TKP üyesi Nuri Musluoğlu: TKP'ye girdikten sonra bir daha ayrılmadım

Etraf TKP adını kullanan kuruluşlarla kaynıyor. İşçi sınıfının tek bir öncü gücü vardır, tek bir TKP vardır, bu da bugün TKP adını kullananların hiçbiri değildir.

TKP üyesi Nuri Musluoğlu: TKP'ye girdikten sonra bir daha ayrılmadım

Nuri Musluoğlu 1965 yılından Almanya’ya çalışmak için göç etti, burada Türkiyeli işçilerin örgütlenmesinde aktif görev üstlendi, dernek kuruculuğu ve yöneticiliği yapan Musluoğlu 1974 yılında TKP’ye üye oldu. TKP’nin 100. Kuruluş yıldönümünde partiyi, mücadeleyi ve geleceği konuştuk. Bizim “Tarihsel TKP” kavramına kızıyor, “düpedüz TKP üyesiyim” diyor. Sözü Nuri abimize, yoldaşımıza bırakıyoruz.

Merhaba Nuri abi Türkiye Komünist Hareketinin TKP’nin 100. Yaşında 100. yıl komiteleri çağrısını nasıl değerlendiriyorsun?

Önce bir konuya açıklık getirmek istiyorum. Ben ‚Tarihsel TKP üyesi falan değilim, ben düpedüz TKP üyesiydim. 1970’lerin başında TKP’ye girdikten sonra bir daha ayrılmadım işçi sınıfının önder gücünden. Çok acıdır ki böyle söylediğiniz zaman hangi TKP diye soruluyor. Etraf TKP adını kullanan kuruluşlarla kaynıyor. İşçi sınıfının tek bir öncü gücü vardır, tek bir TKP vardır, bu da bugün TKP adını kullananların hiçbiri değildir. TKP Son likidasyon nedeniyle parti kadroları büyük oranda dağılmış olsa da bu geleneği, mücadeleyi sürdüren yüzlerce, binlerce TKP üyesi, sempatizanı yandaşı yaşıyor, onlar tarih olmadılar. TKH’de bu geleneği devam ettiriyor, bu anlamıyla 100. Yıl komitelerini çok anlamlı buluyorum. 100. Yılımızı hep birlikte çoşkuyla kutlamanın çok anlamlı olduğunu düşünüyorum.

Abi Partiyle nasıl tanıştınız, hangi çalışmalarda bulundunuz?

Benim partiyle tanışmam biraz değişik koşullarda oluştu. 1965 yılında Almanya’ya gittim. Bir fabrikada öğrenci çırak olarak 1966 yılında öğrenime başladım ve hemen Alman Metal İşçileri sendikası ІGM ile tanıştım. 1971 senesinde öğrenimim bitince, o zamanlar parayla mümkün olmayan askerliğimi yapmak için Türkiye’ye geldim ve kıtada 20 ay askerlik yaptım. O tarihlere kadar en fazla bir sosyal demokrattım. O sıralar 12 Mart muhtırası verilmişti, her taraf kaynıyordu. Almanca bilmem, bir de teknik resimden anlamam nedeniyle askerlik yaptığım kışlalarda bana önem veriyorlardı. Her tarafta Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan aranıyordu. Mahir Çayan Maltepe cezaevinden firar etmişti. Trakya’da köy yollarında silah elde az tomruk kamyonu, köy otobüsü durdurup, arattırılmadık. Henüz sosyalizmi tanımıyor, fakat aldığımız emirle yaptırılanlara da akıl erdiremiyor, sebep arıyor bulamıyordum. Birçok şeyi vicdanımla bağdaştıramıyordum. İlk defa yasaklandıkları için kitapçılardan emirle topladığımız bazı kitapların içinden bazılarını alıyor ve okuyor, yine yasaklı olan ve toplanan bazı 45’lik plakları alıyor dinliyordum. Aklım bu yapıtların neden toplandığına ermiyordu. Konu çok uzun, oraya girmek istemiyorum. Terhis olunca konuyu araştırmaya karar vermiştim. 1974 senesinin başında terhis oldum ve tekrar Almanya’ya geri döndüm. Çevremde hep askerde gördüklerimi konuşuyordum, kafamdaki sorulara cevap arıyordum. Bir gün postadan Nazım Hikmet`in 8 ciltlik Bulgaristan baskısı kitapları ile Kurtuluş diye bir gazetenin birkaç sayısı çıkmıştı. Kurtuluş gazetesi Berlin kökenliydi ATTF yayın organı. Önce kızdım, kimlerin gönderdiğini bilmiyordum. Ben o tarihlerde kendimi sosyal demokrat olarak görüyordum, gazete sosyalizmden bahsediyor ve beni fersah fersah aşıyordu.

Kısa bir müddet sonra, o zamanlar yaşadığım Göppingen kentinde bir dernek kuralım dedik, Göppingen Demokratik Halkçı Birliği diye bir dernek kurduk ben derneğin kurucusu olarak ilk başkanı oldum. FİDEF o zamanlar yeni kuruluyordu, paralelinde Ecevitçiler denen bir gurup da Halkçı Birlikleri Federasyonunu kurmaya gayret ediyorlardı. Ben iki federasyon olayına karşı çıktım, federasyonun tek olması gerektiğini, bölünmenin zararlı olduğunu, bu nedenle, Federal Almanya’da işçilerin sorunlarına daha aktif yaklaşan FİDEF’te birleşilmesini savunuyordum. Federal Almanya`da işçilerimizin birlik örgütleri kurulmasını ve tek bir federasyonu savunuyordum. Olmadı, biz büyük bir gurup olarak dernekten koptuk Göppingen İşçi Birliği diye yeni bir dernek kurduk, FİDEF’e bağladık. Bu arada Alman Metal İşçileri Sendikası ІGM’de öncelikle Türkiyeli İşçiler arasında aktif çalışmalar yapıyordum. Yine aynı zamanda Almanya Komünist Partisi DKP`yi tanımıştım. İşin güzel tarafı Alman Sosyal Demokrat Partisi SPD’de de üyeydim ve hatta bölge yürütme kuruluna getirilmiştim. Öncelikle DKP’li Alman arkadaşlarımla yaptığım konuşmalarda, askerliğim sırasında yaşadığım olaylara ve sorularıma cevap bulur olmuştum. Sosyal Demokrasi ile Sosyalizm ve Komünizm arasındaki farkları arıyordum ki komünist manifesto`yu tanıyıp, tartışmaya başladım. Kendimi komünist düşüncelerin içerisinde buldum, sosyal demokrasiyi eleştiriyordum artık. Bir gün, 1974 yılının sonlarında zaman zaman derneksel görüşlerini tartışmak için evime gelen ve çoktandır tanıdığım, çalışmalarımı da yakinen takip eden kuzey Almanya`dan bir arkadaşım konuşma teklifinde bulundu. Alman siyasi polisinden çekingenliğimizden bir parka gittik, orada bana parti üyeliği teklif edildi. Uzun zamandır yaptığım çalışmalar izlenmiş, parti bütün çalışmalarımda dirsek boyumdaymış ben farkında değilmişim. Böylece ilk parti örgütümüzü kurduk. Bu arada bölgemize yakın başka derneklerle ilişkileri geliştirdik, sokaklarda, meydanlarda bir kısım protesto eylemlerine ve grevlere aktif katılıyorduk, çevremizdeki kitle büyüyordu. Bu arada bana fabrikadan ayrılarak Türkiyeli vatandaşlara sosyal hizmet veren bir kuruluşta çalışma önerisi getirildi, sınavlara girdim kazandım ve meslek değiştirdim. Daha sonra bölgemi değiştirdim, Heilbronn’a geçtim ve hemen arkasına yabancısı olduğum Sosyal işler için Münih’de Sosyal Akademiye gittim, 3,5 sene boyunca. İşçi kökenli bir sosyal danışman olarak vatandaşlarımla bağlarım genişlemişti.

Artık kafamda cevaplayamadığım soru sayısı azalmıştı, sadece onları derinleştirme sorunum vardı. Almanya içerisinde Alman Komünist Partisi DKP ile eğitim veren parti okulları vardı, defalarca oralarda eğitim aldım. Kitleleri örgütlemeye başlamıştım, epeyce de bir ağırlığım oluşmuştu. Eylem saham sadece bölgemi değil tüm Federal Almanya`yı kaplamaya başlamıştı. Türkiye’deki Maden İş ve DİSK eylemlerine destek veriyor, zaman zaman Türkiye’ye gelerek, Türkiye`de ki eylemlere, grevlere desteğe katılıyordum. Türkiye’deki Maden İş grevlerinde, yürüyüşlerin bir bölümünde ben de vardım.

Unuttum, bu arada özel merakım fotoğrafçılığımı da geliştirmiştim. Eylemlerde sırtımda koskoca bir video kamerası, boynumda fotoğraf makineleri dolaşıyor, yapabildiğim kadarıyla dökümanlaştırıyordum bu eylemleri. Evimde kendime bir siyah/beyaz fotoğraf laboratuvarı kurdum, fotoğrafları burada tabediyordum. Türkiye`de yayınlanan o zamanların Politika gazetesine, zaman zaman Cumhuriyet ve yine o zamanların Milliyet gazetesine, Adımlar, Savaş Yolu gazetelerine zaman zaman da Ürün gibi bazı dergilere haber ve yazı gönderiyordum, hepsi takma ad ile. Güney Batı Almanya`nın haber ve fotoğrafları bende merkezileşmişti. Türkiye`de öncelikle Konuk ve Ürün Yayınevlerinde basılan tüm kitaplar toplu olarak posta yoluyla benim elime geçiyor, yanımda olan birkaç yoldaşla geniş bölgede dağıtımını yapıyorduk.

Bütün bu eylemlerim Alman yoldaşlarımla ilişkilerimi engellemiyordu. Aslen, tek ülke tek komünist partisi ilkesine göre Almanya Komünist Partisi DKP üyesi olmam gerekirken, bizlere tanınan bir ayrıcalıkla, DKP yerine TKP`de toplanmıştık. Antifaşistler Birliğinde (VVN) faal çalışmalar yapıyordum ki, bu arada Hitler ve Alman Nazizmi üzerinde epeyce bir bilgi edinmiştim. Alman Anti Faşistler Birliği’nin (VVN) Eyalet örgütünde yürütme kurulu üyeliğine kadar getirildim, uzun seneler çalıştım eyalet düzeyinde öncelikle Alman dost ve yoldaşlarımla, 1980 senesinin ötesinde de.

Geldik 1980 senesine ve eylül ayına. Türkiye`de baskı artmıştı, biz Almanya`da daha rahattık, her ne kadar Alman siyasi polisi karşımıza çıkıp bizi yıldırmaya çalışıyor da olsa biz yılmıyor çalışmalara hızla devam ediyorduk. Türkiye`de ki yoldaşlarımızın sesi olduk, daha sonra TKP tutuklamaları başladığında bende Almanya`da birçok başka yoldaşla birlikte onlara sahip çıkmaya çalıştım. Aslen örgüt ayırmıyordum, başka örgütlerden de dara düşenlerin yanındaydım. TKP`li olsam da birçok başka sosyalist örgütle ilişkilerim vardı, bu da beni bir bakıma dokunulmaz kılıyordu. Parti örgütlerimiz arasında önce askeri cunta mı, yoksa faşist cunta mı tartışması büyüdü. Ben, geçmişteki Alman Nazizmini de tanıdığımdan, Türkiye`de ki durumun faşist olduğunu düşünüyordum, fakat örgütsel disiplin içinde de olayı büyütmemeye çalışıyordum. Bu arada sekiz sene Türkiye`ye gelemedim.

Bu arada Türkiye`den gelen, Almanya`ya sığınan eski Politika gazetesinden bazı arkadaşlarla, Avrupa`ya yönelik bir gazete çıkarılmasına karar verildi. Ben de birdenbire nasıl olduğunu anlayamadığım bir şekilde ismi Türkiye Postası konulan bu gazeteye fotoğraf ve haber vermeye başladım. Artık profesyonel bir muhabir gibi elimde fotoğraf makinesi eylemden, eyleme, toplantıdan toplantıya koşuyor, yazı, haber fotoğraf topluyordum, bildiriler hazırlıyordum. Resmi görevim nedeniyle bütün bu çalışmalarımda biri, çok kere olmak üzere, değişik değişik takma isimler kullanmaya başlamıştım. Birçok kişi artık beni gördüğü zaman benim adımla değil, en çok kullandığım takma ismimle tanıyorlardı, bu da çalışmalarımın boyutlarını oldukça yükseltiyordu.

Bu arada anlam veremediğim, komünist düşüncelerimle bağdaştıramadığım bazı olumsuz şeyler olmaya başladı. Bölgelerde, partili olmaması gereken bazı kişiler sorgusuz sualsiz ve deneyden geçmeden partili yapılmaya başlanıldı, hem de sorumlu görevlere getirildiler. Partililer arasında bir şaşkınlık hüküm sürüyordu. Gerekçe sormaya kalkıldığında, parti yığınlara açılıyor deniyordu. Halbuki ben Komünist Partisi`nin yığın partisi olmadığını, yığınlara açılmak için legal örgütler kurulur, yığınlar oralarda kucaklanır diye düşünüyordum. Bu tip yeni ve ek üyeler parti içerisinde çalkantılara yol açtılar, eski yoldaşlarla zaman zaman birbirlerine düşman kesildiler. İşte tam bu tür yeni üyelerin hemen hemen hepsi sonraları partiden uzaklaştılar, hatta sola düşman konumlara geldiler. Tam bu şaşkınlık sırasında bir de legale çıkıyoruz denilerek, topluma açık parti toplantıları yapılmaya başlanıldı. Geçmişte aynı örgütten olduğumuz hiçbir partili tanımıyor, sadece tahmin edebiliyor olurken, birdenbire herkes birbirini kimi zaman da parti ismiyle tanımaya başlamıştı. Bazı Merkez Komitesi üyeleri, bazı toplantılarda kendilerini Merkez Komitesi üyesi olarak tanıtmaya başlamışlardı. Haydar Kutlu legal olarak sahneye çıkıp konuşma yapıyordu. Toplu parti toplantılarında artık `proletarya diktatörlüğü`nün geçerli olmadığı konuşuluyor, fakat tartışılamıyordu. Aynı sıralarda Sovyetler`de glasnost-perestroika diye o güne kadar bizim öğrendiğimiz ve anladığımız komünist partisi ilkelerine ters tezler gündeme geliyordu. Kısaca ortada açık bir curcuna vardı. Hemen arkasından bazı Merkez Komitesi üyelerinin Türkiye`ye döneceği duyuldu ve döndüler de. Türkiye Komünist Partisi ile Türkiye İşçi Partisi birleşmesi gündemdeydi ve sonuçta birleşme ilan edildi ve TBKP kuruldu. Ben konuya daha eleştirisel bakıyor, komünistlerin partisel birliğine evet, fakat komünist olmayanların komünist partisine katılamayacağını düşünüyordum. Legalite koşullarının oluşmadığını düşünüyor, geriye dönüşleri kavrayamıyordum. Bu nedenlerle, parti çalışmalarında arama mesafe koymaya başladım. Bu nedenle hiçbir zaman TBKP üyesi de olmadım, partiden de ayrılmadım ve ihraç edilmedim. Benim gibi daha başka yoldaşlar olduğunu da görüyordum, fakat hiçbirimiz o curcuna içerisinde sesimizi fazla yükseltemiyorduk. Bu durumda partiyle bağımız koptu ve bilindiği üzere o arada partide, o günlerin yönetici kaddrolarınca ligite edildi. İşte işin özeti. Ben geçmişteki çizgimin doğru olduğunu bugün de savunuyorum.

Bugünkü mücadeleye ve geleceğe dair neler söylemek istersin?

TKP`nin 100`üncü yılını coşkuyla kutluyorum. Komünistlerin (dikkat edin) komünistlerin diyorum, birliğini hala savunuyorum. Her ülkede komünist partisi tektir diyorum. Fakat Türkiye`de komünist adını kullanan birçok partinin olduğunu da görüyorum ve bunun doğru olmadığını bunların komünist partisi olmadıklarını düşünüyorum. Fakat kendisinin komünist partisi olduğunu savunan bu parti yelpazesi içerisinde hemen hemen hepsinde birçok komünist olduğunu da düşünüyorum. Komünist Partisi yığın partisi değildir, bir sınıf partisidir, işçi sınıfının en bilinçli kesimlerini örgütler, çevresini yığın örgütleriyle örümcek ağı gibi örer. Hiçbir ülkede birden fazla komünist partisi olmaz. Komünist Partisinin nasıl olacağı Komünist Manifesto`da belgelenmiştir. Bu nedenle 100. yılın birçok parti ve kuruluş içinde bulunan komünistlerin kendi örgütlerini, işçi sınıfının öncü gücünü bulmalarına, ona dönmelerine vesile olmasını bekliyorum. Komünist partisi tüm likide girişimlerine, tüm ihanetlere hatta tüm hatalara rağmen yok edilemez. Zaman zaman birçok kere TKP`de de olduğu gibi ağır yenilgi alabilirler. Verilen savaşta yenilgi almak da çok doğaldır. Fakat komünistler partilerine sahip çıkarlar. Yeni komünistleri örgütlerler. Bu savaş kuşaklar savaşıdır. Deneyimli tecrübeli yoldaşlarımız genç komünistlerle buluşarak partimizi yeniden ayağa kaldırmamız gerekiyor. TKP`nin 100 yılı hepimize kutlu olsun.