Din istismarcıları kadını evde görmek istiyorlar

Kafalarından ne geçiyorsa, şimdi de kalkmış, kadınları hizaya getirmeye çalışıyorlar! “Kadınlar güçlenirse boşanır, aile yıkılırmış.” Kadınlar nasıl güçlenir? Öncelikle ekonomik özgürlüklerini kazanarak.

Din istismarcıları kadını evde görmek istiyorlar

Fatma Zafer

İstanbul Sözleşmesi tartışmaları, yıllardır halkımıza demokratik kitle örgütü kisvesi altında sunulan tarikatların, cemaatlerin içinde yuvalanmış din istismarcılarının gerçek niyetini bir kez daha gözler önüne serdi.

Semavi dinlerin tümünde din istismarcıları, dini emirleri kullanarak kadınları, tıpkı bir mülkmüş gibi, koruma ihtiyacı içinde olduklarına inandırmaya çalışırlar. İstedikleri bu olsa gerek: Kadın erkeğe sığınsın; erkek de onu korusun! Korurken de ezsin!

Ama kadınları evde görmek isteyenler, ucuz emek peşindeki neoliberalizmin ülkelerine girmesi üzerine yanıldıklarını anladılar, bizde de olduğu gibi. Neoliberal politikların zorlamasıyla kadın kitlelerinin vasıfsız işlerde, güvencesiz, örgütsüz, kötü çalışma koşullarında sömürüye maruz kaldıklarında çıkarları zedelenmediği için seslerini çıkaramadılar. Esnek çalışma, mikro kredi v.b. uygulamalarla bir ayağı evde olan kadının ev işi, çocuk, engelli, yaşlı, hasta bakımı da aksamıyordu nasıl olsa. Dolayısıyla sorun yoktu(!) Zaten piyasa ekonomisini reddetmiyor, tersine çıkarlarına bakıyorlardı.

Müslüman ülkelerin bazılarında kadının kapalı haliyle çalışmasına izin çıkmıştı. Bizde de, kırsaldan kente muhafazakâr değerleriyle göç eden kadın başörtülü olarak iş yaşamına atıldı. Genç kuşak içinde yüksek öğrenim görmek, kariyer yapmak, kamusal alanda yerini almak isteyenler de vardı.

Süreç içerisinde kadın istihdamı görece de olsa arttıkça, cinsel iş bölümünde de çözülme gözleniyordu. Kadın işi, erkek işi ayrımı, cins kimlikleri krize girmişti, bu da kadını erkeğin bağımlılığından kurtarabilecek bir gelişmeydi.

Bir yandan da dincilik, ülkemizdeki cinsiyetçi yapılanmanın – ailede, eğitimde, hukukta v.b.- güçlenmesine yol açıyordu. Cemaatler, tarikatlar devlet tarafından korunduklarından ekonomik olarak güçlendiler, kendi medyalarını oluşturdular. Politik hareketler olduklarını açıkça ortaya koydular.

Yıllar öncesinden düşünce ve ifade özgürlüğünü sulandırmışlardı. Din bilginleri, tesettür konusunda “dini bir pratiktir” yorumunu yaparken din istismarcıları, tesettürün din olarak tartışılmasını engellemek istedi; çünkü dinde farklı yorumları vardı; bu yüzden gerçek anlamda düşünce ve ifade özgürlüğüne karşıydılar. Tartışmayı engellemek için tesettürü topluma, “özgürlük” olarak sundular. (Oysa bugün dinen başörtüsünün zorunlu olmadığı yorumları bile yapılıyor.)

Kafalarından ne geçiyorsa, şimdi de kalkmış, kadınları hizaya getirmeye çalışıyorlar! “Kadınlar güçlenirse boşanır, aile yıkılırmış.” Kadınlar nasıl güçlenir? Öncelikle ekonomik özgürlüklerini kazanarak. Kötü koşullarda da olsa kadınlar ayaklarının üzerinde durabilmenin tadına vardılar. Bazıları kariyerlerinin karşılığını alabildiler. Kazanımlarından vazgeçerler mi?

İstanbul Sözleşmesi tartışmaları gösterdi ki, bu gün dinsel bağnazlık ülkemiz için bir tehlike olmaya başlamıştır. Dindar çevreler de bu tehlikenin farkındadır. Halkımızsa, “din temelli bir devlet tasavvurunu” istemediğini çeşitli vesilelerle göstermiştir. (Anketlere bakmak yeter.)

Laik hukuku kaldırmak isteyenler, şeriata uygun yaşam modelini uygulamaya kalkışacaklardır. Peki, hukuksal varlığı ortadan kalkmışsa kadın ya da erkek nasıl hak talebinde bulunabilir? Kadın ve kız çocuk arasında fark gözetmeyen bir zihniyet , kadının evlenme yaşı için “ayakları yere değdiğinde” diyebiliyor. Oysa uluslar arası sözleşmelere göre 18 yaşın altında her birey çocuktur.

Henüz İslami kurallara uyma zorunluluğu yaygınlaşmadı. Hukuksal kazanımlara dokunulmadı. Ancak laik kurumlarda erozyon yaşanıyor. Kadınlar olarak yargıya güvenimiz azalıyor.

Laik devlet, din devletine göre bir ilerlemedir. Eşit yurttaşlık hakkı tanır. Ancak hukuksal eşitlik, kadın sorunlarını kökünden çözemez. İstanbul Sözleşmesi’ne de bu açıdan bakmak gerekir. Neoliberal politikaların tüm dünyada artırdığı kadına yönelik ayrımcılık, şiddet, cinsel taciz ve kadın cinayetlerine dur demek için önemlidir Sözleşme’nin hayata geçirilmesi. Bu biraz tutuklunun, havalandırmaya çıkarıldığında soluk almasına benziyor. Şiddet gören kadın hem evde hem işte nasıl çalışsın?! Nasıl verimli olsun?! (Kitlesel iş gücü!) Çalışamaz hale gelmemeli. Sözleşme’nin kalkmasını isteyenler hiç merak etmesinler; dünyayı yönetenler ailenin yok olmasını falan istemezler, telaş boşuna. Ailenin bekçisi kadın, bedavadan her işi görüyor. Dolayısıyla öküz altında buzağı arayıp Sözleşme’yi karalamaya kalkmasınlar.

Artık korku duvarı aşıldı. Kadınları, iş yaşamından kopartmak mümkün görünmüyor. Her ne kadar neoliberalizmin başarısızlığının yol açtığı tahribatın- en başta küresel işsizlik- ceremesini kadınlara çektirmek düşünülüyorsa da…

Kuşkusuz mücadele sürecektir. Kadınların kurtuluşu, ancak toplumsal yapının kökten değişikliğe uğramasıyla gerçekleşebilir.