Sanatta Yan Tutma

Maksim Gorki'ye, yahut Mayakovski'ye, yahut Tevfik Fikret'e, yahut bizimkilerden, yani Türk Edebiyatımızdaki herhangi bir şairimize haset etmedim, çünkü sevdim, hatta bu sevgi mesela Piraye'ye karşı duyduğum bir sevgi gibi bir şeydir. Piraye'ye haset etmem kabil midir?

Sanatta Yan Tutma

Nâzım Hikmet

İşçi edebiyatı, her şeyden önce devrimci bir edebiyattır. O kapitalist rejimin yanında için için oluşan ve bugün Sovyetler Birliği’nde çalışan yeni topluma uyarak, onu aydınlatan, tasvir eden edebiyattır. Bu geniş çevreleri saptamaya ve yoruma kalkınca büyük bir güçlük karşısında kalırız:

Gerçekten edebi eylem bir yapıt ürünüyle kendini tanıtır. Oysa biz bu alanda ancak öncü yapıtlarla karşılaşıyoruz. Maddi değişmeler henüz tektük ve gençtir.

Bu yeni estetik hareketinin doğal gelişimini ve tüm genişliğini ancak estetiğin geliştiği yeni topluma tümüyle yerleşmesinden ve hatta yerleşmesini uzun bir süre izledikten sonra saptamak mümkün olacaktır. Böyle olmakla birlikte onun ilkeleri ve olumlu bir başlangıcı vardır…

Devrim yeni bir insan yaratmıştır. Bu adam ister fabrika işçisi, ister toprak işçisi olsun, bu adam akımlara karşı gelecek, eskiden kalanları yok edecek, planı ile gereçleri hazır olan bir kurumu yapacak olan bir dövüşçüdür. Devrim onları kendi iç dünyasına, kendi özelliğine göre yaratmıştır.

İşçi edebiyatı bir dövüşen işçinin malıdır. Bu edebiyat bu işçinin eylemlerini, çalışmalarını, duygularını, eğilimlerini dile getirmelidir. O uluslararası bir bütünün hücresidir. Onun en karakteristik yanı kişilik çerçevesinden fırlayışı ve toplumsal şeklidir. Bu durum, kişiliğin feda edilmesini gerektirmez, aksine devrim içindeki vatan da, sosyalist vatan da o yeni kişilik yükselecektir.

***

Halide Edip diyor ki:

“İçlerinde ‘Taranta Babu’ ve sırf ideoloji propagandası olan parçalar çıkarılırsa ‘Benerci Kendini Niçin Öldürdü’ derecesindeki eserleriyle gençler arasında, hatta bu devirde dahi sıfatını alabilecekler vardır.”

Yazıyı bir daha okudum, beni gençler arasında sayması tuhafıma gitti. Hem içerledim, hem sevindim. Sonra ve belki hepsinden önce “ideoloji” meselesine güldüm. Hey sersem bayan, dedim, ben bir dahi değilim, ‘fakat iyi bir sanatkarım ve bunu her şeyden önce ideolojime borçluyum. Eğer sizin iyi sanatkarlarınız yoksa ideolojinizin bugün artık iyi sanatkara muhteva olamayacak kadar tefessüh etmiş olmasından gelir.

Maksim Gorki’ye, yahut Mayakovski’ye, yahut Tevfik Fikret’e, yahut bizimkilerden, yani Türk Edebiyatımızdaki herhangi bir şairimize haset etmedim, çünkü sevdim, hatta bu sevgi mesela Piraye’ye karşı duyduğum bir sevgi gibi bir şeydir. Piraye’ye haset etmem kabil midir? Diğer taraftan Ahmet Haşim’e, Bodler’e, ne bileyim Yahya Kemal’e filan da haset etmedim. Çünkü onların estetiği düşman ve ayrı cins ve neviden bir estetiktir. Sonra Mevlana, Fuzuli filan gibiler de var, onlar bugün çok uzak, belki bu sebepten düşmanlıklarını öyle konkre ve keskin duymuyorum ve bazen parça parça sırf teknik bakımdan ve bazen lirik unsurlarıyla hoşuma gidiyorlar.

Dönemlerinin karanlık güçleriyle savaşan ilerici sanatçılara her ülkede ve her çağda rastlanır. İnsanların mutluluğu ve dünyada güzel bir yaşam için savaşa giren bu ilerici sanatçılar her zaman karanlık güçlerce kuşatılmış, kovuşturulmuş, baskıya uğratılmış, hapsedilmiş ve öldürülmüşlerdir. Fakat onlar hiçbir baskı ve tehdidin, hiçbir ölümün, hiçbir yalanın; tarihin akışını, iyiye, güzele, haklıya ve mutluluğa yönelişini durduramayacağını bilirler. Ve bu yazarların yapıtları ve bütün yaşamları gelecek kuşaklara örnek olur.

(Malatya Cezaevi’ne 1941 ve 1944 yılının ilk yarısı içinde yazılmış olması gereken mektuplardan.)