En basitinden en yükseğine eğitim: Politeknik

Politeknik eğitim kişinin çok mesleklilik edinmesi değil mesleklerdeki içeriğin en temel teknik yöntemlerinin ve becerilerin öğretilmesidir.

En basitinden en yükseğine eğitim: Politeknik

Erol Sinan

“Sadece bir kolu çek ve sadece bir düğmeye bas.” Çok basit bir önermeye benziyor değil mi? İşte bu basitlik bizi anlamlandıramayacağımız bir karmaşıklığa doğru sürüklüyor. Yaşantımız boyunca etrafımızdaki şeylerin nasıl üretildiğini hatta kendi ürettiklerimizin bile nasıl üretildiğini bilmeden yaşıyoruz. Sanki üretimi yapanlar bizler değilmişçesine çevremizdeki oluşumların nasıl oluştuğuna dair hiçbir bilgi sahibi değiliz. Bilgi sahibi değiliz çünkü bahsettiğim basit önermenin kabulüne dayalı yaşıyoruz. Birileri bizim çalışma koşullarımızı, çalışma tempomuzu ve hatta çalışıp çalışmayacağımızı belirliyor. Bu belirlemelerin sonucunda ise basit birer makine parçası haline geliyoruz. Belirleyenleri (sermayedar) ranta ulaştıran bilgisiz makine parçaları… Sürecin ironik kısmı ise yaşam boyunca aldığımız eğitimler dahilinde bilgisiz birer makine parçaları olmamız . Belki de sadece bu amaçla eğitim alıyoruzdur. Belki de eğitim bizim için değildir. Belki de sadece tek bir işi bilen ve onu en iyi şekliyle yapabilen işçiler (en çok karı sağlayacak işçiler) olmak için eğitim alıyoruzdur. Karmaşıklığı kendinden menkul belkiler.. Haydi Cem Karaca’nın “belkileri” gibi bırakmayalım… Eğitim sistemini açıklayalım.

Eğitim sistemi, sermayenin ve burjuva toplumunun ihtiyaçlarına göre tarih içerisinde çeşitli değişkenlikler göstermiştir. 19. yüzyıla kadar burjuvazinin temel meselesi kilisenin ve aristokrasinin gücünü kırmak, toplumda kendi siyasal hâkimiyetini kurmak iken sanayi devrimi sonrası burjuvazi siyasal iktidarı ele geçirmesine ve üretici güçlerdeki gelişmelere paralel olarak yeni ihtiyaçları doğrultusunda eğitim sistemini değiştirdi. Tarih içerisindeki bu değişikler doğrultusunda günümüze baktığımızda ise günümüzdeki eğitim sistemi; egemen sınıfın egemen düşüncelerini aktardığı ve bu düşünceler doğrultusunda kendi sınıfsal çıkarına yönelik insanlar yetiştirdiği maddi ve ideolojik bir araçtır. Bireylere üretim sürecinin gereksindirdiği bilgi ve beceriyi kazandırma misyonu ile maddi, bireylerin içinde yaşadıkları topluma uyumlaştırılmasını ve toplumsal normların benimsenebilmesini sağlama açısından ideolojiktir. Kapitalist toplumda burjuvazinin sermayesini katlama zorunluluğundan dolayı artı değer oluşturması onu eğitimin maddi ve ideolojik zeminlerini, gereksinim duyduğu üretim biçimine uygun olacak hale büründürmeye yöneltmiştir. Bu noktada alt yapısal olan üretim ilişkilerinin üst yapısal olan eğitim sistemini etkilediğinden bahsedebiliriz. Bizim buradaki meselemiz üretim ilişkilerinin yön verdiği eğitim sistemindeki insanın konumudur. Kapitalist toplumdaki kişinin konumuna baktığımızda yeteneklerini keşfetmemiş ve kafa ile kol emeği ayrışmış bir insan modeli gözlemiyoruz. Adeta egemen sınıfın ihtiyacı doğrultusunda çok yönlü gelişimine set çekilmiş bir insan modeli. Bu tek yönlü, yeteneklerinden kopan kendine ve topluma yabancılaşmış insanın oluşumunu insanlık dışı olarak görüp kabul etmeyerek bu noktada bir sorun olduğunu kabul ediyoruz. Bu sorunu Marx ve Engels diyalektik materyalizmin eğitimde uygulanmasıyla çözüleceğini tahlil etmiş ve bu tahlilin sonucunda ise ortaya “politeknik eğitim” ilkesini sürmüşlerdir.

Politeknik kavramı kökenini Yunanca Poli(çok) ve Techne(beceri) kavramlarından alarak “çok yönlü beceri” anlamına gelir. Politeknik eğitimin tarihi ise maddeciliği diyalektik olarak kavrayan ilk çağın maddeci filozoflarına kadar dayanır. Feodalizm sonrası filozoflarda ve sonrasındaki Modern Filozoflarda da bu kavramın kendisini geliştirerek var olduğunu görebiliriz. Son olarak politeknik eğitiminin en ileri ve ayrıntılı biçimini Marx’ın formülasyonuyla görüyoruz. Marx politekniği formülleştirdi, çünkü kapitalist sistemin oluşturduğu yabancılaşmanın aşılmasının gerektiğini biliyordu. Marx için kapitalizm, çok sıfatlı insanın yerini tek sıfatlı bir köleye bırakmıştı. Bu duruma karşı durarak eğitim ile üretimin iç içe geçmesi için politeknik ilkesini öne sürmüştü. Her üretim ortamının eğitim ortamı, her eğitim ortamının da üretim ortamı olması gerektiğini savunuyordu.

Politeknik eğitimde teori ile pratik arasındaki ilişki bilimsel bir kavranışla iç içedir. Bu iç içe ilerleyen süreç sayesinde işçi üretim sürecine hakim olur. Eğitimdeki amaç bilimsel teknik ilerlemenin “özünü” kavratmaktır. Dolayısıyla politeknik eğitim kişinin çok mesleklilik edinmesi değil mesleklerdeki içeriğin en temel teknik yöntemlerinin ve becerilerin öğretilmesidir. Asıl olarak üretiminin temel mekanizması olan mekaniği, dinamiği, enerjinin kaynaklarını vb. öğretmektedir. Bu sayede işçi diğer üretim alanlarındaki üretimin nasıl gerçekleştiğini, kendi üretim alanı ile diğer üretim alanlarındaki benzerlikten yola çıkarak üretiminin kaynağını temellendirerek kendisi dışında oluşan metalara karşı yabancı konumuna düşmez, herhangi bir üretim sürecinin esiri olmaz.

Haydi yıllar geçtikçe yapmayı azalttığımız hatta yapmayı bıraktığımız bir şeyi tekrar yapalım hayal kuralım… Politeknik eğitim aldığımız bir toplumun hayalini kuralım. Politeknik eğitimin olduğu bir toplumda yaşadığımızı düşlersek bizler üretim sürecine ve üretim sürecinin sonucunda oluşan, emeğimize, emeğimizin ürününe, topluma ve kendimize olan yabancılaşmanın önüne geçerek basit birer makine parçası olmaktan sıyrılıyoruz. Haydi sıyrılıp gelelim. Haydi sıyrılmak için bu düzeni değiştirelim. Haydi sadece basit birer makine parçası olmamak için sömürüye karşı duralım. Haydi şimdi sadece hayal kurmayalım, hayallerimizi gerçekleştirmek için yola koyulalım!