"Tarih bilinci yoksa, sınıf mücadelesi verilemez"

Zafer Aydın, 50. yılında büyük direnişin dünden bugüne yansımalarını ve işçi sınıfının bugünkü halini anlattı: Ders, örnek, ilham alınması gereken bir olgu olarak, 15-16 Haziran güncelliğini koruyor. Aradan yarım asır geçmiş olmasına rağmen...

Türkiye işçi sınıfının en kitlesel bir biçimde toplumsal arenada ağırlığını koyduğu 15-16 Haziran direnişinin 50.yılındayız. Üzerinden yarım asır geçen “iki destansı günün” üzerine çok şey yazıldı, filmler çekildi ve hatta şarkılar bestelendi. “Zengin Mutfağı” oyunun sahnelerde gördüğümüz, Timur Selçuk’un piyano notalarında duyduğumuz 15-16 Haziran’ın en kapsamlı biyografisini ise geçtiğimiz ay yazar Zafer Aydın çıkarttı. “İşçilerin Haziranı” başlığıyla Ayrıntı Yayınlarından çıkan kitap, destansı iki günün panoramasını sunuyor.

Üzerinden yarım asır geçen direnişin dünden bugüne yansımalarını ve işçi sınıfının bugünkü halini yazar Zafer Aydın Sınıf Tavrı‘na konuştu.*

“HİKAYELERDEN ARINMIŞ BİR 15-16 HAZİRAN ANLATISI ORTAYA KOYMAK İSTEDİM”

Sınıf Tavrı: Korona virüs salgının neredeyse tüm gündemi belirlediği günlerden geçiyoruz. Bu olağanüstü bir zamanda “İşçilerin Haziran’ı” başlıklı bir kitabı çıkarttınız. Kitabınız 15-16 Haziran’ın 50.yılında geniş bir değerlendirme sunuyor direnişe dair. Neden 15-16 Haziran’ı kitaplaştırma isteği duydunuz? Bu kitap bir döneme tanıklığın ötesine geçme iddiasını taşıyor mu?

Zafer Aydın: 15-16 Haziran hem emek tarihi açısından, hem de Türkiye’nin sosyal ve siyasal tarihi açısından en özgün, en özel eylemlerinden biri. İşçilerin bir protesto hareketi olmasının ötesinde, bir tür sosyal isyan özelliği de kazanan, etki ve sonuçlarıyla sosyal ve siyasal süreçleri biçimlendiren bu eylemin üzerine çok söz edilmesine rağmen az bilgi mevcut. Çok konuşulan ama az tartışılan bir konu. Aynı zamanda efsanelerin, ön kabullerin, kalıplaşmış yargıların yarattığı bir toz bulutuyla üzeri kaplı. Ben ne kadar yapabildiysem o kadarıyla, bu toz bulutlarını dağıtmak, efsanelerden, gerçek üstü hikayelerden arınmış bir 15-16 Haziran anlatısı ortaya koymak istedim. Toplamda 119 tanıkla görüştüm, onlarca belgeye, yayına, gazete ve dergiye başvurdum. Görüşme yaptığım tanıkların çok büyük kısmı çeşitli fabrikalardan işçilerdi. Onların anlatımlarını, belge ve bilgilerle buluşturarak, bütünsel bir 15-16 Haziran fotoğrafı çıkarmaya, bilinmeyenleri, az bilinenleri bilinir, görünür hale getirmeye gayret ettim. Bunu yaparken iddiadan değil ama, iki amaçtan söz etmek mümkün. Bunun birincisi sınıfın tarihinde yer almış, hafızalarda taşınan bir tarihi kalıcı hale getirmekti. İkincisi ise tarihi bir örnek üzerinden bugün ne yapılmalı sorusuna yanıt oluşturmaktı. Çünkü bilindiği gibi tarih bize sadece olayları anlatmaz, aynı zamanda örnek ortaya koyar, esinlendirir, ilham verir.

Bir başka ifadeyle söyleyecek olursak, geçmişin bilgisine, yani tarih bilincine sahip olunmadan sınıf mücadelesi verilemez.

“15-16 HAZİRAN FİİLİ VE MEŞRU BİR MÜCADELEDİR”

S.T.: 15-16 Haziran üzerine çokça yazıldı, çizildi. 15-16 Haziran’ın sınıf hareketinde bir dönemeci temsil ettiği biliniyor. Peki sizce bugünden 15-16 Haziran 1970’ye gözümüzü çevirdiğimizde eylemin en dikkat çekici özellikleri nedir?

Z.A.: Öncelikle eylemin temel özelliği olarak, savunma karakterinden söz etmek mümkün. 15-16 Haziran’da işçiler genelde sendika seçme özgürlüğünü özel olarak da DİSK’i savunmak üzere harekete geçtiler. Çünkü DİSK ile birlikte işçilerin hayatı önemli oranda değişmişti. DİSK’in sendikal mücadeleyi sınıf mücadelesinin içinde gören anlayışının sadece ekonomik getirisi yoktu. İşyerlerinde horlanan, itilip kakılan, üstü aranarak hırsız muamelesi yapılan, tuvalete marka ile gönderilen, fabrika müdürlerinin şeflerinin önünde esas duruşta durmak zorunda olan işçiler için DİSK’in varlığı, işçinin kimliğini ve onurunu korumayı sağlamaktaydı. DİSK’in sahanın dışına itilmesi, işçiler için eski günlere geri dönmek anlamına gelecekti. Bu nedenle işçiler tereddütsüz bir biçimde DİSK’i savunmak üzere harekete geçtiler. İkinci özelliği fiili ve meşru bir eylem olmasıdır. İşçiler sahip oldukları haklılık duygusunun yarattığı geniş bir meşruiyet alanı içinde, yasaları aşan fiili bir direniş sergilediler. Üçüncü özellik ise, siyasal bir taleple doğrudan sınıfın siyasal eylemi olarak şekillenmesidir. Bölgesel genel grev niteliği taşıması, toplumun çeşitli kesimlerinin yan yana gelmesiyle birleştirici bir eylem özelliği kazanması, metal işçilerinin öncülüğünde gerçekleşmesi ve kadınların önde olması, eylemin diğer temel özellikleridir.

“15-16 HAZİRAN’IN KENDİLİĞİNDEN OLDUĞU ŞEHİR EFSANESİDİR”

S.T.: 15-16 Haziran’a ilişkin temel kabullerden biri eylemin kendiliğinden bir eylem olduğu, hatta DİSK’e rağmen yapıldığıdır. Bu konuda nasıl bir değerlendirme yaparsınız?

Z.A.: Şehir efsanelerinden biri de eylemin kendiliğinden, spontane eylem olduğu saptamasıdır. Ancak gerek tanık anlatımlarına, gerekse belgelere bakıldığında eylemin kendiliğinden bir hareket olmadığı, arkasında bir iradenin, işyeri işgallerinden elde edilen beceri ve deneyimin olduğu, DİSK merkezinden sendikalara, sendikalardan, fabrikalara yayılan örgütlenme sonucunda ortaya çıktığı görülmektedir. Yasa değişikliğinin gündeme gelmesiyle birlikte DİSK havayı ısındırmak, işçilere eyleme hazırlamak üzere ajitasyon ve propaganda faaliyetleri yürütmüştür. Mart ayından itibaren de adım adım eylem kararını örmeye başlamıştır. Deyim yerindeyse başlama vuruşu 14 Haziran’da işçi temsilcileriyle yapılan toplantıda verilmiştir. Bu noktadan sonra sıkıştırılmış bir zaman dilimi içinde doğrudan eyleme dönük örgütlenmeye gidilmiştir. Eylemlerde ortaya çıkan görüntüler ile toplantıda alınan kararların örtüşmesi eylemlerin arkasında bir iradenin olduğunu, kendiliğinden bir eylem olmadığını göz önüne sermektedir. Yani eylem doğrudan DİSK’in kararıyla yapılmış, işyerlerinde, bölgelerde işçi temsilcilerinin, öncü işçilerin elinde vücut bulmuştur. Elbette bu çapta bir hareketlenmenin kendiliğinden yanları olacaktır, nitekim olmuştur da. Ancak bu eylemin kendiliğinden bir eylem olduğu anlamına gelmez. 15-16 Haziran üzerine ortaya sürülen, eylemin kendiliğinden olduğu, DİSK’e rağmen yapıldığı iddiaları sosyalist solda yaşanan ayrışmanın uzantısı olarak ileri sürülen politik argümanlardır.

S.T.: Sosyalistlerin eylemlerdeki rolü ve etkisi hakkında ne söylenebilir?

Z.A.: Burada öncelikle sosyalist solun örgütsel varlığının oldukça üstünde bir kültürel etkiden söz etmek gerek. Bilindiği gibi 60’lı yıllarda yükselen sosyalist hareket kendisine geniş bir hegemonya alanı yaratmıştı. Bu hegemonik atmosfer, soldan esen rüzgarlar dönemin bütün toplumsal mücadelelerine olduğu gibi işçi mücadelesine de ruh ve bilinç taşımıştır. Ayrıca eylemlerde yönetici ve yönlendirici olan işyeri temsilcilerinin, sendikaların ve DİSK’in yöneticilerinin içinde TİP üyesi olanlar dikkate değer bir yer tutması da sosyalistlerin eylemlerdeki rolünü ve etkisini arttıran bir diğer unsurdur.

Öte yandan 15-16 Haziran sırasında sosyalist sol, bölünmelerin, ayrışmaların yol açtığı gerilimli bir dönemi yaşıyordu. TİP içindeki MDD ve Sosyalist Devrim tartışması parti içinde ikili bir yapı ortaya çıkarmıştı. TİP’in İstanbul İl örgütü ve bazı ilçe örgütlerinde MDD taraftarları yönetime gelmişti. FKF Dev-Genç’e dönüşmüştü. MDD saflarında Beyaz ve Kırmızı Aydınlık ayrışması ortaya çıkmıştı. Örgütsel dağınıklık, bölünme ve ayrışmaya rağmen sosyalist sol, eylemlerin en büyük destekleyicisi oldu. TİP Meclis’te ve Senato’da yapılan düzenlemeye karşı önemli bir direniş sergiledi. TİP il ve ilçe örgütleri eylemlerin içinde yer aldı. Nihayetinde TİP, yasayı, Anayasa Mahkemesi’ne taşıyarak iptalini sağladı. Aynı şekilde bir gençlik örgütü olmaktan çok politik örgüt kimlik kazanan Dev-Genç de eylemlerle destek verdi, dayanışma gösterdi.

“15-16 HAZİRAN İLHAM ALINMASI GEREKEN BİR OLGU OLARAK GÜNCELDİR”

S.T.: Biraz da bugüne gelelim. 1970’lerin hemen başında işçi sınıfının en büyük eylemlerinden birine tanık olan ülkemiz, bugün neden benzer hareketliliklere neden olmuyor? İşçilerin kitlesel bir eylemlilik gerçekleştirmesi “tarihe” mi karıştı?

Z.A.: Koşulların düne göre değiştiği, değişen koşullarla birlikte işçi sınıfının, gücünü ve militanlığını kaybettiği, kitlesel eylem yapma becerisinden yoksun hale geldiği ileri sürülüyor. Bu bugüne özgü bir şey değil, 89 Bahar Eylemleri sırasında binlerce işçi sokakları doldururken bile, benzer ifadelerle karşılaşıyorduk. Bunun emeğe ve emeğin haklarına yönelik ideolojik saldırının bir parçası olduğunu biliyoruz. Amaçlanan, işçi sınıfının içinde bulunduğu koşulları değiştirilemeyeceğine ikna etmek, verilenle yetinmesini sağlamaktı. Elbette işçi sınıfının mücadelesini biçimlendiren koşullar düne göre oldukça farklılaştı, sınıf kimliği, sınıf bilinci zayıfladı. Ama bütün bunlar sınıf olgusunu, sınıfın kolektif eyleminin temelini oluşturan ögeleri, militanlaşma ve radikalleşme potansiyelini ortadan kaldırmıyor. Çok sayıda örnek vermek mümkün ama daraltarak söyleyecek olursak; örneğin yakın dönemde yaşanan metal işçilerinin “Metal Fırtına” diye adlandırılan eylemliliği, metal ve cam sektöründe yaşanan fiili grevler, bize sınıfın sahip olduğu gücü, radikalleşme potansiyelini göstermekte. Sorun sınıfın bu gücünü hak ve özgürlük mücadelesinde devreye sokacak cesur, kararlı, dirayetli bir iradenin eksikliğidir. İşte bu yüzden, ders, örnek, ilham alınması gereken bir olgu olarak, 15-16 Haziran güncelliğini koruyor. Aradan yarım asır geçmiş olmasına rağmen…

*Bu röportaj Sınıf Tavrı bülteninin 10.sayısında yer almıştır.