Kötülük Çiçekleri

Türkiye, Avrupa, Amerika … Dünyanın neresinde olursak olalım ırkçılık gün geçtikçe azmıyor mu? Tarih tekerrür eder sözüne daha çok inanır olduk. Kısa bir süre önce 25 Mayıs akşamı ABD’nin Minneapolis kendinde 46 yaşındaki siyahi George Floyd, polis tarafından öldürüldü.

Kötülük Çiçekleri

Sevgi Işık

Orijinal adı “Les Miserable” olan Türkçeye “Sefiller” olarak çevrilmiş film, 2019 yılında yönetmenliğini Ladj Ly’ın yaptığı polisiye bir dramdır. Filmde olaylar, Fransa’nın Clich Monfermeil Banliyösünde geçmektedir. Bu filmin bir uyarlama olmadığını söyler yönetmenimiz, sadece atıf vardır. Victor Hugo’nun ünlü Sefiller adlı romanının bazı bölümleri de burada geçmektedir. Kanımca film, yıllar sonrasında sefaletin, fukaralığın ve eşitsizliğin yıllar da geçse düşüncelerde gerçekleşmediği sürece en demokratik toplumlarda bile değişmeyeceğinin en iyi göstergelerinden biri olmuştur.

Yönetmen-yazar Ladj Ly, 2017 yılında Boğaziçi Film Festivali En İyi Kısa Film Ödülünü aldığı filmini genişletmiş ve uzun metrajlı film olarak katıldığı Sefiller ile 2019 yılında Avrupa Film Keşif Ödülü ve 72. Cannes Film Festivali Jüri Özel Ödülünü almıştır. Filmin esin kaynağı 27 Ekim 2005 yılında Paris’in Cinchy-sours-Bois Banliyösünde kimlik kontrolü yapan polisten kaçarken elektrik trafosunda elektrik çarparak ölen Kuzey Afrika kökenli Zyed Benna ( 17) ve Bauna Traure (15) ölümü; ayrıca 17 yaşındaki Muhittin Altun’un ağır yaralanmasının ardından başlayan banliyödeki ayaklanmalardır. Tarihe “2005 Ayaklanmaları” olarak geçen bu ayaklanma dönemin İç İşleri Bakanı Sarkozy’nin ayaklanmaya katılanlara “ayaktakımı” demesiyle alevlenmiş ve zamanla Paris’e oradan da tüm Fransa’ya yayılmıştır. Yönetmenimiz o günden bu güne aslında değişmeyen durumları anlatır bu filmde. Monfermeil Banliyösünde ağırlıklı olarak Kuzey Afrikalılar, Müslümanlar ve Çingeneler hâlâ sefil bir hayat sürmektedirler ve ırkçılığa maruz kalmaktadırlar.

Hiçbir sinema eğitimi almayan Ly’a Cannes Film Festivali’nde filmin referansları ve esin kaynağı sorulduğunda o: “Referanslarım yaşamış olduklarım, etrafımdaki deneyimlerdir. Sinemanın esin kaynağı ise yaşamış olduğum gerçeklerdir.” der. 1978 Mali doğumlu yönetmemiz de filmin mekânı olan Monfermeil Banliyösünde yaşamış, büyümüş ve hâlâ orada yaşamını sürdüren Afrika kökenli bir siyahidir. Ly, oyuncuların bazılarını da yine aynı bönliyöde yaşayan kişilerden seçtiğini söylemiştir. Filmi izlediğimizde gerçeklik duygusunu işte bu yaşanmışlık bize tüm çıplaklığı ile vermektedir.

Film, meydanlara doluşmuş tıklım tıklım insanların gürültüsü ve o kalabalığın heyecanlı neşesiyle başlar. 1988‘de Dünya Kupası’nı kazanan Fransızlar birlik ve beraberlik içinde kutlama yapmaktadırlar. Herkes mutludur. Tüm ırklar bir aradadır. Çocuklar, mahallelerine geldiklerinde ise o şaşaa yerini fakirlik ve ötekileştirmeye kaptırır. Suçla Mücadele Timi adı altında sokak suçlarıyla ilgilenen tecrübeli bir ekip, bu banliyöyü sürekli kontrol altında tutmakla görevlidir. Ekip üç kişidir: Ekibe yeni atanan, vicdanın sesi, iyi polis Stephane (Damian Bonnard), Afrika kökenli Müslüman polis Gwata (Djebril Zonga) ve ırkçı, beyaz, zorba, kötü polis Crhris (Alexis Manenti).

İlk devriye ile birlikte Chris‘in banliyödeki insanlara bakış açısı ortaya çıkar. Chris kendi hâlinde otobüs bekleyen üç genç kıza sırf onlara dokunmak için üst araması yapacağını söyler ve harekete geçer. Kızlardan en güzelini seçer ve tüm vücuduna dokunmaya başlar. Bu muameleden rahatsız olan, onun kanuna aykırı davrandığını söyleyen diğer kızların tepkisi ve olayı kamera kaydına alması üzerine genç kızın telefonunu kırar. Burada kanun benim, der. Stephan’ın olaya müdahale edip Chris’i oradan uzaklaştırmasıyla ilk devriye biter.

Başka bir gün yine devriye olarak gezerlerken sirk yapan Çingenelerden birinin küçük siyahi bir erkek çocuğunun aslan yavrusunu çaldığını görmesi üzerine Çingeneler, siyahilerin yanına gelip aslan yavrusunu bulmalarını isterler. Siyahilerle Çingeneneler arasında sokak kavgası başlayacakken ekip araya girer ve Chris’in yavruyu bulacaklarına söz vermesi üzerine herkes sakinleşir ve dağılır. Polis ekibi bunu da üstlenmiştir. Chris, mahallenin çocuklarını gördüğü yerde hırpalar, üstlerini arar, azarlar ve sadece polis görünce kaçıyorlar diye sert şekilde tartaklar.

Polis, gücünü önce durakta bekleyen 15 yaşındaki genç ve güzel kadınları taciz ederek ardından mahalledeki çocukları da suçluyu yakalar gibi onlara saldırarak gösterir. Ne de olsa en güçsüz çocuklar ve kadınlardır. Her işi kendine adet edinen Chris internetteki fotoğraflarından aslanı çalan çocuğu bulur. Hırsız Issa’dır. Arkadaşlarıyla maç yaparken Issa’yı yakalar. Issa kaçar, polis ve çocuklar peşinden… Sonunda Issa yakalanır ve ters kelepçe takılarak götürülmeye çalışılırken diğer çocuklardan polis ciddi bir tepki alır. Çocuklar, Issa’yı bırakmalarını ister polisten. Ekip göz yaşartıcı gazlarla müdahale eder çocuklara, çocuklar da taşlarla. Bu kargaşada tekrar kaçmaya çalışan Issa’yı polis Gwata plastik gaz mermi ile yüzünden vurur. Oradaki çocuklarla aynı kökenden olan, orada yetişmiş bir polis! Bize en büyük kötülük yine bizden gelmiştir…

Drone hızlıca uzaklaşırken çekildiklerini fark eden Chris, çocuğu bırakıp drone kullanan çocuğun peşine düşer bu kez de. Bilinç kaybı yaşayan bu 12 yaşındaki çocuğun (Issa’nın) durumunu tek düşünen yine Stephan’dır. Ancak o bir ekiptir. Filmin başında kadın onbaşının da söylediği gibi ekip yoksa o bir hiçtir. Vicdanı rahatsız çocuğa bakar, eczaneden aldığı ilaçlarla yarasını temizler. Ondan özür diler. Chris, kaydı çekeni bulmak için bu kez mahallenin uyuşturucu satıcılarından destek ister. Kamera kayıtları yayınlanırsa polislik hayatları bitecektir. Bu onların sonudur. Kayıt bulunana kadar çocuk; onu koruması gereken polisler, tedavi etmesi gereken sağlıkçılar yerine uyuşturucu satan, toplumu zehirleyen bu uyuşturucu satıcılarına rehine bırakılır. Halk arasında kimi kime emanet ediyorsun denir hani, işte o biçim. Kurda kuzu teslim edilmiştir bir kere… Issa’nın şişmiş mor yüzü, insan yüzü demeye bin şahit, gördükçe kahreden anaçlığımızla… Üzülürüz.

Çocuklarımız geliyor aklıma… Bizim çocuklarımız da yaralanmadı mı, ölmedi mi? 16 Haziran 2013 tarihinde Gezi Protestoları sırasında polisin göz yaşartıcı gaz kapsülüyle başından vurulmadı mı Berkin Elvan da? 269 gün komada yatıp 11 Mart 2014 tarihinde daha 15 yaşında hayata gözlerini yummadı mı? 19 yaşındaki Ali İsmail Korkmaz, Ethem Sarısülük ve daha niceleri… Daha çok değil birkaç ay önce sokağa çıkma yasağını deldiği iddiasıyla vurulan sokakta vurulan çocuklar… çocuklarımız… ve niceleri… Aylar sonra suçlu bulunan polisler için ailelere verilen maddi ve manevi tazminatlar bu canları getirir mi, anaların yüreğini soğutur mu?

Pekiyi, insan hakları ve demokrasi dağıttığını iddia eden Amerika’da durum farklı mı? Tabii ki hayır! Türkiye, Avrupa, Amerika … Dünyanın neresinde olursak olalım ırkçılık gün geçtikçe azmıyor mu? Tarih tekerrür eder sözüne daha çok inanır olduk. Kısa bir süre önce 25 Mayıs akşamı ABD’nin Minneapolis kendinde 46 yaşındaki siyahi George Floyd, polis tarafından öldürüldü. Adli tıp otopsi raporuna göre nefessiz kalarak hayatını kaybettiği belirtildi. Tutuklamanın 8 dakikasının 4 dakikası yalvarıyor, nefes alamıyorum, diyor Floyd. Amerika’da Latinlerin ve siyahilerin maruz kaldıkları baskılar, polisin ve yargı sisteminin giderek daha baskıcı tutumu kimseyi mutlu etmiyor. Şiddet ve özellikle de polisin orantısız güç kullanımı maalesef gün geçtikçe artarak devam ediyor. Washington Post gazetesindeki veri tabanına göre 2019 yılında ABD’de az değil tam 1014 kişi polis tarafından vurularak öldürülmüştür. Buna neden olana polislerin %99’u ise ilginç bir şekilde hiçbir ceza almadığın kaydedilmiştir.

Kötülük bizim doğamızda mı sizce yoksa sonradan mı kötü oluyoruz? Kime inanacağız? Hiç kimse bile bile kötülük yapmaz, kötü eğitildikleri için kötüdür, diyen Platon’a mı? Kötülük iyilik için gereklidir diyen Epikuros’a mı yoksa iyiliğin zıttı olan kötü olmaksızın iyiliğin varlığını sürdüremeyeceğini söyleyen Stoacılara mı? Tolstoy onlar gibi düşünmüyor. Kötüler kendilerine tahammül edildikçe daha çok azarlar, diyor. Gücünün daha kolay yettiği kadın ve çocukları ezen ırkçı polis memuru Chris gibi…

Filmde Chris’in “ Burada ben kanunum!” sözüne Hz. Ömer’in yıllar öncesindeki sorusuyla cevap vermek istiyorum: “Erdem kılığına girmemiş, ondan destek almamış kötülük var mıdır?”

Asıl güç nedir sizce? Asıl güç, gücü elinde bulundururken yine de kötülük yapmamak, tercihini doğrudan ve iyiden yana kullanmaktır. Eflatun: “İnsanlar egemen oldukları zamanda denenmelidir; çünkü kötünün kötülüğüyle iyinin iyiliği o zaman ortaya çıkar.” der.

Kötülük yapmayan ancak kötülüğe ses çıkarmayanlar, kötülüğe göz yumanlar var bir de. Aradakiler… Hafıza kartı elinde olduğu halde kendi meslektaşları olan polisler tarafından dışlanmamak için susanlar. “İyi insanlar hiçbir şey yapmadığı için kötülük muzafferdir” diyen Burge’e katılıyorum. Filmde durumu bizim yerine eleştiren iyi polis rolündeki Stephan gibi sadece eleştirmek yetmez. Eyleme geçmek gerekir. Kötüyü ortaya çıkarmak ve bununla yüzleştirmek ve ne pahasına olursa olsun bunu göze almak gerekir. Dışlansak da.

Filmin sonunda Issa ölmez. İyileşir. Chris’in onlardan şikâyetçi olmaması için savurduğu binbir tehdit ile evine yollanır. Kayıt, Stephan’da güvendedir. Stephan ise Gwata’nın o banliyöde yetişmiş ve hâlâ orada yaşayan biri olduğunu öğrenince kaydı ona bırakır ve kararı da… Olay halledilmiştir. Herkes evine gider, vicdanını rahatlatmaya. Çünkü onlar polistir, onların çocukları güvendedir. Olay unutulmuştur. Bu, banliyöde geçen sıradan bir olaydır çünkü. İlk vurulan çocuk değildir, son vurulan çocuk da olmayacaktır ne de olsa. Plastik mermi yine yanlışlıkla patlayıvermiştir. Oysa plastik merminin yanlışlıkla patlamayacağını en iyi polisler bilir. Bu sadece bir savunma mekanizmasıdır. Vicdan rahatlatmadır. Vicdanlar susar…

Kısa bir süre sonra yine bir devriyede yaşanan kötü olayı unutmayan çocuklar, onları bu duruma sokan herkese karşı savaş açarlar. Gaz bombaları ve molotof kokteylleri atılır. Arabalar ateşe verilir. Uyuşturucu satıcıları, mahalle başkanının makam odası ve polis ekibi… Yılların intikamı alınıyor gibi acımasızca ekibe saldırır çocuklar. Sopayla, gazla. Çocukların polisi kıstırdığı gibi ekip apartman dairesinde çocuklar tarafından kıstırılır. Çocuklar, polis ekibini tam ateşe verecekken Stephan’ın tabancasını İssa’ya doğrultması ve “yapma” demesiyle film biter. Yönetmen-yazarımız filmin sonunu bize bırakmıştır? Issa, Stephan’ı dinleyecek midir yahut ikinci kez bir polis tarafından vurulacak mıdır? Stephan, onun yüzünü temizlemiş, ters kelepçeyi çıkarttırmış, ondan özür dilemiş, eve yollanırken Chris’in baskısından korumuş, aslana yem etmek isteyen çingeneden kurtarmıştır. Kaydı ise vermemiş, olayı açık etmemiştir. Bu durumda iyi polis midir kötü polis midir yoksa kötünün iyisi midir? Buna vicdanlarımız karar verecektir. Victor Hugo: “Tanrı, hiç bir çocuğu kötü olsun diye yaratmaz! Onu kötü yapan, kötü eğitimdir!.. Kötü anne-baba, kötü çevre, kötü yönetim balçık gibidir, zavallı yavrular.” der. Bu 12 yaşındaki çocuk, polis ekibini ateşe verecek midir, vermeyecek midir?

Haksızlığa, yoksulluğa, ırkçılığa karşı gelmek, her daim bununla mücadele etmek fakat öldürmek mi? Kısasa kısas doğru değildir. O zaman ne farkımız kalır onlardan? Ne farkımız kalır bu zalim dünyanın tatminsiz, kan emici, güce tapan ve kendini kanun sanan kötülük çiçeklerinden?