Sahte Polyannacılık, kaba gerçeklik

Ergün Yıldırım gibi yandaşların felaketlerden çıkardığı sonuç Milliyetçilik veya “Milli değerlerimiz pekişiyor.” olabilir. Emekçi halkımızın çıkarması gereken sonuç ise sınıf bilinçlerinin pekişmesi olmalıdır, olmalıdır ki yıllardan beri kanımızı emen düzenin hamallığını tekrar tekrar yapmak zorunda olmadığımızı gösterelim.

Sahte Polyannacılık, kaba gerçeklik

Arjin Avcı

Elazığ’da gerçekleşen 6.8’lik deprem; bu gibi konularda daima gerçekleşmiş ikili bir çatışmayı, ayrımı tekrardan gözler önüne sermiş gözüküyor: bir yanda deprem olgusunun altında yatan birçok nedenin üstünü örtecek, insanı hiçbir yönden tatmin edemeyecek abes açıklamalar; diğer yanda bu örtüyü kaldırmaya çalışan, insan hayatının rant uğruna basit bir vaka hâline getirildiğini su yüzüne çıkaran açıklamalar…

Özellikle son açıklamalardan örnek verecek olursak birçok durumu masaya yatırmamız ve çözümlememiz gerekmektedir. “Ortada bir düğüm yoktur.” “Her şey gün gibi ortadadır.” söylemi üzerinden siyaset üretmek de bir yoldur fakat gün gibi ortada olan durumun nedenselliğinin yanında, ardılıyla beraber ele alınması gerekmektedir.

Örneğin; AKP yandaşı Yeni Şafak‘ın yazarlarından olan Prof. Dr. Ergün Yıldırım, Elazığ’daki 6.8’lik depremin meydana gelişini yazısında şu şekilde değerlendirmiştir:

“Millet ve vatan duygusunun kolektif birliği depremle birleşti. Depremin yıkıcı ve dağıtıcı sarsıntılarına karşı bu kolektif bilinçle cevaplar veriliyor. Vatan ve millet duygusu içinde Elazığ yeniden kendine geliyor. Türk, Kürt, Zaza, Sünni ve Alevi çeşitliliğini bu kolektif bilinçler içinde tutuyor. Deprem bunları daha kardeş yapıyor, daha da Türkiye’nin milli varlığına taşıyor. Mersin’den Antalya’ya, Trabzon’dan Ankara’ya bütün Türkiye’nin kalbi Elazığ atıyor.”

Ergün Yıldırım’ın bu sahte Polyannacılığı bize iki çıkarım sunmaktadır: birincisi; her ne olursa olsun Türkiye siyasetinde veya düzen siyasetinde, sorumlu olan öznelerin bilinçli büyük hataları politika dışı sunabilme pişkinliklerini türlü yönlerle halka mal edebilme potansiyelleri, ikincisi; bu gibi durumlarda birlik-beraberlik nidaları üzerinden politika dışı sundukları nedenleri tekrardan bir politika hâline getirebilmeleri…

Kolektif bilinci enkaz üzerinde aramaya çalışarak buradan kendilerine pay çıkaran bu düşünce, bununla sınırlı kalmayıp direktif verme konusunda da bir hayli iddialı… Özellikle birinci çıkarım, Ergün Yıldırım’ın aynı yazısında belirttiği bir diğer açıklamayla bağdaşmaktadır: “Deprem metafiziğidir bu da. Allah, çeşitli sıkıntılarla da bizi uyardı. Eşini, çocuklarını, evini, marketini kaybettiğini söyleyen depremzedenin yaşadıklarında ve konuşmalarında bunu gördük. Evleri başına yıkılanlar, soğuk kış gününü dışarda geçirenler, panik ve korku içinde yaşayanlar… Bunlar sıkıntıdır, Allah’ın ikazıdır. Ne kadar iyi önemler alırsak alalım, ne kadar bilimle açıklarsak açıklayalım yine de her depremin Allah’ın bize olan ikazı olduğuna inanırız.”

İhmalkarlığın akıbetini alıştığımız söylemlerle üstünü kapatan bu anlayıştan zaten bilimsel bir açıklama beklediğimiz söylenemez. Elazığ depremiyle sınırlı kalmayan bu anlayış; tüm acil toplanma bölgelerini hiç ederek “önlemini” almaya, inşaata uygun olmayan yerlerde binalar yapmaya, yapılan binaları en ucuza getirecek yollarla bitirmeye çalışmaya devam etmektedir. 1999 Gölcük depreminden beri her yerde alınması gereken önlemlerin hesabını sormaya çalışan halka, bu ihmalkarlığın sonucu olan ölümleri de “Allah’ın ikazı” olarak belirtmekten geri kalmayacakları da aşikârdır.

Emekçi halkla yüzleşmekten kaçan talancı zihniyetlere karşı alacağımız duruş bellidir. Az önce bahsettiğimiz ardıllar bu duruş meselesinden geçmektedir. Meselenin özünü en kaba gerçekliğiyle siyasi bir boyutta aramak boynumuzun borcudur. Ufacık yeşile, alana göz dikip kendilerine rant kapısı açan düzene karşı bir hattı örmemiz gerekmektedir. Ergün Yıldırım gibi yandaşların felaketlerden çıkardığı sonuç Milliyetçilik veya “Milli değerlerimiz pekişiyor.” olabilir. Emekçi halkımızın çıkarması gereken sonuç ise sınıf bilinçlerinin pekişmesi olmalıdır, olmalıdır ki yıllardan beri kanımızı emen düzenin hamallığını tekrar tekrar yapmak zorunda olmadığımızı gösterelim.

Bizi enkazlarda ölüme terk eden, intihara sürükleyen, yaşamdan bir beklentisi kalmamış sade bireylere dönüştüren, işsiz bırakılan gençlerimizi azarlama cüreti gösteren, kadın cinayetlerinin peş peşe arttığı dönemde ödül gibi cezalar veren, hayat pahalılığının üstünü sadece söylemler üzerinden kapatmaya çalışan, iş yerlerinde can güvenliğinden yoksun bırakan, ülkeyi ve dünyayı sefalete sürükleyen bu sisteme karşı yeni bir düzen şiarının tekrardan uyandırılması için mücadelenin temeline, yani sınıf mücadelesine!