Tarihsel TİP-TKP Üyesi Ercihan Görürgöz: İşçi sınıfı var oldukça, işçi sınıfının partileri de var olacaktır

Mustafa Suphi ve arkadaşlarının mücadelelerinin 100. yılında TKH'yi bekleyen görev 100. yıl kutlamalarından alnının akıyla çıkmaktır. Önümüzdeki görev ise geniş halk yığınlarına ulaşmak, güçlü bir bağlaşıklık hattı oluşturmak, yığınların sinir uçlarına değen, sınıf hareketine geçiren bir politik hat oluşturmak.

Tarihsel TİP-TKP Üyesi Ercihan Görürgöz: İşçi sınıfı var oldukça, işçi sınıfının partileri de var olacaktır

Tarihsel TİP-TKP Üyesi Ercihan Görürgöz, sosyalizm mücadelesine katılışını, mücadeleye önemli katkılarını, TBKP sürecini ve TKH’nin 100. Yıl çalışmalarını anlattı.

Sosyalizm mücadelesine nasıl katıldınız? TİP’e üye olma sürecinizden ve dönemin koşullarından bahseder misiniz?

Annem ve babam Sümerbank işçisiydi. İlk anılarım Sümerbank kreşi, bulunduğumuz işçi mahallesinin yoğun gündemi içerisinde oluşmaktadır. 1950 yılında sendikaların örgütlenme olanağının ortaya çıkmasıyla babam ve amcam sendikal mücadelenin en önünde bulunuyorlardı. Çocukluğumuz sendika ve işçi hakları mücadelesi içerinde yoğuruldu. Çocukluğumuzun sonuna geldiğimizde 1965 genel seçimleri yaşamımızı derinden etkiledi. Seçim konuşmalarında TİP adına genel başkan Aybar’ın “İşçiler, emekçiler, marabalar sözüm sizedir, tereyağını üretip de yiyemeyenler!” söyleminden çok etkilendim. Abime sordum, üretip de yiyemeyenleri, bana anlayacağım biçimde yorumladı. Çok etkilenmiştim.

Bu duygular içerisinde 1969’un son aylarında İstanbul’a geldim. Dayılarım Gaziosmanpaşa Karlıtepe mahallesinde oturuyorlardı. Daha çok göçmenlerin yoğun yaşadığı bir semtti. Komşumuz yoğurt satar, ona yardım ederdim. Günümün yarısı orada geçiyordu. Zaman içerisinde anlattıkları bildiklerimin üzerine bir şeyler koymamı sağladı. Ve beni heyecanlandırıyordu. Zaman içerisinde onunla çalışmaya başladım. Rami Topçular ve Demirkapı çevresindeki fabrika ve atölyelere yoğurt satıyorduk. Orada kurduğumuz ilişkiler, gelişen sendikal hareket, grevler sayesinde sınıfı ve mücadelesini daha yakından yaşadım. Ama öğretmenin bunun yetmediğini, mücadelenin siyasi boyutunu, elle tutulur bir biçimde bana gösterdi. TİP’e üye oldum. Bilimsel sosyalizmi, partinin ne olduğunu bana yaşayarak öğretti.

TİP’te önemli görevler üstlendiniz. Bu döneme dair anekdotlarınızı dinleyebilir miyiz?

70’li yılların eşiğinde, Dünya’da ve Türkiye’de yükselen 68 gençlik hareketleri de yığınsal olarak büyük bir alanı kaplıyordu. Ben gençlik hareketleri içerisinde olmadım. İçinde bulunduğum ortam sendika, grev, sınıf partisi demokrasi özgürlük mücadelesi içerisinde geçiyordu. Benim için o günlerdeki en önemli anı şudur:

Hafta sonları çalışmadığım zamanlarda memleketten arkadaşları ziyarete giderdim. Ereğli gençliği İstanbul’da devrimci gençlik içerisinde büyük bir kitleye ulaşmıştı. Yine bu ziyaretlerden birinde hemşehrilerim bana takılıyorlardı. “parlamento yoluyla nasıl devrim olur” diye. Ben de bütün ciddiyetiyle demokrasi, özgürlük, haklar mücadelesinin, seçimlerin sosyalizm mücadelesinin bir parçası olduğunu anlatmaya çalışıyordum. Herhalde bana fazla yüklenmişlerdi yan masada oturan Harun abi (Harun Karadeniz) müdahale etti. “Arkadaşlar bizim başkaldırımız, hayallerimiz ve isyanımız var fakat bu genç işçi bize farklı bir şey anlatıyor. İktidar olmaktan bahsediyor, dinleyelim. Daha ciddi bir şeyler konuşuruz.” dedi. Ben çok rahatlamıştım. Daha sonra 70’li yıllarda Topçular-Demirkapı hattında grevler hiç eksilmiyordu. Harun abi o zamanlar gazetecilik yapıyordu. Grev ziyaretlerine gelmişler, işçilerle röportaj yapıyorlardı. Bana neler okuduğumu sordu. Ant Yayınlarından Ernest Mandel’in Ekonomi Politiği’nin 2. cildini birlikte yeni almıştım. Tebessüm etti. Yanındaki felsefe incelemelerini bana verdi. Önce bunu okumaya çalış dedi. Kartal İşçi-Birliğini biliyor musun, dedi. Beni oraya davet etti ama hastalık süreciden daha da görüşemedik. 1973 yılında gecikmeli de olsa askere gittim. 1975’te askerden gelince hayatım değişti. Babamı kaybetmiştim ve ailemin yanında kalmalıydım. Sümerbank’ta dokuma işçisi olarak çalışmaya başladım. Tabi bu arada gelişmeleri de sessizce izliyordum. Ereğli’de çocukluk arkadaşlarım TİP’li olmuşlardı. 1976 yılında 1 Mayıs için İstanbul’a geldim. Eski arkadaşlarımla yoğun bir 3 gün geçirdim. Daha önce öğrendiğim kadarıyla -bugün de aynı kanıdayım-. İşçi sınıfı partisine insanlar tek tek üye alınır. Parti anlayışımızda önemli ve vazgeçilmez bir kriterdir. Sosyalist devrimi savunduğunu bildiğim arkadaşlarım, TKP’ye katılıyorlardı. O günkü duygularım bilgi birikimim beni TİP’e götürdü.

1976-1980 yılları sınıf mücadelesinin yükseldiği, yığınlaştığı yıllardı. Bir de sınıf hareketinin partisinin tekliği sorunu yakıcılığını koruyordu. Ben de TİP, TSİP, TKP birliğini istiyordum. Katkıda bulunmaya çalışıyorduk. 1980 artık faşizm ayak seslerinin yükseldiği, faşist terörün doruğa ulaştığı günleriydi. Cephe birliği tek partinin olması düşünceleri, o günün özellikleri doğrultusunda, 12 Eylül’ün eşiğinde TKP’ye üye oldum.

TKP ile TİP’in birleşme sürecine dair neler aktarırsınız? TBKP deneyimini sizden dinleyebilir miyiz?

12 Eylül’de TİP ve TKP davalarında yargılandım. 1986 yılının mayıs ayında hapishaneden çıktım. Sonrasında Gorbaçov’un açıklık politikaları herkesi etkilemişti. Ben daha demokratik, kolektif, eşitlerin birliğini savunuyordum. Otoriter parti yorumlarına karşı bir duruşum vardı. Leninist hareketin, demokratik merkeziyetçilik ilkesinin işlemediği, merkezci parti anlayışına karşı bir duruşum vardı. Hala da öyle düşünüyorum. 1991 yılında 141 ve 142. maddelerin anayasadan kaldırılmaları ile bizim kaçaklık dönemimizde sona erdi. O günler yöneticilerimizi ziyaret etmiştim. Sohbet sırasında Ekim devrimi aslında bir darbedir demelerine karşın yani şimdi Lenin darbeci mi oluyor, dedim ve oradan ayrıldım. Çünkü sevgi, yoldaşlık, bağlılığımız anlatılamaz. Sessizce oradan ayrıldım. O günkü koşullar beni memlekete sürükledi. Bugün düşündüğümde, yaptığım yanlıştı, kalıp mücadele etmeliydim. TBKP sürecinde bulunmadım. Yalnızca ÖDP sürecinde bulundum. Solun gelişmesini, çevre etkenleri gözeterek yer aldık. Fakat Marxist-Leninist bir parti olarak düşünmedim zaten, ÖDP’nin de öyle bir söylemi yoktu. Bileşenlerinin zemini belliydi. 2011 yılında İstanbul’a yeniden döndüm. Suphiler’den Bilen’e girişimi içerisinde yer aldım. Toplumcu Kurtuluş Partisi’nin kuruluşunda yer aldım. Çok kısa sürede yollarımız ayrıldı.

TKH’nin 100. yıl çağrılarını nasıl değerlendirirsiniz? Emektar komünistlere ve genç yoldaşlara 100. yıl mesajınız ne olur?

Mustafa Suphi ve arkadaşlarının mücadelelerinin 100. yılında TKH’yi bekleyen görev 100. yıl kutlamalarından alnının akıyla çıkmaktır. Önümüzdeki görev ise geniş halk yığınlarına ulaşmak, güçlü bir bağlaşıklık hattı oluşturmak, yığınların sinir uçlarına değen, sınıf hareketine geçiren bir politik hat oluşturmak. Bir de parti hayatı, parti içi demokrasi olmazsa olmazlar yapılırsa, partimizi güçlü bir zemine oturtabiliriz. Geçmişteki rekabetçi, olumsuz ortamlardan uzak duran mücadele yöntemlerini benimseyen, ortak mücadele birliklerini oluşturmalıyız. Dünya’da ve Türkiye’de işçi sınıfı var oldukça, işçi sınıfının partileri de var olacaktır.