Jack London'ı anlamak

Uzun ve çetin yollar, büyük getirilerin uzantısıdır, insanın hayatta elde edeceği manevi değerlerin tatlı yorgunluğudur. London da uzun ve çetin yolların ete kemiğe bürünmüş hâlidir. London’ın toplumcu çizgiye kayışını anlatmanın en kısa yolu sanırım budur.

Jack London'ı anlamak

Arjin Avcı

 

Jack London’ın yaşadığı dönemler bazı nesnel koşulların etkisinde geliştiği, politik gündemin sıcak olduğu dönemlere tekabül eder.

12 Ocak tarihi, gerçek adı John Griffith Chaney olan Jack London’ın serüvenlerle ve mücadeleyle dolu olan hayatının başlangıcıdır. 12 Ocak 1876 yılını bir doğum tarihi olarak değil Jack London’ın da pastadan payını alacağı uzun bunalım* döneminin başlangıcı olarak ele almak gerekir belki de.

Büyürken…

Kriz dolayısıyla Jack London’ın ilk çocukluk yılları yoksullukla ve zorluklarla geçmiştir. Anlatılara göre genç yaşlarında sisteme karşı sergilediği duruşun temeli burada yatmaktadır. Çalıştığı birçok yerde bir emekçi olarak yaşadığı sıkıntılar ve gözlemlediği durumlar, yalnızca kitaplara aktardığı cümlelerde değil, hayatında önemli bir dönemece de neden olmuştur.

Güçlülüğü, işlere yatkınlığı büyük bir avantajdı. Kendini şanslı, kazanan taraf ve yine zamanında kendi ağzıyla söylediği gibi Nietzsche’nin “sarışın canavarlar”ı** olarak görüyordu. Kendi gibi olmayan insanları da daha az çalışmış, şanssız, kısacası “kaderin cilvesinin sonucu” olarak görüyordu. Krizin ve özellikle kapitalizmin ilk yıllarının kurbanı olan bir zaman diliminde yoksullukla boğuşan Jack London, daha 10 yaşında gazete satmaya başlamıştır. Sekizinci sınıfa geldiğinde okulu bırakmıştır bile. Jack London, otobiyografi niteliğini taşıyan 1913’te yazdığı “John Barleycorn” kitabında, çocuklukta yaşadığı zorlukları şu şekilde dile getirmiştir:

“Ben dünyaya yoksul gelmiştim. Yaşamım yoksulluk içinde geçmişti. Zaman zaman aç kaldığım olmuştu. Bütün yaşamımca ne bir oyuncağım olmuştu ne de başka çocuklar gibi oyun oynamıştım. Bütün anılarımda yoksulluğun acısı vardı. Bu yoksulluğun acısını sürekli çekmiştim. Bir dükkândan para verilerek satın alınmış ilk fanilamı sekiz yaşındayken giymiştim. Altı üstü ufacık bir fanilaydı işte. O kirlendiği zaman, yıkanıncaya kadar yine evde yapılmış çirkin fanilalara kalırdım. Dükkândan alınma o fanilam bana öyle gurur veriyordu ki, bir süre üstüme ondan başka bir şey giymemek için diretmiştim: (…) sonunda annem dükkândan alınma o fanilayla dolaşmama izin vermişti.”

Uzun ve çetin yollar, büyük getirilerin uzantısıdır, insanın hayatta elde edeceği manevi değerlerin tatlı yorgunluğudur. London da uzun ve çetin yolların ete kemiğe bürünmüş hâlidir. London’ın toplumcu çizgiye kayışını anlatmanın en kısa yolu sanırım budur.

Mücadele Başlarken

Jack London, yaşı büyüdükçe âdeta işçi sınıfının bir oğlu oluyordu. Yaşı ilerlemesine rağmen okulu bitirme amacından hiç geri durmadı. Aynı anda hem çalıştı hem de okumak için fırsatlar yaratırdı. Müdavimi olduğu kütüphanelerde tarihi ve serüven romanlar içinde kayboluyor, tüm klasikleri okumak konusunda da bir hayli çaba verdiği görülüyordu. Fakat içinde, bunların da ötesinde bir maceracı yan vardı. Denize, doğaya olan düşkünlüğü onu on dört yaşında bir yelkenli yapmaya yöneltti. Böylelikle denizciliğinin ilk tohumlarını serpiştirmiş oldu.

Birçok kitabını gezdiği, gördüğü, gözlemlediği bu coğrafyadan ve o coğrafyanın emekçi insanları üzerinden şekillendirmiştir. İnsanların en verimli olduğu dönemlerini sadece çalışarak geçirmeleri ve sonra iş yapamaz hale geldiğinde hayatlarını yitirmeleri London’ın kabul edemeyeceği bir durumdu. Peki sadece emeği satmak için mi yaşamak gerekirdi? Yoksa mücadele etmek mi? Bu fikirleri onu yavaş yavaş mücadele ile buluşturdu. Yalnız olmanın değil, onun gibi insanlarla birlikte bir mücadele verilmesi gerektiğini de düşünürdü. Fransız Devrimi’ni, Saint Simon’u, Babeuf’ü okusa da kafasının karışmasına engel olamadı. Ancak arkadaşlarının konuşmalarında adı geçen Komünist Manifesto’yu da okumaya başladığı anda tüm sorular cevabını bulmuştu ve defterine not etmişti:

“İnsanlık tarihi, baştan başa, sömürenlerle sömürülenlerin kavgasıyla dolu… Darwin’in incelemeleri nasıl insanoğlunun gelişimini gösteriyorsa, sınıflar arasındaki bu kavganın tarihi de, bizlere iktisadi uygarlığın gelişimini göstermektedir.”

London artık hayatını yazarak ve mücadele ederek devam ettirmeye karar verir. 19 yaşında Oakland High School’a yazılır, dergilere makaleler göndermeye, Oakland Sosyalist Partisi’nin toplantılarına katılmaya başlar. Daha sonra çeşitli dergilere yazılar yazar 1901 ve 1905 seçimlerinde Oakland’da belediye başkanlığına adaylığını koyar. Günler geçtikçe dünya görüşüne olan bağlılığı artar. Gençlere de bu fikri aşılamak için konferanslar, konuşmalar düzenler.

Jack London; bir emekçi, bir genç, bir vatandaş olarak yaşadığı sıkıntılarla siyasallaşmıştır artık. Hayatının her yönünü gerçekliğin bir yansıması olarak gören ve bunu köküne kadar yaşayan bir yazardı. Jack London, o zamana kadar ABD’nin ilk ve tek proleter edebiyatçılarındandı. Jack London ve nice yazarımız bu sisteme karşıt sosyalist-gerçekçi eserlerini bize armağan etmiştir. Nedeni, ne soyut imgelemlerin tesiri ne de bireyci zevklerinin sonucuydu. Onlar toplum için yazdı ve bundan da hiçbir karşılık beklemediler.

22 Kasım 1916’da böbrek yetmezliğinden ölen Jack London’ı yine John Barleycorn kitabında geçen cümleleriyle hatırlamakta fayda vardır:

“Uğrunda savaştığım başarı ya da para gibi şeylerin savaşmaya değmez olduğu ortaya çıktı. Geriye kala kala, beni bir kelepçe gibi yaşama bağlayan ‘halk’ kaldı.”

 

* Uzun Bunalım, 1873-1896 yılı arası, kapitalizmin ilk büyük krizidir. Bu dönemde ABD’nin birçok bankası iflas noktasına gelmiş, birçok işletme batmış, birçok demiryolu şirketinin de sonu gelmiştir. Bunalım, I. Dünya Savaşı’nın başlangıcı olmuştu.

** Ahlâkın Soy Kütüğü, Nietsche