7 Eylül olayları; Sivas, Bahçelievler, Maraş katliamları; 12 Mart ve 12 Eylül askeri darbeleri, sıkı yönetim uygulamaları, siyasi cinayetler ve daha niceleri… Dolayısıyla yapıtlarının satır aralarından toplumsal- siyasal ileti çıkarmak olanaklıdır. Ama bu, yapıtlarını siyasi bir metin gibi okumak anlamına gelmemeli. Tümü, yazarın hem sanatsal- yazınsal hem de toplumsal ve siyasal birikimlerini içerir.

Erbil, 1961’de Türkiye İşçi Partisi (TİP) üyesidir, sanat ve kültür bürosunda çalışır. 1970’de Türkiye Sanatçılar Birliği üyesi. 1974’te Türkiye Yazarlar Sendikası kurucusu, PEN Yazarlar Derneği üyesi.

1965- 80 arası solun toplumsal bir güç olarak sesini duyurduğu yıllarda, mücadeleci kişiliğiyle her türlü haksızlığa meydan okur. Nitekim ödül jürilerine güveni sarsıldığı için 1969 yılında birkaç yazar arkadaşıyla birlikte ödüllere katılmama kararı alırlar. (Kitaplarında “Bu kitap hiçbir yarışmaya katılmamıştır” yazılıdır.) Buna karşın ödüller peşini bırakmaz:

1979’da ABD Iowa Üniversitesi Onur Üyeliği, 2000-20001 Ankara Edebiyatçılar Derneği Onur Ödülü, 2002 Türkiye PEN Yazarlar Derneği tarafından Nobel Edebiyat Ödülü’ne Türkiye’den ilk kadın yazar adayı olarak gösterilir. (Gerekçe: Erbil’in, “Türkçeye ve edebiyata hâkim oluşu; insana, hayata ve dünyaya karşı sorumlu aydın tavrıdır.”)

1990’larda edebiyat çalışmalarını sürdürürken, “zamanın ruhu”na ayak uydurmamış, siyasal duruşunu korumayı bilmiştir. 1996’da F tipi cezaevleri ve açlık grevlerine dikkat çekmek için yayımladığı bildiriyi yüz kadar sanatçı arkadaşına imzalatır. 1996’da Özgürlük ve Dayanışma Partisi’nden milletvekili adayı olur, seçimden sonra partiyle yolunu ayırır, parti üyeliğinden istifa eder.

Siyasi duruşu ve mücadelelerinden ödün vermeyen tavrı nedeniyle , onun yapıtları için “politik bir şiir” diyenlere hak vermemek elde değil. İnsanları mutsuz eden, verili olan her şeye duyduğu öfkeye bakarak diyebiliriz ki, böyle bir içeriği de ancak böyle bir biçim (şiir) cisimlendirebilirdi. Siyasi eleştirilerini dürüstçe yaptığından etkileyici biçemiyle öfkesini okura da geçirir. Okuru sarsar; özeleştiri yapması için yüreklendirir.

Kendine, yazarlığına karşı da eleştireldir. Özeleştiri yapmadan başkalarını eleştirme hakkını kendinde görmez. Nitekim yapıtlarındaki kadın kahramanlarda otobiyografik öğelere rastlarız. (“Tuhaf bir Kadın” 1971, “Karanlığın Günü” 1985, “Cüce” 2001)

İçinde yer aldığı kültür-sanat ortamından dışlanma pahasına bu tutumunu değiştirmez. Eyleme geçme iradesi gösteremediklerinde ülkenin aydın kesimini kıyasıya eleştirir. (“Karanlığın Günü”nde, üç gencin asıldığı gün yapılan aydın toplantısında bu konuyu irdeler)

Öte yandan estetik arayışları sırasında “dil’e büyük önem verir. Enerjisi, dinamizmi ve tabii toplumcu – eleştirel bakış açısı “dil”de de kendini belli eder. Özellikle kurulu düzeni eleştirmek için dili zorlar, yepyeni sözcükler yaratır.

Batı kültüründen beslenmiştir; ki eleştirel tutumu üzerinde bunun etkili olduğu aşikârdır; ancak doğup büyüdüğü ülkenin, kültürel özgüllüğünün bilincindedir. İslam konusunda hatırı sayılır derecede bilgi sahibidir. Öztürkçe ve İngilizce’nin yanı sıra Osmanlıca’yı, İslami terimleri, edebi dil olarak kullanır. Samimi dindarlara, kültürel Müslümanlığa saygılıdır, ancak 80 sonrasında ülkede dinci kesimin güçlenmesinden kaygı duyar. Cumhuriyet’i hedef alarak, laikliğe darbe vuran İslamcı çevrelere arka çıktıkları düşüncesiyle liberal kesime uzak durur. İlerici güçlerin de laikliği bile savunamaz hale geldiğinden yakınır.

Bu konudaki rahatsızlığını yaşamının son günlerine kadar sürdürür. Köktenciliğe,dogmatizme karşı Aydınlanmacılığı savunur. Kutsal kitaplardaki metinleri, manipüle edip kendi iktidarını sağlama almak için kullanan siyasetçilere savaş açar. Yeni Dünya Düzeni’yle birlikte, “her biri kendi alanına hapsolmuş” aydınlar, piyasa baskısına teslim olarak muhalif kimliğinin yok edilmeye çalışılmasına sessiz kalan yazarlar, siyasal iktidarların borazanı medya v.b. çevreler, eleştiriden paylarına düşeni alırlar.

Erbil, toplumsal kurumların bireyi mutsuz eden baskıcı niteliğine isyan eder ve aile kurumunu sorunların merkezi olarak görür. Yapıtlarında kadın kahramanların başrolde olmasının da gösterdiği gibi, kadın sorunlarını hem özel alanda (aile içinde) hem de kamusal alanda (eğitim, iş, hukuk vb.) adeta kuramsal düzeyde irdeler; üstelik 80 sonrasında, daha ikinci dalga feminizm ülkeye girmeden önce. Kadınların kendi bedenlerine sahip çıkmalarını savunur, anneliği sorgular. Bugün gündemde olan taciz, cinsel istismar şiddet vb. feminist izlekleri işler. Dahası erkek yazarların kadına karşı önyargılı eril bakışını eleştirirken ilerici olanlarını eleştiriden muaf tutmaz. Yapıtlarında, ülkede henüz adının bile telaffuz bile edilmediği bir dönemde, cinsiyet ayrımcılığına yer vermesi, kuşkusuz Erbil’in büyük yazarlara özgü yazarlık öngörüsüyle açıklanabilir. Ancak onun, toplumcu bir yazar olarak kadın sorununu da kapsayan birikimini de gözden kaçırmamalı. 80’li yılların başlarında, feminizmi kuşkuyla karşılar, “Sosyalizm, feminizmi de kapsar” düşüncesini savunur.

Eleştirmenler, Erbil’in düşünce kaynaklarının Marx ve Freud olduğunu öne sürmüşlerdir. Erbil, Marx’a kendi kavrayışı doğrultusunda sahip çıkar. Küresel kapitalizm çağında, siyasal mücadelelerin başka biçimler aldığının farkındadır. Muhalif medyada yer alan eleştiri, polemik, söyleşi v.b. yazıları; yürüyüş, imza kampanyası gibi etkinliklere katılması, siyasi duruşundan ödün vermeden dünyadaki, içinde yaşadığı toplumdaki değişim ve dönüşümlere dair düşüncelerini sorgulayıp yenilediğini göstermektedir. Nitekim süreç içerisinde, kapitalizmle ataerkilliğin birbirini beslediği düşüncesine kanaat getirerek, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini ve “kadın yazar” tanımını kabul etmiştir.

Erbil üzerindeki Freud etkisine gelince; yazarın, insanı mutsuz ettiğini düşündüğü burjuva ikiyüzlülüğüne tahammülsüzlüğü tüm yapıtlarında belirgindir. Freud’ten de insan ruhunun derinliklerine inmek için yararlandığı açıktır. Ancak hiçbir kurama körü körüne bağlanmaz. Uzman çevrelerde Freud’un kuramının “bilinçdışı, im, metafor ve simgelerle iş gördüğü” iddia edilir. Bu anlamda kuram için bir “dil” gibidir, denir. Çağdaş araştırmalarsa, bu “dil”in “erkek bakış açısıyla geliştiğini” ortaya koymuştur.Dolayısıyla Erbil, dildeki cinsiyet kodlarını da mercek altına alır.

Gerek edebiyatından gerekse siyasi duruşundan hiç ödün vermemiş olan yazarımızı saygıyla anıyorum.

 

*Bu yazı ilk olarak İlerici Kadınlar Derneği’nin aylık yayını ‘Kadınların Sesi’nde yayımlanmıştır.