Üniversitelerde medreseleşme süreci

Çünkü çoğu zaman üniversitelere yönelen saldırıların sebebinin siyasal iktidarın "meczup yapısından" veyahut sadece Yükseköğretim Kurulu’nun (YÖK) adımlarından ibaret görülmesi gibi üniversite-siyasal iktidar-sınıfsallık ilişkisinden kopuk düşünceler ortaya atılıyor.

Üniversitelerde medreseleşme süreci

Aydın Marmara

Üniversite, burjuvazinin siyasal iktidara yerleşmesi veyahut feodal sınıflar ile oluşturduğu konsensüsün sonucunda oluşan modern devletin paralelinde ortaya çıkmıştır. Burjuvazinin yarattığı değişim dönüşüm, temelinde sınıf mücadelesini barındırırken bu mücadelenin ilk yöneldiği hedef Orta Çağ Avrupası ve onun feodal yapısı olmuştur. Burada skolastik düşüncenin ve kilisenin egemenliğini sarsmanın aracı olarak rasyonel düşüncenin doğuşu burjuvazi tarafından hem maddi hem de siyasal taraflaşma açısından desteklenmiştir. Ayrıca merkantilist birikim döneminde ve sonrasında üretici güçlerin gelişimi (teknik bilgi yani manifaktürden daha gelişmiş üretim tekniklerine geçiş vb. insanın üretim bilgisinin artışı) için ise yine üniversitelere ihtiyaç doğmuştur. Üniversitenin böyle bir ihtiyaçtan doğmasından mütevellit değişim ve devrim ihtiyacının temellendirilmesi yine üniversite sıralarında okuyanlar ve bilgi üretenler için temel yönelimi oluşturmuştur. Her ne kadar bilgiyi üreten araçlara sahip olmasının kazancı, burjuvaziye egemen ideolojiye hâkim olmakta tekel verse de üniversitelerden çıkan çatlak seslere zaman geçtikçe negatif anlamda daha duyarlı olmuştur[1]. Yaratılan aydınlanma düşüncesi egemen sınıf açısından bir prangaya dönüşmüş ve dünyanın her yerinde orasından burasından kırpılıp tepe taklak edilmeye çalışılmıştır. Bu dönüşüm 1848 devrimlerinde işçi sınıfının siyasal taleplerle ortaya çıkışı sonrasında burjuvazinin gericileşme eğilimiyle başlamıştır[2].

Tüm bu oldukça tarihsel ve kısa özetle girişin sebebi bugün üniversite reformu ile önemli adımlar atmış olan 1923 Cumhuriyeti’nin yaratmış olduğu aydınlanma mirasının, Türkiye sermaye sınıfına gün geçtikçe pahalıya patladığının görülmüş olmasının sonucunda ortadan kaldırılma sürecinin teorik olarak nereye oturduğunun ortaya koyulmasıydı. Çünkü çoğu zaman üniversitelere yönelen saldırıların sebebinin siyasal iktidarın “meczup yapısından” veyahut sadece Yükseköğretim Kurulu’nun (YÖK) adımlarından ibaret görülmesi gibi üniversite-siyasal iktidar-sınıfsallık ilişkisinden kopuk düşünceler ortaya atılıyor. Kısaca özetlersek üniversiteler memleketten, memleketin ahval-i bitap konumu sermaye egemenliğinden bağımsız düşünülemez. Şimdi bu tezin temellendirilmesine yarayacak olan önce yüksek okullaşma süreci ve sonrasında medreseleşmenin epik öyküsünü anlatalım. Buradaki yerimizin ve okuyucunun sabrının dar olduğunu bildiğimiz için üniversitelere insan yollayan ilköğretim sürecinin dönüşümü dışarıda bırakılmıştır.

12 Eylül 1980 darbesi: Sermayenin demir yumruğu üniversitelere vuruluyor

1980 yılında 24 Ocak Kararnamesi olarak anılacak ve Türkiye’nin yaşayacağı piyasalaşma sürecinin başlangıç adımı olacak kararlar açıklandı. Demirel hükümetinin başbakanlık müsteşarlığına getirdiği Turgut Özal’ın hazırladığı kararlar sermaye piyasasının oluşmasını, emeğin kazanımlarına el konulmasını ve sonuç olarak sermayenin kesintisiz iktidarının sağlanmasını hedefliyordu. Dünyadaki neo-liberal rüzgârın Türkiye ayağıydı. Fakat ortada bu programın gerçekleşmesi için engeller bulunmaktaydı: Türkiye’de sosyalist hareket ve emek örgütleri aktif bir biçimde siyasal alana ağırlığını koyarken hatta 80’e doğru iktidara el koyacak kadar güçlenmişken bu hamleler kolayca yapılamazdı. Bu yüzden Latin Amerika’da olduğu gibi neo-liberal program sermayenin demir yumruğu olan askeri darbe ile başlatıldı. Emek örgütleri kapatıldı, komünistler ve ilerici insanlar gözaltında işkencelere tabi tutuldu, korku yaratmak adına seçmece idamlar gerçekleştirildi. Tüm bu sürecin en önemli ayaklarından biri Türkiye sosyalist hareketinin kadro dinamiği yakaladığı üniversitelerin özerkliğinin kaldırılması oldu. Bunun için darbe yönetimini 1981 yılında 6 Kasım tarihli ve 2547 sayılı Yüksek Öğretim Yasasını çıkarak YÖK’ü kurdu. Bu sürece paralel üniversiteden yüzlerce akademisyen atıldı, müfredatlarda çok ağır değişimler yaşandı. Prof. Dr. Rıfat Okçabol’a göre bu süreç üniversitelerde yüksek okullaşmadır[3]. Çünkü eğitimin tek bir doğrultuya sokulması, üretilen bilginin sorgulanma süreçlerinden feragat edilerek yapılması ve en önemlisi üniversitelerin temel amacı bilgi üretiminin öznesi akademisyen kıyımları bu süreci açmıştır.

YÖK başkanları ülkedeki piyasalaşma ve Türk–İslam sentezci paradigmanın doğrultusunda adımlar atmıştır. Mesela ilk YÖK başkanı Prof. Dr. İhsan Doğramacı ( Aralık 1981- 1992 Temmuz) eliyle kendisine ait vakıf adına Bilkent Üniversitesi’ni kurmuş, öğrenciden katkı payı alınması uygulamasını başlatmış, rektörleri Aydınlar Ocağı [4] üyelerinden atamış, “Türban” sorununun fitilini ateşlemiştir[5]. Vakıf üniversiteleri sonrasında YÖK tarafından hazırlanan raporlarda bile sert eleştirilere tabi tutulmuştur: “Yüksek Öğretimin özel kesim tarafından sunumunun son yıllarda birçok ülkede denetimsiz ve hızlı şekilde büyümesi, kamu hizmeti olma niteliğinin kaybolmasına ve kalite, mesleki yeterlilik, akademik tanımanın bulunmayışı gibi pek çok sorunun ortaya çıkmasına neden olmuştur”[6]

İhsan Doğramacı’dan sonra gelen Prof. Dr. Mehmet Sağlam (Temmuz 1992- 1995) aynı çizgiyi sürdürmüş fakat kendi izlerini bırakamadan Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in seçimi Prof. Dr. Kemal Gürbüz’e yerini bırakmıştır. Gürbüz’ün döneminde piyasalaşma ve gericileşme at başı yarışmıştır. Keza kendisi bilime bakışını şu sözlerle de ortaya koymuştur: “Din eğitiminin İslam’ı istemenin bilime aykırı bir yönü yoktur: Çünkü bilim kanunlarını Cenab-ı Hak Teala koymuştur“[7] Bu kendinden menkul mantık yürütmenin skolastik düşünceye taş çıkarırcasına ortaya atılması ise manidardır. Ayrıca din eğitiminin bilimle çelişen bir yönü yoktur fakat Türkiye’de verilen şekliyle din üzerinden dünyanın temellendirilmesi ve Sünni İslam anlayışı referans alınarak verilen din eğitiminin doğrultusu bilimle bağdaşmamaktadır. Laik bir ülkede kamunun eğitim kurumlarında dinler tarihi ve bilgisi eğitimi talep eden kişilere verilebilir fakat bunda öğrencilerin zorunlu bırakılması ve teoloji ve din felsefesinin geniş kümesi içinden cımbızlanarak Sünni İslam anlayışın çerçevesinde verilmesi yanlıştır. Geçen günlerde bunun somut örneğini Karabük Üniversitesi Tıp fakültesinde öğrencileri yaşadı. Seçmeli ders için 3. Sınıf öğrencileri ‘’Manevi Danışmanlık ve Rehberlik”, “Kur’an-ı Kerim Okuma”, “Hazreti Muhammed’in Hayatı” gibi derslerden birini seçmesi zorunlu tutuldu[8].

Gürbüz döneminde atılan piyasalaşma adımları 20 kadar vakıf üniversitesinin açılması, bunun yanında vakıf üniversitelerinde eğitim ve hukuk fakültelerinin açılmasıydı. Eğitim ve hukuk fakültelerinin vakıf üniversitelerinde açılması izni de yine aynı dönemde çıkmış, gelecek için çok büyük sorun teşkil etmişti. Bu girişim, atanamayan öğretmenler sorununa yeni bir boyut katmış; üzerine hukuk alanında kamu anlayışının bozulmasını ve kalite sorunlarını beraberinde getirmiştir[9] . Üniversiteleri “mali olarak özerkleştirip kalitelerini ve uzmanlaşmayı arttırmak gibi” bir amaç güden emperyalist Avrupa Birliği (AB) projesi Bologna Süreci ise tüm piyasalaşma adımlarının tuzu biberi olmuştur. Keza ilk başta kulağa hoş gelen üniversitelerin özerkliği 27 Mayıs anayasasının getirmiş olduğu özerklik anlayışına yakınsayan değil tam tersine sermaye ile daha bütünleşen bir anlayışa tekabül etmektedir. Hal böyle olunca patronlara “sizin için ne yapabiliriz” diyen rektörler ortaya çıkmıştır[10].

1961 anayasası ve 1980 anayasası arasındaki farkın üniversitelere nasıl yansıdığını ortaya koyar isek şu örneği verebiliriz: “27 Mayıs Anayasası özel yüksek okulların açılmasına izin vermezken (Anayasa mahkemesi 1970’te özel yüksek okulları anayasaya aykırı olduğu için kapatmışken) 12 Eylül Anayasası vakıfların yüksekokul açmasına izin vermiştir”[11]. Yukarıda da belirtmiş olduğum gibi 1923 Cumhuriyeti’nin kamucu ve ilerici birikimi sermayeye ağır gelmiş ve gün geçtikçe bu ağırlıkları üzerinden atmanın fırsatını aramıştır Türkiye sermaye sınıfı. 12 Eylül’den sonra TUSİAD Başkanı Halit Narin, bugüne kadar işçiler güldü şimdi gülme sırası bizde demiştir.

Kuruluşundan bu yana YÖK’teki asıl büyük değişim ise Abdullah Gül’ün Çankaya’ya çıkışı ile gelişmiştir. Bu süreçten sonra Abdullah Gül, Türban gibi konularda YÖK-AKP gerilimine AKP lehine son vermiş, FETÖ’ye yakınlığı ile bilinen Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan’ı (2007-2011) başkanlığa atamıştır. Bu gelişmeden sonra YÖK AKP’lileşmiştir. YÖK ‘ü AKP’den bağımsız kendinden menkul bir noktaya koyma düşüncesinin ise ayakları havada kalmaktadır. Üstüne 2017’deki rejim değişikliği ile gelen değişikler ile birlikte bugün YÖK Saray’ın aparatı durumuna düşmüştür.

Bu süreçte Gülen cemaatinin vakıf üniversiteleri pıtrak gibi çoğalmış, bugün hatırı bile kalmayan “kutlu doğum haftası” etkinlikleri üniversitelerde varlık göstermiş, yine Gülen cemaatinin ağırlığı üniversitelerde artmıştır. Özcan’dan sonra Gül yine FETÖ’cü olduğu bilinen Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya’yı (Aralık 2011- 2014) atamıştır. Bu dönemde AKP’nin üniversitelerde istediği dönüşümü başlatmak adına yeni taşra üniversiteleri açmıştır. Çünkü köklü diye niteleyeceğimiz üniversitelerde bu dönüşümleri yapmak AKP adına o dönemde sorunlar yaratmıştır. ODTÜ Ayakta eylemleri, rektör seçimleri AKP açısından fiyaskolara dönüşmüştür. “Here yere üniversite” sloganıyla propaganda edilen süreç aslında yüksek eğitim mezunlarının önüne işsizlik gibi sorunlar yaratmıştır. Kadrolarında profesör bile barındırmayan üniversiteler açılmış buraya AKP’ye ve cemaatlere yakınlığı ile tanınan isimler atanmıştır. AKP ile yaşanan üniversite enflasyonunu ortaya koyan Prof. Dr. Ahmet Haşim Köse’ye kulak kabartalım:

“1933’te Darülfünun İstanbul Üniversitesi’ne dönüştüğünde bu ülkede sadece bir tane üniversite bulunuyordu. 1946’da üç (İÜ, İTÜ, AÜ), 1960’ta yedi, 1971’de 12, 1981’de YÖK kurulduğunda ise 27 üniversite mevcut. Bu sayı 1992’den sonra hızla artıyor ve 1992-2003 arasında 53’ü devlet, 24’ü vakıf üniversitesi olmak üzere 77’ye yükseliyor. Bugünkü iktidar sürecinde bu sayı 2017’de 119’u devlet, 67’si vakıf olmak üzere 186’ya çıkarıldı. YÖK’ün sayfasında 2019 için faaliyet gösteren 206 üniversite yer alıyor.”[12]

Bu üniversite enflasyonu öncelikle AKP’nin üniversitelerde istediği değişimin ilk adımını atarken genç işsizlikte ise patlama yaşanmasına neden olmuştur. Ayrıca emperyalist-kapitalist sisteminin merkezde tüketimi arttırma ve çevrede ise emek maliyetlerini aşağı çekme amacına hizmet eden dünyanın emek yoğun mallar üreten ve teknoloji/sermaye yoğun mallar üreten kapitalist ülkeler olarak ikiye bölünme sürecinde Türkiye’nin emek yoğun ve kaynak mallar üretiminde uzmanlaşma sürecine de paralel işlemiştir[13]. Daha basit bir dilde anlatırsak Türkiye gibi emek yoğun ve ithal ara girdi ile üretim yapan çevre ülkelerinde ücretlerin baskılanma ihtiyacı ve kayıt dışı istihdam ortaya çıkar[14]. Bu sürece üniversitelerden mezun yüzbinlerce düşük ücretle çalışmaya razı olacak iş gücü hizmet edecektir.

Siyasal İslamcılar hesaplaşıyor: 2016 FETÖ darbesi ve büyük üniversite tasfiyesi

2014 yılına gelindiğinde ise FETÖ’cü olduğu bilinen YÖK Başkanı Çetinsaya, AKP’li Cumhurbaşkanı tarafından AKP-Cemaat hesaplaşmasının yarattığı dalga nedeniyle görevden alınmıştır. Yerine ise Prof. Dr. Yekta Saraç atanmıştır. Yeni YÖK Başkanı’nın ilk işi bir tarikat merkezini ziyaret etmek ve oradaki Kur’an kursunu denetlemek olmuştur[15]. 2015 yılında Türkiye Uluslararası İslam, Bilim ve Teknoloji Üniversitesi kurulmuştur. Bu üniversitenin danışma kurulu AKP’lilerden oluşurken bugün internet sitesine girdiğiniz de ise herhangi bir faaliyet sürecinin olmadığını fark edebilirsiniz. 2016 Temmuz’una gelirken AKP-Cemaat çekişmesi 15 Temmuz Darbe girişimiyle sonuçlanmıştır. Ardından üniversiteler açısından süreç Fetullahçılara peşkeş çekilen arazilerde kurulan vakıf üniversitelerinin tasfiyesi ve darbe dönemlerinin 20 katı kadar akademisyenin ihracını getirmiştir. OHAL rejimi ile yönetilen ülkede KHK’lar ile sadece FETÖ’cüler değil yargılanma olmadan pasaportlarına ve iş haklarına tedbir konularak ilerici, yurtsever akademisyenler de atılmıştır. Rektör seçimleri için 6 aday belirlenme uygulaması yine OHAL sopası altında oldu bittiye getirilerek kaldırılıp Erdoğan’a bağlanmıştır. Bu yetkiyle beraber köklü diyebileceğimiz üniversitelere de AKP’nin istediği rektörlerin atanmasının önü açılmıştır. AKP’nin yarattığı medreseleşme süreci neredeyse tamamlanmıştır.

Son bir ay içinde yapılan rektör atamalarını masaya serersek daha somut ve aydınlatıcı oluruz[16]:

-İstanbul Teknik Üniversitesi’ne rektör olarak atanan İsmail Koyuncu, ‘Fesli Kadir’ olarak bilinen Cumhuriyet ve ilericilik düşmanı Kadir Mısıroğlu’nun ölümünden sonra yasa gömülmüştü.

-Ankara Üniversitesi’ne rektör olarak atanan Prof. Dr. Necdet Ünüvar, Menzil tarikatına yakınlığı ile biliniyor. AKP’de dört dönem milletvekili seçilen, 2002 ve 2007 yılları arasında ise Sağlık Bakanlığı Müsteşarlığı yapan Ünüvar, sosyal medya hesabından Menzil tarikatının eski lideri Muhammed Raşid Erol için her ölüm yıl dönümünde “Rahmetli Seyda Hazretlerine” diyerek yayımladığı taziye mesajlarıyla biliniyor.

-Ondokuz Mayıs Üniversitesi Rektörlüğü’ne de 2008-2015 yılları arasında Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu’na seçilen Prof. Dr. Yavuz Ünal getirildi. Erzurum’daki Atatürk Üniversitesi Rektörlüğü’ne tekrar atanan Prof. Dr. Ömer Çomaklı da 22 Temmuz 2007 genel seçimlerinde AKP’den Erzurum Milletvekili aday adayı olmuştu.

Kampüslere külliye adlandırmasının konulması ise medreseleşme olarak tanımladığımız sürecin resmen ilanı olmuştur. AKP’nin rejim değişikliği ile amaçladığı gerici dönüşümün somut ifadesi külliye sözcüğünde toplanmaktadır. Yeni-Osmanlıcı hevesleri açık olan siyasal İslamcı iktidarın üniversitelere bakışının kristalize olmuş halidir. Külliye, Diyanet’in İslam Ansiklopedisinde şu şekilde açıklanmaktadır:

Kısaca külliye olarak adlandırılan önemli yapı topluluklarına zaman içinde manzume, hey ‘et, imâret, site, imâret sitesi, kompleks gibi isimler de verilmiştir. Genellikle bir cami etrafında gelişen külliyelerin bazan medrese, ticarî bir yapı veya türbe çevresinde şekillendiği de görülmektedir. Yalnız tekkeler birer yapı topluluğu olarak ele alınmış olmasına rağmen özel durumlarından dolayı bu tasnife tâbi tutulmadan ayrıca değerlendirilmelidir.“[17]

İlk paragrafta anlatmaya çalıştığımız üniversitelerin Orta Çağ’ın teosentrik (tanrı merkezli) yapısına karşı ve bu yapının çözülme aşamalarında çıkmıştır. Temel amacı bu olan üniversitenin yine “Sünni İslam anlayışının merkezi cami, tekke, medrese vb.” yapıların çevresinde toplanması ise üniversite reformu yapmış, tekke ve zaviyeleri kapatmış bir ülke için Orta Çağ’a dönüşü simgelemektedir. Dinselleşmiş bir üniversite kendi zıttına dönmüş ve başkalaşmıştır. Artık üniversiteden değil medreseden bahsetmek daha doğru olacaktır. Mesela yine Külliye yapılmak istenen Marmara Üniversitesinden dinselleşme ve bilimsel bilgi üretmenin temel amaç olduğu üniversite çatışmasına bakalım:

Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Kalp Damar Hastalıkları Uzmanı Mert Mercan’ın yaptığı araştırma makalesinde evrim teorisine atıf yapması sonucunda aldığı cevap “uygun içerik” olmuştu. “Uygunsuz içeriğin” ne olduğu sorulduğunda ise dekandan alınan yanıt merkezine dinselleşmeyi almış bir yapıda bilimsel eğitimin kapı dışarı edileceğinin çok ifadesidir: “Hocam makalenizi özel bir dergide yayınlayalım ama burada yayınlayamayız. Evrim teorisi ve evrimsel argüman çok fazla kullanılmış. Şimdi bunu yayınlarsak böyle bir dönemde sıkıntı yaşarız” [18]

Özetlersek üniversiteler, 1923 Cumhuriyeti’nin getirmiş olduğu ilerici birikimlerin payına düşen saldırılardan aynı oranda nasibini almıştır. Sermayenin ve siyasal İslamcı AKP’nin yaratmış olduğu yeni rejim üniversitelerin üzerine karabasan gibi çökmüştür. AKP kendi iç hesaplaşmaları uğruna övgüyle açtığı Şehir Üniversitesi’ni kapatıp garantör olan Marmara Üniversitesi’ne bir anda hesapsız kitapsız bir şekilde devredilmekte, atadığı tarikatçı, yandaş ve AKP’li rektörlerle üniversitelerin kimyasını bozmaktadır. Tüm bu tabloya baktığınızda memleketteki piyasalaşma ve dinselleşme sürecinin dışında bir üniversite olmadığını, bu karanlık tabloya karşı bütünlüklü bir siyasal programla mücadelede edilmediği sürece bilim yapmak, üniversite eğitimi almak gibi edimlerin ancak kafanızı kuma gömmekle mümkün olduğunu görmüş olursunuz.

[1] Karl Marx- Friedrich Engels, Alman İdeolojisi [Feuerbach], Sol yayınları, 2015 9. Baskı, sf. 72
[2] Karl Marx, Fransa’da Sınıf Savaşımları 1848-1850, Sol Yayınları, sf. 11
[3] Okçabol Rıfat (2017) – Üniversitelerde Dönüşüm Önce Yüksek Okullaşma, Hukuk Defterleri, Kasım-Aralık 2017
[4] Aydınlar Ocağı’nın tamlamasının aydın sözcüğüyle kurulmasına bakmayın Türkiye’de 1923 Cumhuriyeti’nin tasfiyesi için Türkiye sağının örgütlenmesidir. Bkz. Yaşlı Fatih, Türkçü Faşizmden ‘’Türk-İslam Ülküsüne’’ne, Yordam Yayınları
[5] Okçabol Rıfat (2017), age sf. 32
[6] Akt. Okçabol Rıfat (2013)- AKP İKTİDARINDA EĞİTİM, ÜTOPYA yayınları, 1.baskı Eylül 2013, sf. 169
[7] Akt. Okçabol Rıfat (2017), age.
[8] https://sol.org.tr/haber/karabukte-tip-fakultesi-ogrencilerine-zorunlu-din-egitimi-14711 (sgt: 05.10.2010 Saat:19.03)
[9] Okçabol Rıfat (2017) age.
[10] Dede Ş, (2012) Gül Kokulu Rektörler, Takunyalı Üniversite, Bilim ve Gelecek, 104, Ekim
[11] Okçabol Rıfat (2013) sf 45
[12] Köse A H, 18 Aralık 2019, İktisatçı kimdir, Sermayenin Ahlakı Nedir, https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2019/12/18/iktisatci-kimdir-sermayenin-ahlaki-nedir (SGT: 5.10.2020 Saat: 19.24)
[13] Güzelsarı Selime (2017), Küreselleşme, Siyaset Bilimi (Gökhan Atılgan, Atilla Aytekin ED) sf. 277-278
[14] Köse A. H, Öncü Ahmet (2006), Tahsildarlar ve Borçlular: Karşı-İktisat Gözüyle Dünya Kapitalizmi ve Türkiye, Evrensel Yayınları, Birinci Baskı, sf. 92
[15] Okçabol Rıfat (2017)
[16] https://gazetemanifesto.com/2020/erdoganin-rektorleri-itu-odtu-ankara-universitesi-menzil-diyanet-ve-akp-kadrolarina-emanet-377832/ (sgt: 5.10.2020 saat: 21.21)
[17] https://islamansiklopedisi.org.tr/kulliye (sgt:5.10.2020)
[18] http://www.diken.com.tr/marmara-universitesinden-evrime-dayali-makaleye-ret-bu-donemde-sikinti-yasariz/ (sgt: 5.10.2020)