Sekseninci Kuruluş Yılında Geçmişteki Yarın: Köy Enstitüleri

Köy Enstitüleri eğitim ilkeleri ile halkçılığı ve devrimciliği ile Türkiye’nin geçmişindeki yarınıdır. 80. Yılında sevgiyle andığımız Köy Enstitüleri halen geçerli ilkeleri ile yaşlanmayacak, yaşatılacaktır.

Sekseninci Kuruluş Yılında Geçmişteki Yarın: Köy Enstitüleri

Dr. Semiha Özalp Günal – YKKED Genel Başkan Yardımcısı

“Elimde olsa dünyanın tüm okullarına insanın insanı sömürmemesi diye bir ders koyardım” diyen bir İlköğretim Genel Müdürü (İsmail Hakkı Tonguç) ile köy çocukları için “Anadolu’nun bozkırında kendiliğinden açıp solan çiçek bırakmayacağız” diyen bir Milli Eğitim Bakanını (Hasan Âli Yücel), bugün düşünmek ne kadar zor değil mi? Cumhuriyet’in kurucu kadroları, eğitimciler; o günlerde halkın yüzde sekseninin yaşadığı, feodalist baskıların sürdüğü yoksul köylere de ulaştırılması gereken yeni düzenin ilkelerini, özgürlüğü, bilimi, çağdaşlığı iletmek ve insanların üzerinden dinin ve geleneklerin örtüsünü kaldıracak, toplumsal bir kurtuluşu gerçekleştirmek için yoğun bir çaba gösterdiler. Köy Enstitüleri bu çabanın ürünüdür.

Devrim için eğitimin önemi daha Cumhuriyet kurulmadan anlaşılmıştı. İlk Milli Eğitim Şurası 1922’de toplanmıştı örneğin. Ancak Cumhuriyetin ilk on yılında kentler öncelik kazanmıştı zira bir yandan sermaye birikimi diğer yandan nitelikli işgücünü yetiştirme çabaları kentleri öne çıkarıyordu. Kentlerdeki okullara öğretmen yetiştirme geleneği de (nispeten) oluşmuş, kentteki öğretmen sayısı artmıştı. Ancak kentte yaşayan, kentte yetişen öğretmen köye gitmek, o köy koşullarında yaşamak istemiyordu. Reşat Nuri’nin Çalıkuşu romanı köy öğretmenliğini özendirse de köylerin o romandaki gibi olmadığını anlayanlar köye gitmekten vazgeçiyorlardı[1]. 1933’te üniversite reformu yapıldıktan sonra köylünün ve köy çocuklarının aydınlanmasının yolu sistematik olarak düşünülmeye başlandı.

İlk başta köy öğretmeni açığını kapatmak için, köy okullarında görevlendirmek üzere askerliğini, onbaşı ve çavuş olarak yapmış olanlar arasından öğretmenliğe uygun olanlar seçilerek 6 aylık eğitime alındılar. Başarıyla bu eğitimi bitirenler köylerdeki üç yıllık okullara öğretmen olabileceklerdi. 1936 yılında açılan bu kurslardan mezun olanlar ‘Eğitmen’ oldular. Eğitmen kursları köy enstitülerinin temeli olarak değerlendirilir. 1937’de eğitmen kurslarının yanlarına köylerdeki 5 yıllık okullara öğretmen yetiştirecek Kızılçullu ve Çifteler köy öğretmen okulları açıldı daha sonra bunlara Gölköy ve Kepirtepe eklendi.

17 Nisan 1940’ta çoğu sosyalist, genç insanlarla uzun tartışmalarla metni oluşturulmuş (o zamanlar bir gecede baskın oylamayla torba yasa çıkarılmıyormuş…) ve günlerce mecliste görüşülmüş Köy Enstitüleri Yasası oy birliğiyle uygulamaya geçirilmiştir. Yasa çıkmadan yapılan yurt gezilerinde (İ.H. Tonguç ve arkadaşları o dönemlerde buldukları her fırsatta yurt gezisine çıkıyorlar) enstitülerin kurulacağı yerler belirlenmiştir aslında.  O yüzden hemen ilk günlerde, hazırdaki dört köy öğretmen okuluna ek olarak Aksu, Gönen, Akçadağ, Düziçi, Arifiye, Beşikdüzü, Cılavuz, Ladik, Savaştepe ve Pazarören’de Köy enstitüleri açılabilmiştir. Yer seçiminde başka etmenlerle birlikte demiryollarına, nehirlere, eski uygarlıkların yerleştiği yerlere yakınlık gözetilmiştir.

1941’de savaş yüzünden Trakya’nın boşaltılması gündeme gelince Kepirtepe köy enstitüsünün Ankara Hasanoğlan’da yeni açılacak köy enstitüsüne taşınmasına karar verilmiştir. Ortada okul binası vs. olmadığı için Kepirtepe’den gelen ilk kafile camiye yerleşmiş ve köy halkı, caminin kilimlerin üzerinde uyuyan, her gün yemek getirdikleri, onların deyişiyle ‘bebelerin’ yemekhaneyi, okul binalarını ve onların da kullanacakları çamaşırhane ve hamamı nasıl inşa ettiklerine şaşıp kalmışlar (Tonguç E. 2012: 295). Daha sonra açılan her enstitüye diğer enstitülerden öğrenciler yardıma gitmiştir. Aynı yıl İvriz Köy enstitüsü, 1942 yılında Pamukpınar, Pulur, 1944 yılında Dicle ve Ortaklar son olarak aslında köy enstitüsü ruhunun kayıp olmaya başladığı 1948 yılında Ernis/Erciş ile birlikte 21 Köy enstitüsü açılmış oldu.  Ülke haritasındaki yerlerine bakıldığında hem her yeri kapladığı hem de bölgelere eşit dağıldığı fark edilebilir. Bu topyekün, bütüncül kalkınma isteğinin de göstergesidir aslında.

Her köy enstitüsü kendi civarındaki köylerden öğrenci alıyordu. Köylerinden çıkıp  (genellikle kilometrelerce yürüyerek) okullarına kavuştuklarında daha önce hiç karşılaşmadıkları şeyler görüyorlar ve şaşırıyorlardı. Örneğin çatal; pek çok köy enstitülü daha önce görmedikleri çatalla yemek yemekte zorlandığını anlatıyor. İzmir’de bir toplantıda köy enstitülü bir büyüğümüz tatile köye gittiğinde babasının onu, -herkes ona çok özenmiş- daha önce onun ve köylünün hiç görmediği pijamalarıyla (görsünler diye) köy meydanında yürümeye zorladığını söylemişti.

Kuruluşu ve öğrenci kabulü böyle, işleyişine bakıldığında, eğitim anlayışı ‘iş hayatı içinde, iş aracılığıyla, iş için eğitim’ biçiminde formüle edilir. Tonguç, “işine güvenerek yaşayacak kültürlü bir nesil yaratmak için eğitim” olarak açıklamıştır bu ilkeyi. Dersler uygulama ağırlıklıdır, evet, yaparak öğrenmişlerdir köy enstitülüler ama bu yapma biçimi sadece uygulama değildir. Yaptıkları işin mantığını kavrayacak ve onu geliştirecek kadar da teorik bilgi kazanmışlardır enstitülüler. Kendi elektrik santrallerini yapacak kadar fizik bilgisine sahiptirler örneğin. Bu çok etkili ve önemli eğitim anlayışını şöyle özetler Tonguç:

Enstitülerde tarım ve işlik çalışmalarına önem verilirken, kültür derslerinin eski ezberci yöntemle okutulamayacağı çok doğaldı. Çünkü doğanın içinde, tarla ve bahçelerin arasında açılan bir kurumda, biyoloji ve tabiat derslerinin derslikte ve kara tahta başında okunması artık gülünç olacaktı. Tıpkı bunun gibi ekilip biçilen, çadır yaşamından başlayarak yeni yapılar kurulan, hayvan beslenen bir kurumda, kimya, aritmetik ve geometri derslerini bu olaylarla bağlılık yaratmadan okutmaya kalkışmak büsbütün gülünç olurdu. Onun için bütün derslerle ilgili metotların kökten değiştirilmesi, derslerin iş içinde iş vasıtasıyla öğretilmesi gerekiyordu. (Tonguç İH. 1947: 562)

Enstitülüler kendi gereksinimlerinin hepsini kendileri; tarlada, mutfakta, inşaatta çalışarak karşılamışlar ama aynı zamanda mandolin, akordeon, keman ve piyano çalmışlar, sanatın her türlüsü ile tanışmaları ve katkı koymaları için teşvik edilmişlerdir. Bireyin sağlıklı ve çok yönlü gelişimi için sanat etkinliklerinin eğitimde kullanılması gereği enstitülerde benimsenmiş, ayıca köyleri kültürel açıdan geliştirecek kişilerin sadece izleyici olmadan, çalan, söyleyen, çizen, güzelden anlayan insanlar olmaları için çaba gösterilmiş ve başarılmıştır. Enstitüler halk kültürünü evrensel kültürle birleştirmeyi becermişler, öğrenciler Şekspir de Nazım da okumuşlardır. Beethoven ve Aşık Veysel aynı enstitüde çalınıp söylenebilmiştir. Her sabah halk oyunları ile güne başlamışlar, hafta sonları tiyatrolar sergilemişlerdir. Birçoğu çalıştığı okulun bahçesine büst yapacak kadar heykel sanatına aşinadır. Günümüzün sanata bakışıyla karşılaştırınca ne kadar şanslıymışlar diye düşünmeden edemiyor insan.

Enstitülerde okuma-yazma etkinliklerine özel önem verilmektedir. Her öğrenci, her öğretmen, her çalışan, kitap okur enstitülerde. Hasan Ali Yücel, dünya klasiklerini çevirterek Milli Eğitim Bakanlığınca basmıştır o yıllarda. En çok okundukları yer enstitülerdir. Her enstitünün dergisi vardır. Bu dergiler okunur, izlenir, oralarda yazmaya teşvik edilirdi öğrenciler. O yüzden Türkiye’de toplumsal gerçekçilik akımını izleyen, adını bildiğimiz pek çok yazar köy enstitüsü kökenlidir.

Köy Enstitüleri 1950 yılına kadar karma eğitim kurumlarıydı. Kız öğrencilerin okula gelmesini teşvik için yanında bir kız öğrenci getiren erkek öğrenciler sınavsız girerlerdi enstitüye. “Yalnız köylü erkekler değil, köy kadınları da toplumun gereksinmeleri ve kendi beklentileri doğrultusunda geleneklerin karabasanından kurtularak çağdaş alışkanlıklar ve beceriler kazanacaktı” diyor köy enstitülü Pakize Türkoğlu kitabında. En fazla eleştiri ‘kız erkek birlikte kim bilir neler neler yapıyor’ diyen, o dönemde de bugünkü gibi yobazlardan gelmişti enstitülere. Sonra kız öğrenciler ve erkek öğrenciler ayrı okullarda okudular kapanıncaya kadar.

Köy Enstitüleri 1954 yılında kapatıldı. Kapatılana dek binlerce öğretmen ve yüzlerce sağlık memuru yetiştirmiştir. Kapatılışı ayrı bir yazı konusudur. Köy Enstitüleri eğitim ilkeleri ile halkçılığı ve devrimciliği ile Türkiye’nin geçmişindeki yarınıdır. 80. Yılında sevgiyle andığımız Köy Enstitüleri halen geçerli ilkeleri ile yaşlanmayacak, yaşatılacaktır.

 

Yararlanılan Kaynaklar:

  1. Arman, Hürrem. (2016) Piramidin Tabanı. Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği Yayınları. İzmir.
  2. Tonguç, Engin (2007) Bir Eğitim Devrimcisi İsmail Hakkı Tonguç. Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği Yayınları. İzmir.
  3. Tonguç, İsmail Hakkı (1947) Canlandırılacak Köy. Remzi Kitabevi
  4. Türkoğlu, Pakize (2017) Tonguç ve Enstitüleri. İş Bankası Kültür Yayınları.

[1] Hürrem Arman, Piramidin Tabanı adlı kitapta böyle bir İstanbullu öğretmenden söz ediyor.