Engels 200 yaşında: Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni üzerine bir inceleme

Engels’in 200. yaşında, en önemli eserlerinden biri olarak kısaca bahsetmeye çalıştığımız “Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni” kitabı, günümüzde birçok tartışma zeminini taşımaya devam ediyor.

Engels 200 yaşında: Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni üzerine bir inceleme

Arjin Avcı

Gerek kadın sorununda, gerek devletin yapısı ve oluştuğu zeminler tartışıldığında ve gerek insanlığın ve onunla paralel ilerleyen “aile”nin tarihsel gelişimi konuşulduğunda, üretim ilişkilerinin temelinden bahsedildiğinde akla ilk gelen ve örnek verilen kitap; Friedrich Engels’in “Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni” kitabıdır. Engels’in insanlık tarihinin başlangıcından ele alarak yazdığı bu kitap; çoğunlukla, insanlığın ne tür gelişimler kat ettiği, ilkel toplumlardan beri insanların nasıl yaşadığı, bugün dahi çözülemeyen problemlerin alt yapısının ne olduğu üstüne önemli bulgular içermektedir.

Tabii bu bulgulara ulaşırken başvurduğu en büyük kaynaklardan biri Lewis Henry Morgan’ın 1877 yılında yazdığı “Eski Toplum” kitabıdır. Morgan’ın bu kitabında insan topluluklarını sadece antropolojik olarak incelediğini söyleyebiliriz. Engels, toplumları daha ayrıntılı inceleyen Morgan’ın “Eski Toplum” kitabından esinlenmiş ve farklı bakış açılarıyla ele alarak materyalist bir tarih anlayışıyla yeniden değerlendirmiştir. Bunun yanında yeni meseleler üzerine de eğilerek kitabında birçok konuyu yoğun biçimde ele almıştır.

Engels kitabını yazmadan önce Karl Marks’ın çalışmalarından da yararlanmıştır. (Morgan’ın Eski Toplum’uyla ilgili yaptığı araştırmalar). Burada, aynı zamanda bu kitabı, Marks’ın Morgan’a olan eleştirisinin bir özeti ve derlemesi olarak kabul edebiliriz. (Engels, kapitalist iktisatçıların Marks’ın görüşlerini ele almamak için Morgan’ın kitabına başvurduğunu dahi söyler.) Engels; kitabı yazma aşamasında, son olarak, Darwin’in “Türlerin Kökeni” adlı kitabıyla Morgan’ın “Eski Toplum” kitabı arasında bir karşılaştırma yapmıştır, bunun önemli bir nokta olduğunu gözden kaçırmamak gerekir ve 1884 yılında yayınlanan “Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni” kitabının, Engels’in ileriki yıllarda yaptığı araştırmaların ekleri sonucunda yeniden geliştirildiğini ve basıldığını bilmek gerekir.

Kitabın içeriğinden ayrıntılı bir şekilde bahsedeceksek eğer; tarih öncesi uygarlık aşamalarından başlayan Engels, bu aşamaları tıpkı Morgan gibi sıralamıştır: “Yabanıllık” “Barbarlık” ve “Uygarlık”. Sonrasında bu aşamaların her birini de “Aşağı Aşama” “Orta Aşama” ve “Yukarı Aşama” olarak ayırmıştır. Bu kısma daha fazla girmeden aile kavramına doğru nasıl gittiğini anlamaya çalışırsak; Engels’in bunları toplumsal kurumlar üzerinden değerlendirdiğini söyleyebiliriz. Yani bir tarafıyla ailenin o an için nasıl bir gelişme aşaması sergilediğiyle, diğer tarafıyla emeğin ve ihtiyacın nasıl bir gelişme sergilediğiyle alakalıdır. Bu iki yönlü çözümleme, Engels’i doğal olarak şu düşünceye vardırıyor: Emeğin gelişme aşaması ne kadar düşükse, kan bağının etkisi bulunduğu toplumda o kadar ağır basar. Burada emeğin baskınlığının olmadığı bir toplumda üretkenliğin, gelişkinliğin bir o kadar geride kaldığını anlıyoruz. Yine de kan bağına dayanan ilişki devam ettikçe, üretkenliğin ve gelişkinliğin arttığı bir toplumsal yapının da oluşumunu sağlamlaştırdığını görüyor ve dolayısıyla sınıflı toplumun, özel mülkiyetin temellerinin bu ilerlemeyle beraber ortaya çıktığını fark ediyoruz. (Servetler arasında çıkan eşitsizlik, başkasının emek gücünden yararlanma olanağı…)

Ailenin kökeni üzerinden birçok kabileyi, topluluğu incelerken Engels; sınıflı toplumları anlama çabasının yanı sıra, bu çabanın getirdiği sonuçlara da bir hayli ağırlık vermiştir. (Küçük bir örnek verecek olursak; Keltleri ve Cermenleri özel olarak inceleyen Engels, Cermen yargı kurallarında sorular soran şefin başkanlığı dışında, yargılayan tarafın tüm topluluk olduğu sonucuna varmıştır.) Buradan devletin oluşmasına kadar giden bir süreci açmıştır fakat devletin oluşma sürecine girmeden önce, sınıflı toplumları anlama çabasına giren Engels’in aile üzerinden bir sonuç olarak ortaya çıkardığı kadın-erkek eşitsizliği üzerinde durmak gerekir. Engels, her şeyden önce neden toplumsallığa ihtiyaç duyulduğunu (aileden önce) şöyle ifade eder: “emek ile hayvanlıktan kurtulan ilkel insanların, ya aile nedir bilmediklerini ya da en azından hayvanlar arasında var olmayan bir aile biçimi kurduklarını göstermeye yeter. Oluş hâlindeki insan gibi güçsüz bir hayvan, az sayıda, hatta en yüksek toplumsallık biçimi bireysel birlik olan inziva durumunda bile yaşamaya, belki devam edebilirdi. Ne var ki, hayvanlıktan çıkmak, doğanın sunduğu en büyük ilerlemeyi gerçekleştirmek için bir başka öğe: bireyin savunma yeteneğindeki yetersizliği, sürünün birleşmiş gücü ve ortak eylemiyle değiştirmek gerekliydi.” Buradaki toplumsallık biçiminden kandaş aile ve ortaklaşa aile olarak ayırdığı iki aile türüne de ulaşır.

Her şeyden önce Engels’in ilkel komünal toplumu incelerken, az önce bahsettiğimiz topluluğun içerisinde kadının ve erkeğin yerini de farklı bir saptamayla ele aldığını fark edebiliyoruz. Kadının, daha toplum yaşamının başlangıcında erkeğin kölesi olduğu fikrine şiddetle karşı çıkar ve hatta ileri götürerek bütün yabanıllarla, aşağı ve orta aşamadaki, hatta kısmen yukarı aşamadaki bütün barbarlar arasında kadının yalnızca özgür olmadığını, üstüne ayrıcalıklı bir konumda olduğunu belirtir; fakat özel mülkiyet kendisini ortaya koyduktan sonra, evcil kölelik olarak nitelendirdiği aile kavramının ortaya çıktığını söyleyerek bu toplumsal örgütün, babalık otoritesi üzerinden kadını tutsak ettiğini Romalıların “hak” anlayışında gösterir.

Bu yüzden de tek-eşliliği asla bireysel cinsel aşkın meyvesi olarak göstermedi, erkek cinsin dişi cinse kurduğu sınıfsal baskı üzerinden değerlendirdi. Tabii karı-koca evliliğini büyük bir tarihsel ilerleme olarak görse de aynı zamanda köleliğin ve özel mülkiyetin sözünü geçirdiği bir gerileme dönemi olarak kabul etti ve buradan her ilerlemenin aynı zamanda bir geri nitelik taşıdığını, felsefi anlayışıyla gösterdi. İlerlemenin içindeki çelişkileri ise ilk olarak şöyle ifade etti: “Tarihte kendini gösteren ilk sınıf çatışması, erkekle kadın arasındaki uzlaşmaz karşıtlığın karı-koca evliliği içindeki gelişmesiyle; ve ilk sınıf baskısı da dişi cinsin erkek cins tarafından baskı altına alınmasıyla düşümdeştir.”

Kadın-erkek arasındaki sınıfsal çatışmayı son olarak en somut biçimde değerlendirdiği taraf da kitabın “Yunan Gensi” kısmında babalık hukuku ve miras hukuku üzerinden değerlendirdiği taraftı. Yine buradan bir diğer kurumun kökenine bağlayan Engels, devleti hiç olmadığı kadar farklı açılardan ele aldı. Önce aile çekirdeğinden meydana gelen toplum ve devleti, babalık ve miras hukuku üzerinden ele alırken; servetler arası farkın artmasıyla ve soydan geçme durumunun çıkmasıyla beraber zenginliğin oluşumunu ve bu zenginliğin köleler yoluyla “mülk sahibi bir sınıf”ı oluşturduğunu ayrıntısıyla ele alır. Bu mülk sahibi sınıf ise “hiçbir şeye sahip olmayan sınıfı sömürme hakkını ve onun üzerindeki egemenliğini de sürdürüp götüren bir kurumu” yani; “devlet”i ortaya çıkardı. Yine Engels’in deyimiyle: “Devlet, topluma dışarıdan dayatılmış bir güç değildir; Hegel’in ileri sürdüğü gibi ‘ahlâk fikrinin gerçekliği’ ‘usun imgesi ve gerçekliği’ de değildi. Devlet, daha çok, toplumun, gelişmesinin belirli bir aşamasındaki bir üründür; bu, toplumun, önlemekte yetersiz bulunduğu uzlaşmaz karşıtlıklar biçiminde bölündüğünden, kendi kendisiyle çözülmez bir çelişki içine girdiğinin itirafıdır.(…) işte toplumdan doğan ama onun üstünde yer alan ve gitgide ona yabancılaşan bu güç, devlettir.” Aileyi, özel mülkiyeti ve buradan gelişen devleti Engels, tam olarak bu şekilde ifade etmektedir.

Engels’in 200. yaşında, en önemli eserlerinden biri olarak kısaca bahsetmeye çalıştığımız “Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni” kitabı, yazının başında belirttiğimiz üzere günümüzde birçok tartışma zeminini taşımaya devam ediyor. Uygarlık kavramından neler anlaşıldığını, modern aile yapısının öncesinde nasıl bir toplumsal yapıda olduğunu, devletin nasıl tariflendiğini ve kendinden menkul bir kurum olmadığını, özel mülkiyetin sürecini, yani aklımıza gelecek birçok sorunun cevabını bu kitabıyla üretmeye çalışmıştır.