Tarihsel TKP üyesi Kazım Gümüş: TKH’nin görevlerinden ilki komünistlerin birliğini savunması ve sağlaması, tarihine sahip çıkmasıdır

TKH'nin 100.yıl çağrısını olumlu buluyorum. Sürekli olan yayınlarını takip ediyorum. Bu harekette tarihsel TKP'den yoldaşlarım var. Kendime daha yakın görüyorum. TKH’nin birincil görevlerinden ilki komünistlerin birliğini savunması ve sağlaması, tarihine sıkı sıkıya bağlı olması, sarılması, sahip çıkmasıdır.

Tarihsel TKP üyesi Kazım Gümüş: TKH’nin görevlerinden ilki komünistlerin birliğini savunması ve sağlaması, tarihine sahip çıkmasıdır

Tarihsel TKP üyesi Kazım Gümüş ile sosyalizmle tanışıklığını, Parti’ye örgütlenmesini, işçi mücadelesi tanıklığını ve komünistlerin 100. yılına dair değerlendirmelerini konuştuk.

Merhaba sizi tanıyabilir miyiz, TKP ile tanışmanızı ve örgütlenme süreciniz sizden dinleyebilir miyiz?

1976 yılıydı, askerlik dönüşü İzmir’den İstanbul’a gelmiştim. O yıllarda çocukluk arkadaşım İstanbul’da çalışıyordu, Küçük kardeşi onun yanında kalıyor, Sefaköy’de büyük bir fabrikada iş bulmuş, o da İstanbul’daydı. Üç beş gün kalıp İstanbul’u gezecek sonra İzmir’e dönecektim. Zira İstanbul’a ilk gelişim, bu koca şehri ilk görüşümdü. Bir gün akşam iş dönüşü ‘abi fabrikaya imtihanla frezeci işçi alacaklar, ne dersin?’ dedi ve fabrika hayatım böyle başlamış oldu.

İmtihanı kazanmış frezeci olarak işe başlamıştım. Ülkenin çalkantılı yıllarının başıydı diyebilirim. Çalıştığım fabrikada işçiler DİSK’e Bağlı T. Maden-İş sendikasında örgütlüydüler. Ve işyerinde işçiler arasında müthiş bir kardeşlik duygusu, dayanışma ruhu vardı; hiç yabancılık çekmedim sizin anlayacağınız, bir anlamda hazıra konmuştum. Önceleri de ta ortaokul yıllarından itibaren sol düşünce ile tanışmış İnce Memed’i, Ana’yı, Kuyucaklı Yusuf’u vb. kitapları hatim etmiştim. Frezeci olmamama rağmen işe çabuk adapte oldum. Ne de olsa ben de motor teknikte okumuştum, teknik resim bilgim vardı. Teknik resim bilgisi olmayan bu makinelerde zaten çalışamaz.

Bir iki ay sonra Türkiye işçi sınıfının tarihinde çok önemli dönemeçlerden biri olan Devlet Güvenlik Mahkemeleri direnişi başladı. İşyeri temsilcileri ve işçiler olarak inanılmaz bir mücadele sergiledik. İşçi sınıfı tarihinde benzeri az görülen dayanışma örnekleri yaşadığımız günlerdi o günler. Yaşayanlar bilir dünyanın en büyük davasıdır o dava. Aşağı yukarı yanılmıyorsam 600-650 bin kişiye yakın DİSK’e bağlı sendikalara üye işçi hakkında dava açılmıştı ve hepsi ifade vermişti. Sonuç olarak Başta DİSK, parlamentoda muhalefet, demokrasi güçleri, sendikalar, TÖB-DER, POL-DER ve ülkenin aydınları bu gerici emek düşmanı yasayı savunan gerici-faşist güçleri inanılmaz bir mücadeleyle alt etmiştik.

Fabrikaya yeni girmeme rağmen DGM direnişinde başta işçiler ve sendika yönetiminin dikkatini çekmiş olmalıyım ki sendika işyeri temsilci seçimlerinde en yüksek oyu alanlardan biriydim. Aradan bir yıl geçti geçmedi, Baştemsilci arkadaş ‘seninle çok özel bir şey görüşeceğim’ diyerek beni evine davet etti. Temsilci olduğumdan sonra zaten evine misafir olarak gider gelirdik. Yemekten sonra evin bir odasına çekildik. ‘Sana birşeyler soracağım’ dedi. Benden yaşça büyük olan baştemsilcime ‘buyur abi’ dedim. ‘Sen hiç Türkiye işçi sınıfının partisinin adını duydun mu’ ve buna benzer sorular sormaya başladı. Ben de ‘evet duydum’ dedim. Zira ‘oturduğum apartmanın posta kutusuna Atılım diye yayın organının atıldığını ve onu alıp gizli gizli okuduğumu ve TKP’yi ordan tanıdığımı’ söyledim. Bana bir kağıt, bir kalem bırakıp ‘öz geçmişini buraya yaz’ deyip, odada beni yalnız bırakıp dışarı çıktı. İşte Parti’yle TKP ,le tanışmam, örgütlenmem böyle başladı.

Politik çalışmalarınızda hangi görevlerde bulundunuz?

Safraköy T. Maden-İş 16. bölgede işyerlerinde işçiler arası Parti örgütlü yapısını (tanımasanız da, ki illegalite koşullarında asla mümkün değil) size kendini hissettiriyordu. Gündüzümüz ve gecemiz pek belli değildi. Bu ara Safraköy İGD şube kuruluşunda üç aya yakın Parti direktifiyle “başkan”lık yaptım. Nerede eylem varsa, eylem konacaksa biz oradaydık. İnanılmaz bir kolektif çalışma vardı. Ekonomi-politik ders çalışmalarımız hızla devam ediyordu. Bu ara bölgede sendika genel merkezimizin görevlendirmesiyle A tipi sendikal eğitim dersleri vermeye
başladım. Bir dünya işçi arkadaşımıza bu eğitimleri verdim/verdik.

(Bunlardan birinde akşam bir kahvede ders verirken eli kanlı faşistler tarafından tarandık. Kahvede 9 kişiydik, 4 arkadaşımız bizim üzerimizde hayatını kaybetti. Bizi tarayanlar elini kolunu sallayarak Cennet Mahallesinden Tepeüstü’ne doğru yürüyerek gittiler. Ölenler inşaat işçileriydi, çok yiğit çocuklardı, hayatlarının baharında yok olup gittiler. Çok acıdır 4 kişinin öldüğü bu katliamı devletin herhangi bir birimi ne sordu ne soruşturdu, sorup soruştursaydı herhalde olayı yaşayanlardan biri olarak benim ifadem alınırdı değil mi?)

Ülkenin neresinde bir eylem örgütlenme varsa bizler oradaydık. Yani bizim alanımız bölgeyle, yaşadığımız şehirle sınırlı değildi. Bu ara evlenmiş bir de kızım olmuştu.

Türkiye işçi sınıfının politik mücadelesinin yanı sıra, ekonomik kazanımlarında başarıların olduğu sendikal mücadelede TKP’nin rolü konusundaki düşünceleriniz nelerdir?

Politik mücadeleyi ekonomik mücadeleden ayrı yürütemezseniz. Öyleyse başarılı değilsiniz demektir. Kitleleri, halkı, işçiyi örgütleme şansınız yoktur. Bu ikisini yani politik-ekonomik mücadeleyi birbirinden ayıramazsınız. O derslerin biri de ekonomi-politik dersleriydi (Nikitin). O günkü ülke insanının ülke çalışanlarının o günkü örgütlü iş yaşamının bu gün, yaşadığımız 2020 yılı arasındaki farkı net göstermesi bakımından daha iyi anlaşılsın diye size o günkü yaşamımdan küçük bir anı anlatayım.

Ben üç kişilik bir işçi ailesi olarak o dönem çok iyi bir semtte kaloriferi, asansörü olan bir apartmanda 1000 lira kira ile oturuyordum. Ayrıca arsa taksiti ödüyor, bunun haricinde az da olsa para biriktirebiliyordum. Şimdi bir teknikerin, kalifiye bir işçinin aldığı maaşla bunu yapması mümkün mü? Asla değil. Bu ara unutmadan yılda 4 maaş ikramiye alıyorduk. İş veren örgütü MESS’e karşı verilen o efsane büyük grevlerden sonra bu ikramiye sayısı 6 olacaktı.

Müthiş bir şey değil mi? Düşünün işçiler, emekçiler, alınteriyle çalışanlar nasıl muazzam artı değer üretiyorlar; bu yaratılan artı değerin bir o kadarı da tek başına işverene kalıyor. Yılda 6 ikramiye, zira bu haklar için çalıştığım fabrika da grevdeydi. Çalışma saatleri daha aşağılara çekilecekti. Bu muhteşem başarılarda hiç tartışmasız Parti/Partili yoldaşlar en öndeydi. Parti olmasaydı bunların başarılması asla mümkün değildi.

Bugünle kıyaslarsak (ki mümkün değil, aradan 41 yıl geçmiş) o günkü ekonomik düzeyimiz, yani işçilerin satın alma güçleri bugünün çok çok ilerisindeydi. Ben bunu bugün çalışanlara anlattığımda inanası gelmiyor insanların. Evet bu ülke işçileri emekçileri bir zamanlar bundan çok daha kaliteli, çok daha başı dik, onurlu bir hayat sürüyorlardı. Ben o dönemin şahidiyim. Dünya işçi sınıfı hareketlerine eylemlerine bakarsanız sınıf ve kitle sendikalarının başarılarını görürsünüz.

İşte tam bu olağanüstü hareketli günlerde MESS’e karşı verilen mücadelede uyduruk bir suçlamayla işyerinden atıldım. Ki bu MESS’in kendi içinde aldığı politik bir karardı, “fabrikalarda militan işçi temsilcileri bir kulp takılarak atılacaktı”. Güya T. Maden İş ve dolaylısıyla DİSK, böylece işçinin gözünden düşürülecek, grevler kırılacaktı… Nitekim Türkiye genelinde Maden İş’in örgütlü olduğu yerlerde 50’nin üzerinde işçi temsilcisi atılmıştı. Bizi tam 27 avukat savundu, aynı fabrikadan 2 temsilci arkadaştık. Ama iş mahkemesi kararı lehimize sonuçlandı, adalet yerini bulmuştu. Tekrar işyerine döndüm. İşe dönmem(miz) için işverenin yaptığı astronomik para tekliflerinin miktarını/ rakamını burada Söylemeyeceğim. Zira MESS, bu temsilcilerin Parti’ye üye olduğunu biliyordu veya en azından seziyordu.

Unutulmasın Turgut Özal, o dönem MESS’in başkanıydı, sezmemeleri mümkün mü? Devletin müsteşarlığını yapmış bir adam burjuvazinin has adamı… Sağlık nedenlerinden dolayı yurt dışına gitmem gerekiyordu, o dönem pasaport almak başlı başına bir işti, bilenler bilir 4-5 ay sürüyordu, her neyse pasaportu aldık. Bir dünya yoldaşım, fabrika arkadaşım benim için hasta kızım için nöbetleşe aylarca pasaport kuyruğunda bekledi. Kızımın beyin ameliyatı için Sofya’ya gitmesi gerekiyordu, bir yılı aşkın uğraştık çalmadığımız gitmediğimiz ne hastane ne özel muayene kapısı kalmadı. Bir türlü teşhis koyamadılar, en sonunda Çapa’da Nörolog Doç. Dr. Dora Alkan teşhisi koydu; ama burada ameliyatı yapamayız, zira burada şu şu imkanlarımız yok gibilerinden uzun uzun birşeyler anlattı. ‘Siz Maden İş’lisiniz, Sofya’da bu iş çok başarılı biçimde yapılıyor’ dedi. (Dora hanım şimdi hayatta değil. O da ülkeyi 12 Eylül sonrası maalesef terk edenlerden birisi idi. Ve İngiltere’de öldü.) Bu sıkıntılarımı yoldaşlarımdan birkaçı Kemal Türkler’e iletmiş. Sendikanın yürütme kurulunda görüşülmüş, Bulgaristan Maden-İş’le görüşülmüş ve davet Türkiye Maden İş’e gelmiş. Bu trafikten ve olaylardan benim haberim yok. Haberim Kemal Başkan beni çağırttığında oldu. Gittim, odasında beni bekliyordu, ‘meseleyi bir de sen anlat bakalım’ dedi. Anlattıklarımı dinledi ve konuşmam bittiğinde çekmecesinden bir çek çıkardı, bana uzattı. Bu çekteki para senin, kızının ve senin; gittiğin ülkede harcarsın dedi, 40 bin liralık bir çekti. Sene 1979 nisan ayı. O çeki aldım, genel merkezin altındaki bankadan çek karşılığını aldım, tekrar genel merkeze çıkıp veznesine o parayı ‘Kazım Gümüş’ün Büyük MESS grevine dayanışmasıdır’ diye geri sendikama bağış yaptım. Kemal Türkler’den bir dünya fırça yememe rağmen, tüm ısrarlarına rağmen parayı almadım. Nasıl inançlı olduğumuzun örneği. Bunun şahitleri hala hayatta. Ve gittiğim ülkede parasızlıktan ve bizimle ilgilenecek yoldaşın hatası yüzünden inanılmaz zorluklar çektim. Cebimdeki o günün parası üç beş günde bitti. Oteli bir iki gün sonra terk etmem istendi. Nereden geldiyse geldi, tam sınır dışı edileceğim günlerde bana göre yaşlıca bir amca geldi. Elinde yıldızlı bir konyak şişesiyle, ‘merhaba yoldaş ben Bilal Şen’ dedi, yoldaş diye elimi sıktı. Ve yaşanan karışıklık ve ona bağlı yaşadığım sıkıntılardan dolayı ‘senden o yoldaş adına özür diliyorum’ deyince yüzümün yandığını, kızardığımı hatırlıyorum. Yurt dışı edilmekten kurtulmuştum. Kemal Türkler öldürüldüğünde Sofya’daydım. DİSK 12 Eylül faşist yönetiminden dolayı 1981 1 Mayıs kutlamalarına Sofya’ya delegasyon gönderememiş. Bilal abi mi onlara söyledi bilemem; ama benim DİSK adına kutlamalara katılmamı istediler. Hiç unutmam kahverengi bir mont ve pantolon, kadife bir takımımla (ki tek elbisemde buydu, elbise alalım sana bu renk ve modelle protokolde olunmaz dediler, kabul etmedim) protokolde DİSK’i temsil ettim.

Verilen yemekte (Büyük Balkan otelinde) en genç sendikacı ve komünist diye anons edildim. Fotoğraflarımı istedim, ‘güvenliğin için mümkün değil belki ileride ülkeniz sivil yönetime geçince tekrar buraya gelir arşivden alırsınız’ dediler. Her neyse uzatmayayım.

Likidasyon süreci ve sonrasıyla ilgili düşüncelerinizi de alabilir miyiz?

Partinin likidasyonu başta işçi sınıfına ve ülke emekçilerine, aydınlara, sanata, sanatçıya, doğaya, ülkeye, ülke insanına, adaletine, hukukuna, yargısına, demokratikleşmesine, çağdaşlaşmasına buna benzer yüzlerce başlık sayabilirim tüm bunlara büyük darbe indirmiştir. Bugünkü gördüğümüz, içinde yaşadığımız ülke asla olmayacak; insanımızın daha yaşanılır bir dünyada yaşama hayali belki tam gerçekleşmeyecekti; ama bugünkü gibi de olmayacaktı.

Öte yandan binlerce parti üyesi, sempatizanı bu durumda olmayacak; sosyalist sistemin dağılmasını bu kadar derinden hissetmeyecek, yaşadığımız bu travmayı böylesine acı yaşamayacaktık. Büyük ihtimalle ülke yönetimi de bugün böyle olmayacaktı, onun içindir ki likidasyonu bize yapılan en büyük darbe ve kötülük olarak görüyorum.

1987’den sonra da her sürecin içinde oldum. Katkı sağlamaya çalıştım. Ama başaramadık. Şunda söylemeliyim; ama az, ama çok hepimizin bu yukarıda saymaya çalıştığım likidasyonda, bu olumsuzluklarda, dağılmada şu veya bu şekilde bir dünya hatalarımız var; deyim yerindeyse günahlarımız var. Ne yazık ki illegalite şartlarında bu saydığım olumsuzluklar çok mümkün, nedeni denetimsizlik. Soru soramama, ‘neden, niçin’ diyememe, dar örgütlü yapıların en büyük düşmanı bu.

TKP’nin 100. yaşında TKH’nin 100. Yıl Komiteleri çağrısı ve 100. yıl hakkında görüşleriniz alabilir miyiz?

Adına komünist, sosyalist diyen parti, dernek, herkes TKP’nin 100 yılını kutluyor. Elbette buna diyecek birşey yok, ayrıca kişisel olarak olumlu da bakıyorum; ama yaşadığımız süreçte kimin ne söyleyip ne yaptığına bakınca amiyane tabirle bu büyük mirastan herkes kendince haklı-haksız bir şeyler kapmaya çalışıyor.

TKH’nin 100.yıl çağrısını olumlu buluyorum. Sürekli olan yayınlarını takip ediyorum. Bu harekette tarihsel TKP’den yoldaşlarım var. Kendime daha yakın görüyorum. TKH’nin birincil görevlerinden ilki komünistlerin birliğini savunması ve sağlaması, tarihine sıkı sıkıya bağlı olması, sarılması, sahip çıkmasıdır. Yaşasın TKP!

Emeği geçen her bir yoldaşımı tekrar tekrar selamlıyorum. Yitirdiklerimizin anıları önünde saygıyla eğiliyorum. Size ve partinize, partililerinize, parti yönetiminize başarılar diliyorum. Sağ olun, var olun…