Ultra defansif Türkiye'de ofansif mizah, tutmayan yama 2.0

Birkaç ay önce yaşanan iki olay ve son zamanlarda bilhassa sosyal medyada yaygın şekilde gördüğümüz bazı şakalar, ülkemizde bir ofansif mizah tartışması başlattı.

Ultra defansif Türkiye'de ofansif mizah, tutmayan yama 2.0

Ali Akif Ece

Birkaç ay önce yaşanan iki olay ve son zamanlarda bilhassa sosyal medyada yaygın şekilde gördüğümüz bazı şakalar, ülkemizde bir ofansif mizah tartışması başlattı. Olayları kısaca hatırlamak gerekirse, İstanbul/Kadıköy’de bir barda gösteri yapan bir grup genç var; adları Tuz-Biber. Bu ekip birkaç stand-up sanatçısından oluşuyor. Gösterilerin bazı formatları var, örneğin tüm seyircilerden bir kâğıda akıllarına gelen bir cümleyi yazmalarını istiyorlar, bu herhangi bir kelime de olabilir. Daha sonra bu kelimeler bir fanusa koyuluyor, sahneye çıkan sanatçı çektiği kâğıtta yazan kelime üzerinden bir mizah üretiyor. Oldukça zor olan bu formatta birçoğu hiç fena değiller. Yine bir doğaçlama gösterisinde Pınar Fidan adlı bir kadın Aleviler üzerinden bir şaka üretmeye çalışırken başarısız oluyor ve çok büyük tepkiler alıyor. Aynı ekipte bir başka stant-upçı Emre Günsal, bir gösterisinde Mevlana ve Şems üzerinden salonu kırıp geçiren bir eşcinsellik esprisi yapıyor, hemen ardından alkoliklik üzerinden bir Atatürk esprisi yapıyor, bu da salonu kırıp geçiriyor. Şimdi cezaevinde.

Hücuma dayalı mizah konusunda bir dizi ciddi tartışma söz konusu, temel iki argüman mevcut. Bunlardan ilki “Her şeyin mizahı olur, her şeye de alınmayın” argümanı, diğeri ise “Her şeyle de mizah olmaz, bu toplumun değerleri var!” argümanı. Tartışmanın tarafları şu ana kadar herhangi bir uzlaşma noktası bulamadı. Uzun süre de bulamayacaklar gibi duruyor. Her şeyin mizahı olur diyen hücuma dayalı mizah savunucusu grubun en sık verdiği örnek “Amerika’da Ricky Gervais yapınca oluyor, açıp Netflix’te izliyorsunuz!” iken, karşı grup “Burası Amerika değil!” diyor. İki söylem de doğru. Gerçekten ABD’de Ricky Gervais diye bir adam var, cinsiyetçilikten ırkçılığa ne var ne yok mizah unsuru olarak kullanıyor ve çok ciddi bir kitle de bunlara gülüyor. Örneğin AIDS üzerinden eşcinsellik ya da Missisipi üzerinden zencilere eleştiri getirip mizah üretebiliyor. Ve diğer kısma gelince, o da doğru, burası gerçekten de ABD değil. Amerika’da yaşanan toplumsal süreç ve dönüşümler Türkiye’de yaşanmadı. Sosyo-kültürel gelişimi, toplumsal sınıfları, tarihteki yerleri açısından çok farklı iki ülkeden bahsediyoruz. Bunlar geri kalmışlık ya da gelişmişlik göstergesi mi tartışılır. Bu mesele bir yönüyle Türkiye’de uzak Asya mutfağına fazla rağbet gösterilmemesine benziyor aslında. Bir diğer yönüyle de kültür emperyalizminin sonuçları diyebiliriz.

“İnsanların duyarlılıkları nasıl oluşur?” ya da “Neye gülüyoruz?” soruları çok derin felsefi tartışma platformları yaratır. Bunlara fazlaca girmek istemiyorum ancak birkaç cümleyle konuyu aydınlatmaya çalışayım. İnsan gerçeği, öncelikle, toplumsaldır. İnsan toplumsal bir varlıktır, toplumsallık insanın en eski yaşam koşuludur. İnsanoğlu varlığını ancak toplumsallıkla sürdürebilir. Doğada ancak bireylerin güçsüzlüğünden doğan güçle yaşayabilir. Bununla beraber bizim yarattığımız maddi olmayan varoluşlar, ya bireyin bilincinde ya da toplumun kolektif kabulünde var. Bu süreçlerin bir ürünü olarak insanın kimliği oluşur. Ortalama bir insana “Kimsin?” diye sorduğunuz zaman “ben”i değil, “biz”i söyler. Kimliği ve kolektif aidiyet duygusu olmayan insan yaşayamaz. İşte duyarlılıklarımız da bunların bir ürünüdür aslında. Öncelikle toplumsal bir duyarlılığımız, daha sonra onu sahiplenirsek bireysel bir duyarlılığımız oluşuyor. Bunların asıl yaratıcısı tarihsel olaylardır, örneğin Kerbela Hadisesi, İsa’nın çarmıha gerilmesi, bunlar ve benzeri olaylar toplumsal duyarlılıklarımızı oluşturur. Geçmişte yaşanmış kötü bir olay, günümüzde hatırlanmıyorsa ya da siyasi misyonunu tamamlamışsa artık toplumsal bir duyarlılık oluşturmaz. Önemli kısmına gelecek olursam, bu tarihsel olayların yarattığı duyarlılıklar bizim politik duyarlılıklarımızdır. Dünyada aldığımız yeri gösterir. Örneğin Sultan Abdülhamit’in tahtan indirilmesi veya Menderes’in idamı üzerinden oluşan bir duyarlılık var, bu duyarlılığın sahipleri şu an iktidarda ve Türkiye’nin ciddi bir kesimini oluşturmakta. Bu da demek oluyor ki bu kesim, ideolojik olarak yenilmeden veya bu siyasi hareketin tarihteki misyonu ortadan kalkmadan, bu konuda yapılan şakalara en son yargı ve İçişleri Bakanlığı güler.

Konumuza dönecek olursak, uygarlığın ilk yıllarından bu yana yazılı, sözlü ya da tuluata dayalı olsun, her mizah gösterisi bir edebi metne, anlatıya dayalıdır. Her edebi metnin bir alt metni vardır ve tüm alt metinler bir ideolojik bilinç taşır. Bu bir matematik denklemi çözmek gibidir. Önce bir alt metin çalışması yapılır, çünkü “Ne anlatmak istiyorsun?” ya da “Bunu neden anlattın?” sorularının yanıtsız kalmaması gerekir, eğer kalırsa çok absürt durumlar oluşabilir. Ofansif mizah yapan kişi dünyanın en sarkastik, en lümpen, en omurgasız insanı olsa dahi (eğer psikolojik bir bozukluğu yoksa) kendince bireysel duyarlılıkları mevcuttur. Yine kendince sahiplendiği etik değerler vardır. Örneğin sosyal medyada incelediğim bir ofansif mizah sayfası, Kürtler ve İslamcılar üzerinden çok şiddetli paylaşımlar üretiyor, ama kesinlikle Atatürk ile ilgili paylaşım yapmıyor. Bu bize neyi gösteriyor? Bu sayfada mizah yapanların da bir siyasi görüşü var ve bunun üzerinde mizah yapıyorlar.

Sonuç itibariyle bir çözüm yolu olarak etik değerlerde birleşilmesi, en azından “hakaret” edilmemesi gibi bir öneri var fakat bu da pek gerçekçi değil. Çünkü bugün kimlik tartışılıyor, sınıf değil. Eğer sınıf tartışılıyor olsa, çatışmanın sonunda bir sınıf diğer sınıf üzerindeki mutlak hâkimiyetini ilan ettiğinde tartışma biterdi. Fakat kimlik tartışmaların diyalektik olarak hiçbir sonu veya sonucu yok. Bu konu önümüzdeki günlerde daha epey tartışılacak gibi duruyor. Konuya dair en güzel yorumu tiyatro sanatçısı Metin Zakoğlu yapmış “Eğer Hamlet oynuyorsan Danimarka’yı çok iyi bilmen gerek.” Bu yoruma katılmamak elde değil. Bir diğer yandan bu şakaların daha kaliteli yapıldığı ve yapan kişilerin zindanlara atılmadığı bir Türkiye için iktidar değil bütünüyle toplumsal ve ekonomik yapı değişmek zorunda. Son gülen iyi güler.