Kapitalizm öldürür: Depresyon ve intiharlar

Biz yemek yiyemediği için, gelecek kaygısı yaşadığı için, çocuklarına bakamadığı için, kendisini beğenmediği ve sevmediği için, iş bulamamasının sorumlusunu kendisi olarak gördüğü için ve daha nice sebeplerden intihar eden birçok arkadaşımızın hesabını ancak sesimizi yükselterek sorarız.

Kapitalizm öldürür: Depresyon ve intiharlar

Hazal Güneri

Bu sabah uyandınız mı? İşinize, okulunuza gittiniz mi? Peki öğle yemeğinizi yeyip sevdiklerinizle muhabbet ettiniz mi? Sizi bilmem ama Sibel Ünli öğle yemeğini yiyemedi; çünkü İstanbul Üniversitesi’nde öğle yemeği yiyebilmek için iki lira otuz kuruşu daha olması gerekiyordu.

Sibel ve sonrasında art arda gelen intihar haberleri kamuoyunun da gündemine geldi. Kimileri, intihar edenleri güçsüzlükle suçladılar, kimileri hak verdi ve kimileri topluma kötü örnek olacağını söyleyerek yayın yasağı getirdi (RTÜK açıklamasından bir kesit: kişilerin yaşadıkları problemler karşısında şiddet eğilimlerinin artması, kendilerine veya çevresinde bulunan başkalarına zarar vermeleri normalleştirilerek izleyiciye aktarılmamalıdır.), kimileri olayların abartıldığını söyledi ve “neyi kaşıyorsunuz yapmayın bakın kanatırsınız” dercesine yorumlarda bulundu (Sabah Gazetesi Yazarı Dilek Güngör), kimileri ölen insanlara ‘zayıf imanlı’ teşhisi koydu (Trakya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof.Dr Cevdet Kılıç) ve kimileri ise intiharların nedenini beğenmedi ya da kabul etmek istemedi (Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay) derken sonunda hepsi ortak bir fikir sundu: İntiharların sebebi depresyondu.

Evet; bakanlarımız, bakmayanlarımız, gazetecilerimiz, vekillerimiz hepsi depresyonda hemfikirdiler. Haber başlıklarında bile görebiliyorduk bunu (Aşırı borçlanmadan bunalım). Yayın yasağı da yine bu akıl almaz derecede yüksek olan(!) psikoloji bilgilerinden geliyordu. Doğru söylüyorlar, intiharların sebebi depresyon olabilir ama asıl sebep bu değildir. Çünkü depresyon, kendiliğinden gelişen bir şey değildir. Depresyon kelime anlamı olarak da zaten uzun bir süre boyunca devam eden duygusal ve düşünsel olarak bir çökme durumudur. Üzgün, mutsuz, kederli, karamsar, çaresiz ve ümitsiz olmakla birlikte bu durumunun değişmeyeceğini düşünmektir.

O zaman şunu da soralım bakalım insanlar neden üzgün, mutsuz ve kederli olurlar? Yani daha doğru bir ifade ile söyleyecek olursak eğer: İntiharlar depresyonun bir sonucudur, peki depresyon neyin sonucudur?

Sizlere “depresyona, bunalıma girmelerinin sebebi ekonomik kriz ve bunun yaratmış olduğu durumlar, işte kanıtları da intihar notları” gibi şeyler yazmayacağım. Çünkü okuma yazma bilen bir insanın zaten o notlardan bu çıkarımı yapmış olduğunu düşünüp devam ediyorum. Salt Türkiye’deki ekonomik krizden daha büyük bir şey var, o da sistem. Sistem sadece kendi ekonomik krizlerini oluşturup insanları intihara sürüklemez. Ekonomik kriz yaşamayan ülkelerdeki intiharları siz örnek göstermeden ben söylemiş olayım.

Kapitalizm insanların elinden ekmeğini almaz sadece, özgüvenini de alır. Mesela; moda sektörü yaratır, tipik bir güzellik algısı oluşturur ve bu güzellik algısına uyan insanları filmlerinde, dizilerinde başarılı kılar. Mutlu aileleri, güzel işleri ve eğlenceli çevreleri vardır. Yaratmış olduğu insan figürüne uymayan dış görünüştekiler ‘çirkin insan’ oluverirler. Alın size kendini; vücudunu beğenmeyen, sevmeyen ve kapitalizmin yaratmış olduğu çevre tarafından güzellik algısına uymadığı için dışlanan insan ve onca intihar girişimi. Üzerine eklemek isterim ki bu kişiler çok büyük oranla ergen bireylerden oluşuyor.

Başka ne yapar da bu kapitalizm insanları intihara sürükler? Kapitalizm insanlara kendilerini işe yaramaz hissettirir. Nasıl mı? Mesela daha fazla kâr etme hırsı yüzünden iş olanağı yaratmaz, insanlara iş bulamama sebeplerinin kendi yeteneksizlikleri olduğunu söyler ve buna inandırır. Kimi insanları örnek sunar: “Bak işte insanlar isteyince istedikleri yerlere gelebiliyorlarmış, demek ki sen yeterli değilmişsin.” gibi düşünceleri empoze eder (Düzenlenen kariyer odaklı konferanslarındaki konuşmacılar genelde bir CEO olur). Kendini bir hiç olarak gören insanlar ortaya çıkar ve sonuç intihar…

Örneklere kapitalizmin insan doğasına aykırı oluşunu kısa bir insanlık tarihi ile açıklayarak devam edelim.

İnsanlık tarihi, her çağda farklı bir üretim ilişkisi çerçevesinde kendisini var eder ve aslında bir sistem yaratır. Sistemin temel taşı ise üretim araçlardır. İnsanlık tarihi üretim araçlarının değişmesi ve bu araçların el değiştirmesiyle ilerliyor. Baktığımızda bu değişimin temelinde üretim olgusu var. Kapitalizm insanları üretmekten ziyade tüketmeye ittiği için insan kendi tarihselliğine yabancılaşıyor.

Reklamcılık, işe yaramamasına rağmen uyduruktan sektörler geliştirmek, rekabete kurban gidecek şekilde insanları gaza getirmek…

Şimdi demek ki üretmeye değil de tüketmeye itiliyorsa, insan kendi varoluşsal durumundan uzaklaşıyor. Kendi tarihine, ilerlemesinin dinamiklerine yabancılaşıyor ve kendinden çok uzaklaşan, kendi benliğini yitirmiş insan toplumda kayboluyor ve sonuç depresyon, intihar…

Peki, ne yapacağız?

Artık sistem bu diyerek her gün duyduğumuz intihar haberlerine alışıp bu durumu normalleştirecek miyiz? Ya da salt “üretmemek” sorununa yoğunlaşıp ekoloji köyleri kurup tüm dünyadan kendimizi soyutlayacak mıyız? Veya bireysel çözümler bulup kendi kurtuluşumuz için uğraşıp bu haberleri görmezden mi geleceğiz? Hayır, bunları yapmayacağız. Bunlar görmemek, duymamak ve çözmemek olur, yapabileceklerimizi yapmamak olur. Ancak biz yapabileceklerimizi yapacağız çünkü bizim değiştirme potansiyelimiz mevcut.

Umutsuzluğumuz da bunalımımız da bu sistemle alakalıysa sorunu kökten çözmeliyiz; yani tüm bu problemleri yaratan düzeni değiştirmeliyiz. Biz yemek yiyemediği için, gelecek kaygısı yaşadığı için, çocuklarına bakamadığı için, kendisini beğenmediği ve sevmediği için, iş bulamamasının sorumlusunu kendisi olarak gördüğü için ve daha nice sebeplerden intihar eden birçok arkadaşımızın hesabını ancak sesimizi yükselterek sorarız.