Bir Bakış Açısından “The Platform”

Sistem, tüm bencilliğiyle (özü gereği) dünyada bir kuşatılmışlık sergilerken, insanlarımız yıllardır var olan doğal sebeplerden biri olan virüse karşı insani tutumunu kaybetmiyor.

Bir Bakış Açısından “The Platform”

Arjin Avcı

Hepimizin bildiği gibi, bu salgın günlerinde toplumumuzdaki ve dünyadaki bazı meseleler hiç olmadığı kadar dikkat çekerek tekrardan yeşermeye başladı: Sağlık “sektörünün” vahametinden sosyal sorunlara, sistemin bile artık kendisiyle savaştığı daha bir dizi sorun ortada.

Konuya geçmeden önce özellikle bu meseleden bahsetme nedenimiz; insanlığın bazı noktalarda hiç olmadığı kadar birleşmişken bazı noktalarda da hiç olmadığı kadar da ayrışmış durumda olması. Bunun temel nedenini filmin konusu üzerinden incelemeye çalışacağız. Tam da herkesin evinde vakit geçirip film izlediği bugünlerde, gündemde çarpıcı bir yer edinmiş Galder Gaztelu-Urrutia’nın ilk uzun metrajlı “The Platform”u da bu yazıda sinematik bir açıdan ziyade, verdiği ana mesaj üzerinden değerlendirmeye çalışacağız.

Ana karakter Goreng üzerinden ilerleyen film, onu bir temsiliyet üzerine oturtuyor. Gözünü açar açmaz kendisini bir nevi hapishanede bulan Goreng, karşısında yaşlı bir adamı bulur. İki kişilik, küçük, kare bir mekânın ortasında bir delik (boşluk) ve aşağı baktıkça uzayıp giden katlar…

Kafasında anlamlandırmaya ve yaşlı adamla sohbete girişerek çözümlemeye çalışır. Platformda aylarca kalmasından mütevellit yaşlı karakterimiz, ilk sahneden itibaren Goreng gibi bir temsiliyet üstlenmiş “platform”un etkisindedir. Yani, filmin sonunda verilen mesaj başından itibaren bellidir. “Sen bana bir şey vermezsen ben de sana bir şey vermem” anlayışıyla hareket eden yaşlı adam, Goreng’le ilk başlarda iletişimi sıkı tutmaz fakat sonrasında Goreng’in diretmesiyle oturtmaya çalıştığı sorularına cevap verir.

Goreng ise, ilk geldiğinde, bulunduğu yeri keşfedebilmek için aşağı katlara seslenir ve yaşlı adam “Onlara seslenme, onlar aşağıdakiler” derken, yukarı katlara seslenmeye kalkınca da “onlar yukarıdakiler, cevap vermezler” der. Daha ilk başlardan hepimizin çözümleyebileceği “sistem eleştirisi” kısmında çok durmayacağız, sistem eleştirisinin hangi sonuca vardırıldığı üzerinde duracağız.

Niçin hapishaneye geldiğini tam olarak anlayamadığımız Goreng, elindeki Don Kişot kitabını okuyarak vakit geçirmek isterken, kaldığı altı ay boyunca platformun kördüğümünü çözmeyle uğraşacaktır. Platformun kat sayısı film boyunca değişkenlik göstermektedir. Kimse de tam olarak kaç kattan oluştuğunu tam olarak söyleyemez çünkü mahkûmların katları her ay değişmektedir. Yaşlı adam 132. kata düştüğü için, o civarlarda olduğunu düşünürken aslında daha fazla kattan oluştuğunu ancak ve ancak filmin sonunda anlayabiliyoruz. Bu çok katlı hapishanenin, bu şekilde tasarlanmasının ana nedenini de yemeklerin verildiği zamanda idrak edebiliyoruz. Her mahkûmun en sevdiği yemekler esas alınarak ve en özenli şekilde hazırlanarak yapılan yemekler birinci kattan aşağıya kadar servis edilir. Yukarıdakiler yemeklerin doyumuna ulaşırken aşağıdakiler artıkları yemek durumuna, hatta aç kalma durumuna varır.

Aslında ilk başlarda, “herkes kendi payına düşeni yese alt kattakilere kadar yemek ulaşır” düşüncesiyle hareket eden Goreng, yukarıdakilere bunu anlatmaya kalkışınca yaşlı adam “Yukarıdakiler komünistleri dinlemez” cevabını vererek aç gözlülüğün ne yüksek doruklara ulaştığının mesajını verir, bunu geri dönülemez ve yerleşmiş bir durum olarak nitelendirerek. Aynı zamanda platformdaki insanları üç türe ayırır: Yukarıdakiler, aşağıdakiler ve düşenler.

Bir ay geçtikten sonra yine yaşlı adamla 171. kata düşen Goreng, uyanırken kendini bağlanmış şekilde bulur. İlk başlarda orta katlarda olanlar artık aşağıya düşmüştür ve aç kalacakları bellidir. Bu ayrıntıyı özellikle veriyoruz, bunun nedeni de platformdaki insanların bir müddet sonra açlıktan insan eti yiyecek hâle düşmeleri. Kat kat gezen, çocuğunu arayan bir kadın tarafından (yaşlı adamı öldürerek) kurtarılan Goreng, verdiği mücadeleye rağmen artık kendi değişiminin de farkındadır.

Bir müddet sonra Platformun yönetim kadrosundan bir kadınla aynı kata düşen Goreng, kadının buradaki dayanışmayı sağlama biçimini haftalarca izler. Yönetimdeyken tahmin edemediği kadar vahim bir durum yaşanmaktadır. Hatta öyle ki kendisi bile kat sayılarını yanlış bilmektedir. Nedenini yine insanların aç gözlülüğüne bağlayan yönetim bunu bir testmiş gibi film boyunca gösterir.

Goreng de en sonunda üst katlardan birine ulaştığında, yanındaki adamla birlikte yemeklerin olduğu platforma çıkarak, yemekleri en aşağı kadar eşit paylaşılmış bir şekilde ulaştırmaya çalışır. Ama gel gör ki katlar bir türlü bitmemektedir…

Yönetimin testine, platforma bir “panna cota” tatlısı bırakarak mesaj vermeye çalışacak bu iki adam son katlara doğru beklenmedik durumlarla karşılaşır. Filmin ana fikrini sonuçlandırsak, temel mesaj, aç kalanların ve aç gözlülerin iki sınıf olarak her zaman süreceği, yani kapitalizmin kendini olağan varoluşuyla kötülüklere sürükleyeceği ve bunla mücadele etmenin de pek bir işe yaramayacağı…

Bunu sadece filmlerde değil, reel hayatta da var olduğunu bilmekteyiz. Kapitalizm, tüm dikenleriyle bir yol döşemiş ve bu yollarda ayaklarımızı kanatıp mahvedene kadar yürümek zorundaymışız fikri, eleştirilen sistemin en büyük silahlarından biri. Yazının başında bahsettiğimiz gibi; özellikle son zamanlarda virüs nedeniyle insanlığın büyük dayanışmasından bahsederken aynı zamanda marketlerde yapılan “yağmadan” veya özel sektörlerin yaptığı spekülasyonlardan da bahsedebiliyoruz.

Sistem, tüm bencilliğiyle (özü gereği) dünyada bir kuşatılmışlık sergilerken, insanlarımız yıllardır var olan doğal sebeplerden biri olan virüse karşı insani tutumunu kaybetmiyor. Aç gözlülük, acımasızlık, savaş, ayrımcılık gibi sonuçlar, belirli bir tarihsel yığılmanın sonucu olarak karşımıza çıkarken, bunlarla olumlu ya da olumsuz insanlığın ne çeşit uğraşlarla, tarihte kendine yer vererek izler bıraktığını söylemek de sanırım bizi bir noktada birleştirmiş olur ve günümüzdeki sorunları tek bir potada eritebilme olanağını sağlar. Üstelik “The Platform” adlı filmde de birçok sorunun açlıkla olan birleşimle körüklendiğini görüyorsak, filmdeki birkaç karakter üzerinden ırkçılık, göçmenlik algısını eğer anlamışsak.

Neo-liberalizmin tüm vaatleriyle üst kesimlerde, filmin deyimiyle “yönetimde” gayet işler olması fakat alt kesimlerde bunun işlememesi, bize sınıfların ortadan kalkmadığı bir durumla karşılaştığımızı gösteriyor. Bizim anlamamız gereken mesaj; her düzenin (sömürü düzeninin) sonsuz teneffüs çanlarının elbet bir gün çalacağı…

Şairin de dediği gibi:

“Her şeyin bir vakti var

Döllemenin ve ölmenin

Dikmenin vakti var

Ve sökmenin

Öldürmenin ve şifanın

Yıkmanın vakti var

Ağlamanın vakti var

Ve gülmenin.”