İletişim ve kapitalizm

Ya teslim olacağız veya devrimci damarımıza başvuracağız. Değiştirmek ve dönüştürmek bizim işimiz, derdimiz var diyebilmeliyiz ama derdimizi nasıl anlatacağız önce bunu dert etmeliyiz.

İletişim ve kapitalizm

Yusuf Kurt

Yazı yazarken veya siyasetteki derdinizi herhangi bir konuşmada anlatmaya çalışırken, doğal olarak tanımı aslında çok açık olan bir kavramın kolayca anlaşılabileceğini düşünüyorsunuz. Sizin için basit ama önemli bu kavramın okuyan ve dinleyende soyutlaştığını, anlamının tam hak ettiği şekilde yerine oturmadığını anladığınızda ise “derdinizi” daha belirgin hale getirmek sizin işiniz oluyor.

Tabii burada dert anlatmak konusunda özellikle sosyal medyada kendini sıkıştırmış, bu sıkışıklıktan dolayı saldırgan, her an,  her zaman lince hazır ve elbette her şeye hâkim olan Türkiye’nin yeni, aynı zamanda garip entelektüel toplamından bahsetmiyoruz.

Derdiniz nedir? Örneğin; “sermaye işçi sınıfına saldırıyor” derken, saldıranın nasıl düşünüldüğü önemlidir. Karikatürize edilebilir önce; bir arada bulunan çokça kâğıt paranın bir yumruk haline gelip sağlı sollu vuruşları canlanabilir akılda. Veya hiçbir şey canlanmayabilir, açıklanamaz, çok muğlak gelebilir.  O zaman da en çok sevilen komplo teorilerine başvurulur. Örneğin, yuvarlak bir masa etrafında oturmuş üç beş “dünyayı idare eden” aile büyüğünün bir harita üzerinde yaptıkları saldırı planları hayal edilebilir. Çünkü tüm dünyayı bir veya birkaç aile idare etmektedir.

İşte bazen aldığınız bu etkileşim karşı tarafın bir boşluğa düştüğünü düşündürür size, o zaman dert olmalıdır anlatmak. Tabii daha belirgin karşıtlıklardan yola da çıkabilirsiniz, ezen/ezilen, zengin/yoksul. Ama “ezenler ve zenginler saldırıyor” cümlesi durumu tam ifade edemeyeceğinden, sermayeyi sabırla anlatmalı, gerekirse dünya tarihinde kısa bir gezintiye çıkmalısınız.

Sabırla anlatmak gerekiyor evet, karşınızda aşağılanacak bir toplam yok, karşınızda ideolojik saldırı altında olan bir toplam var. Bu saldırının en verimli araçları “iletişim araçları” ve bu araçlar sizde olmayan büyük bir güç.

Kapitalizm ve iletişim

İdeolojinin dayandığı bir devlet var ve bu devlet, eğitimin ilk evresinden başlayarak size egemen ideolojiyi yüklüyor, aslında en büyük gücü de bu. Ama bunun yanında mücadele ettiğimiz kapitalizm ve ideolojisi sizden başka bir alanda daha başarılı, özellikle kitleye ulaşmakta kullandığı o araçların gücü ile. O güç, ideolojiye teslim olurken ikna ediyor, o güç aldatmacayı, yalanı ve sömürüyü normalleştiriyor. Elinde iletişim uzmanları, o uzmanların sınırsızca kullandığı başta medya olmak üzere araçları var.

Tabii sınırı da var, bazen mızrak çuvala sığmıyor, bazen sığdırmaya da gerek duymuyor. Kaygı duymuyor, eskiden bir parmak bal ile ikna ederken veya havuç politikasını sürdürürken gün geliyor bunları da aşıyor. Gayet net, derdini ifade ediyor, saklamıyor.

Bunu son günlerden bir haber ile anlatabiliriz aslında.

“Alman otomobil üreticisi Volkswagen AG’ye ait kamyon üreticisi MAN’ın, karını artırmak ve yeni teknolojileri finanse etmek için iş gücünün dörtte birini azaltmayı ve potansiyel olarak üç fabrikayı kapatmayı planladığı bildirildi.” (1 )

Emekçilerin yarattığı değere el koyarak büyüyen, karına kar katan kamyon üreticisi daha çok kar için o değerin sahibi emeğe kıyıyor. Böyle yazılması/okunması gereken haber, sınıfın örgütsüzlüğü, kapitalizmin iletişim araçlarında egemenliği sayesinde, sermayenin “takdirine” dönüşme ihtimali taşıyor. Türkiye sinemasının klasiklerinden Banker Bilo filminin o çok bilindik repliği gibi: “Yaptım ama bir sor niye yaptım”. Aslında neden yaptın diye bir soru gelirse yanıt hazırdır, ama sorun da tam budur. Soru yoktur, soran da…  Kaygı verici olan bu tepkisizliktir aslında.

Bu tepkisizlik bile rahatlatmıyor sermayeyi ve burjuvanın tepesindeki kişilerini. Hiçbir boşluk bırakmamaya dikkat ediyor burjuvazi.  Karşımızdaki ideoloji tüm “kötülüklerine” rağmen kitlelerin önüne “iyi”, “anlayışlı” örnekler koymak ve bununla da ayrı bir bağ kurmak istiyor. Ama bu bağı kurarken dile getirilen tüm düşünceler dikkatlice okunduğunda, kapitalizmin sıkışmışlığını tarif ediyor.

Bunun son örneklerinden biri de Bülent Eczacıbaşı… Kitabının pazarlama aşamasında bir dergiye röportaj veren Türkiye burjuvazisinin önde gelen isimlerinden Bülent Eczacıbaşı’nın demecini okuyalım. Okurken, sorumlusu oldukları düzeni anlatırken, yukarıda bahsettiğimiz rahatlığa ayrıca dikkat edelim.

“Pandemi gelir dağılımındaki eşitsizliği daha da artıracak. Dünyanın en zenginleri listesindeki Jeff Bezos, Elon Musk gibi isimlerin servetine servet eklendi. Gelir dağılımı eşitsizliğinde daha kötüye mi gidiyoruz? Bugün küresel nüfusun en varlıklı yüzde birinin dünyadaki tüm varlıkların yüzde 50’sinden fazlasına sahip olduğu bir noktaya gelmiş bulunuyoruz. Bu eşitsizliğin sürdürülebilir olduğunu söylemek mümkün değil. Pandemiden önce de böyle idi, bugün de… Bu durum kapitalist sistemin sonunu mu getiriyor peki? Kapitalist sistemin işleyişiyle ilgili olarak kuşkusuz bir sorun var. Kapitalist sistem dünyada çok başarılı sonuçlar, büyük zenginlikler yaratmış. Teknolojinin de itici gücü olmuş. Üretim ve refah artışlarına, zenginleşmeye neden olmuş bir sistem. Ama şu an karşı karşıya olduğumuz sorunlara yanıt üretmede yetersiz kalıyor. Sürdürülemez bir gelir dağılımı uçurumuyla karşı karşıyayız. Hem de uzunca bir süredir. Nasıl okyanusların can çekiştiği, kıtaların sular altında kaldığı, sıcak havanın insanları kavurduğu bir dünya sürdürülemezse, bir milyara yakın insanın yatağına aç girdiği; sekiz kişinin dünyadaki servetin yarısına sahip olduğu veya başka bir hesapla, dünya nüfusunun yüzde birinin geri kalan yüzde 99’un malvarlığına eşit zenginliğe sahip olduğu bir dünya da sürdürülemez. Bu sarmaldan çıkılabilir mi? Sadece büyüme ve kâr ölçülerine göre yönetilen kuruluşların kapitalizmi, bütün bu çarpıklıklarda pay sahibi. Her şeyi doğal akışına bırakmak gibi bir seçeneğimiz olmadığı gibi, kapitalizmden vazgeçmek gibi bir seçeneğimiz de en azından şimdilik yok gibi görünüyor. Kapitalizmin reformu bir çözüm olabilir mi, zaman içinde anlayacağız. Kapitalizmin reformu elbette son derece geniş bir konu. Ekonomi disiplininde “piyasa başarısızlığı” adı verilen ve kaynakların etkin dağılımını bozan bu negatif dışsallık durumunu çözmek zorundayız. İş insanları güçlerini aldıkları sistemin hastalıklarını iyileştirmek için kullanabilirler ve ekonomik sistemde yapabileceğimiz reformların öncüleri olabilirler. Buna yürekten inanıyorum.” (2)

Bu röportajda, burjuvazinin temsiliyetini üstlenen bu nadide örneğimiz, bize önce aynanın karşısından sesleniyor ve şöyle diyor “Kapitalist sistem dünyada çok başarılı sonuçlar, büyük zenginlikler yaratmış…” , bu seslenişin öncesinde ve sonrasında ise endişelerini getiriyor. Kapitalizmin olağan krizlerinin sonuçları endişelendiriyor. Ballandırarak anlattığı başarı ve zenginliğin kaynağı işçi sınıfının, krizde de ödeyeceği bedelin bumerang gibi döneceğini biliyor. Sonunu da biliyor ama bu sonu reformlar ile ne kadar uzatırsa o kadar iyi olacak, bunun da farkında. Kuracağı bağ ile o reformun yükünü emekçilere taşıtacağından ve ikna etmek için çok çaba göstereceğinden ise kuşkumuz yok.

Bizim iletişim

Yukarıdaki alıntılar aşağıdaki tek cümlenin açıklaması.

“Sermaye saldırıyor. Krizleri emekçi sınıfa yükleyerek saldırıyor, sınıfı örgütsüz bırakmak için saldırıyor.”

Kapitalizm tüm gücünü iletişimden almıyor elbette. Ancak bu gücü doğru yerde, zamanda ve tüm kurallarına uyarak –etik kurallar değil elbette- ve sürekli kendini güncelleyerek kullanıyor.

Kapitalizm karşısında elimizde, karmaşık olmayan güçlü ve basit bir çözüm var; sosyalizm. Kapitalizm zayıflığını güçlü iletişim kaynakları aracılığı ile kapatırken biz sosyalizmin gücünü anlatamıyoruz. Zayıf kalıyoruz o derdimizi eviriyoruz, çeviriyoruz. Evirmeden ve çevirmeden basit ve karmaşık olmayan bir iletişim diline ihtiyacımız var.

Araçlarımız az, kapsama alanı yetersiz. Tüm bunların karşısında ya teslim olacağız veya devrimci damarımıza başvuracağız. Değiştirmek ve dönüştürmek bizim işimiz, derdimiz var diyebilmeliyiz ama derdimizi nasıl anlatacağız önce bunu dert etmeliyiz.