Devrim televizyondan yayınlanmayacak

"Darbeye geçit vermeyen Venezuela halkı, yıllardan beri verdiği bağımsızlık mücadelesini bu sefer ikili bir yönde verdi. Bu da sisteme karşı verilen mücadelenin yanı sıra, kendilerini zehirleyebilecek potansiyelde olan medyaya karşı verdikleri amansız mücadele..."

Devrim televizyondan yayınlanmayacak

Arjin Avcı

Venezuela’daki darbe girişiminden yedi ay önce Hugo Chavez hakkında belgesel çekmek isteyen İrlandalı film ekibi, kendilerinin de belirttiği gibi gerçeklere ulaşmak gayesiyle bir yolculuğa çıkmışlardı. Bir nevi söylentilerin ötesine geçmek hedefindeydiler. Halkın Chavez’e bakışı veya Chavez hükümetinin çok fazla üstünde durulan kamucu anlayışını yerinde görme gereksinimi hissettiler. 11 Nisan 2002 günü girişilen darbeye tesadüfi olarak tanık olan bu ekip, özellikle medyanın etkisi üzerinde durdular. Bizim de üzerinde duracağımız konu, uzun süre Venezuela başkanlığı yapmış Bolivarcı Hugo Chavez yönetimi olduğu kadar bu yönetime karşı yapılan birçok karalama kampanyasında medyanın büyük etkisini incelemek olacaktır.

Asıl konuyu ele almadan önce Venezuela ve birçok dönemde sömürüye maruz kalmış diğer Latin Amerika ülkeleri üzerine ve Bolivarcı devrimler üzerine birkaç söz söylemek gerekir. Öncelikle “Bolivarcı” olarak nitelendirdiğimiz devrimlerin ve yönetimlerin birleştiği nokta, isminden de anlaşıldığı üzere zamanında İspanyol egemenliğiyle ve sömürüsüyle mücadele edip Güney Amerika’daki ülkeleri bağımsızlığına kavuşturan “Büyük Kurtarıcı” Simon Bolivar’dır. Kolombiya Cumhuriyeti’yle başlayan bu serüven, bugün Güney Amerika’daki halkçı rejimlerin ve mücadeleci bir toplum yapısına sahip olmanın özünü oluşturan devrimin yolunu açarak örnek olmaya devam ediyor.

Hugo Chavez de belgeselde bahsettiği gibi mücadeleyle tanışmasının başlangıç noktasını 1890’larda Bolivar ile yolu kesişen dedesini araştırmak olarak kodluyor. 2002’de çekilen belgesel üzerinden Chavez’i değerlendirmeden önce geçmişinden kısaca bahsedersek nasıl meşakkatli yollardan geçtiğini inceleyebiliriz: Bir işçi ailenin çocuğu olan Chavez, Siyasal Bilimler okumasına karşın harp akademisinden aldığı eğitimle ordunun çeşitli kademelerinde görev aldı. 80’lerde kurduğu Devrimci Hareket-200(MBR-200) ile 1992 yılında Perez hükümetine karşı yaptığı darbeden sonuç alamadı. Perez hükümetiyle yaşanan baskıcı rejim birçok kişinin ölümüne yol açmış, neo-liberal politikaların bir nevi deneme tahtası olmuş bölge halkının da tahammül sınırlanırını zorlamıştı. Halkın sevgisini kazanmış Chavez giriştiği darbe sonucu tutuklanıp serbest bırakıldıktan sonra 1998’deki seçimlere “Beşinci Cumhuriyet Devinimi” partisi olarak katılarak ezici çoğunlukla iktidara yerleşmiştir.

Dediğimiz gibi medyanın etkisi özel olarak Chavez hükümetinin iktidara geçmesiyle başlayan bir süreç…
İktidara geçtiği anlardan itibaren neo-liberalizmle mücadele edeceğini belirten Bolivarcı hükümet, ABD destekli özel tv kanallarının eleştiri yağmuruna ve karalama programlarına hedef oldular. Chavez’in belgeselin başındaki konuşması bölgedeki kızışmış ilişkileri bir kere daha ortaya koymaktadır: “Venezuela’da ve aynı zamanda bütün Latin Amerika’da neo-liberalizmin vahşi politikalarına maruz kalıyoruz. Bütün piyasayı denetleyen görünmez bir el varmış, yalan! Bin kere yalan! Başka bir yol vardır ve biz Venezuela’da bunu kanıtlıyoruz. Düşünülebilecek en büyük uluslararası baskıyı görüyoruz. Ama bana vız gelir! Şayet bir gün cehenneme gitmem gerekirse, Venezuela halkının çıkarlarını savunmak için bütün onurumla cehenneme dahi gözümü kırpmadan inmeye razıyım.”

Gerçekten Venezuela halkı düşünülebilecek en büyük uluslararası baskıyı iliklerine kadar hissediyordu. Hem bu yazının amacı hem de bu belgeselin amacı, hissedilen baskının nedenlerine ve sonuçlarına odaklanmaktır.

Venezuela, büyük bir petrol rezervine sahip olmasına rağmen yoksul bir ülkeydi. Bunun temelleri, Chavez yönetimi öncesinin direkt olarak neo-liberal politikaları üzerinden değerlendirilebilir. Rejim değişikliğiyle beraber bu koşullar da yavaş yavaş farklı bir forma bürünüyordu. Biraz daha açarsak belgeselde de geçtiği gibi: “Venezuela, şimdiye dek ABD’nin petrol ihtiyacını kolayca ve düzenli olarak karşıladığı bir ülkeydi. Chavez’in Ulusal Petrol Şirketi (PDVSA) üzerinde daha fazla devlet denetimi kurmak istemesi ve OPEC’i güçlendirmeye çalışması ABD çıkarlarıyla çelişmeye başlamıştı.” Kendi kaynakları üzerine tahakküm kuran birçok güçle mücadele ederken aynı zamanda bu güçlerin kendilerini medya üzerinden çizdikleri profille de mücadele ediyordu.

Özellikle 21.yy üzerinden değerlendirirsek medyanın her şeyi yeniden yaratımı konusunda nasıl bir konuma sahip olduğunu fark edebiliriz. Örneğin Venezuela’da 11 Nisan 2002 yılında ABD destekli darbe girişiminin asıl aktörü medyadır. Chavez’in de yerel basınla, televizyonla yakından bir ilişki kurulması gerektiğine inanması ve bunun devrimin büyük bir sorunu olarak görmesi, aslında bu konuda girişilmeyen birkaç durumun özeleştirisidir fakat Chavez’in kendisi halkın doğrudan konuşabildiği tek bir programa katılması bir tercihtir. Bir tek devlet televizyon kanalı olan Kanal 8’de açıklamalar yapan Chavez, medyayı en nihayetinde gerçeklik olgusunun sınırlayıcı bir yapısı olarak görüyor olabilirdi. Çünkü özel tv kanalları karalama kampanyalarını en olağan biçimde, yani bir “sanal gerçeklikle” yerine getiriyorlardı.Örneğin bir programda Chavez hakkında “Başkanımızın cinsel saplantıları var. Fidel Castro’yla ilişkisi Freudyen açıdan incelenmeli.” diye birçok ifadeyle karşılaşabilirsiniz. Ya da başka bir programa geçtiğinizde Devlet Başkanı Chavez’in akli dengesinin yerinde olup olmadığı üzerine ithamda bulunan birkaç takım elbiseli güruhla karşılaşabilirsiniz.

Böyle gelmiş böyle gitmez diyenlerin ülkesi ise neo-liberallerin dilinde pelesenk olmuş küreselleşme kavramını tekrardan sorgulamaya başladı. Neoliberallerin medyadaki konumu, Chavez’in küreselleşme üzerindeki düşüncelerini farklı bir yönden tetikledi, asıl küreselleşmeye karşı olan neoliberallerdir, der.

Medyanın ağır derece eleştirilerde bulunmasının asıl nedenini tekrardan söyleme gafletinde bulunmayacağız. Chavez öncesi hükümetlerde ağır bir sansürün uygulanması, Chavez’in ifade özgürlüğüne önem vermesi… olumlu Ya da olumsuz bu gibi uygulamalar darbe girişiminin yolunu açan, sürdüren temel ilkelerdendi. Chavez ise bu eleştirileri sadece Kanal 8’de göğüslüyordu.

Belgeseli derinlemesine incelediğimizde özellikle dikkat çekilmesi gereken bir nokta daha görüyoruz. Herhangi biriyle konuşulan kısımlarda bir kadın şu konuşmasıyla dikkat çekiyor: “Siyaset bizim için hiçbir şey ifade etmiyordu. Gitgide zenginleşen bir kesim vardı. Bize ise hiçbir şey düşmüyordu ve bu böyle sürüp gidiyordu. Şimdi ise politikayla yakından ilgileniyoruz. Çünkü şimdi siyaset gerçekten katılım ve demokrasi üzerine kurulu.” Burdan çıkarmamız gereken sonuç halkçı anlayışın getirileridir. Toplumun kendi sorunlarıyla yakınlaşmasının ve bu sayede bilincin kendisiyle yüzleştiği bir durumun getirileri… Anayasayı, kendi haklarını bilen bir toplumla karşı karşıya kalmak; yalnızca toplumla gerçek anlamda bağ kurabilen anlayışın sonucudur.

Chavez karşıtı zenginlerin açıklamaları ise devrimin, sosyalizmin döneminin geçtiği yönündeki iddiaları aynı bakış açısıyla sunuyordu fakat bu sefer halkçı bir yönetim karşısında pek tatlı bir duruş sergiledikleri söylenemez. Devrim döneminin geçtiği üzerine katı bir tutum sergiliyorlardı. Özel tv kanallarının, Chavez destekçisi yoksul halka Mussolini ve Hitler’in adamları benzetmesiyle beraber, yıllardan beri altı boş klasik tanımlamalarıyla yeniden karşımızda olduklarını görüyoruz. Katı tutumları bu açıklamalarla tekrardan gün yüzüne çıkmış bir düşüncenin eylemleri elbette devamını getirecekti, hem de bir darbe girişimiyle…

11 Nisan günü girişilen darbe sonrasında medya Chavez üzerinden tekrar bir karalama kampanyasına başladı.
Beyaz Saray Sözcüsü, “Başkan Chavez’in iktidarı halk desteğinden yoksundu ve başta Amerika ve Başkan Bush olmak üzere komşu ülkeler tarafından sıkça eleştiriliyordu.” diyerek darbeyi meşrulaştırıyordu. Gerçekten öyle miydi, yani Chavez hükümeti halk desteğinden mi yoksundu yoksa zenginlerin desteğinden mi yoksundu? Desteklenmediği taraflar neden desteklemiyordu? Bu gibi soruların cevabını üretip, argüman üretmek yerine yüzeysel söylemlerle destek görme arzusu, şu anki medyanın kendine biçtiği rollerden biridir.

“Bu kirli oyunun arkasında medya var.” diyen Chavez destekçisi bir yurttaşın tek cümlesi her şeyi özetlemekte. Nedeni ise darbe teşebbüsünün olduğu gün muhaliflerin ve Chavez destekçilerinin yürüyüşünde nerden sıkıldığı belli olmayan kurşunlar yağmaya başladı. Venezuela’da birçok insanın silah taşıdığını ve silah taşıyan bazı Chavez destekçilerinin kurşun yağan tarafa ateş ettiği görüntüleri, halkın varolan korku hâlini kapatmaya çalışan medyanın büyük bir kozuydu. Halka ateş ediliyormuş süsü verilerek asıl olayın üstü kapatıldı. Chavez taraftarlarını medya sayesinde bu katliamdan sorumlu tuttular.

Gözaltına alınan Chavez, yine medya tarafından istifa eden Başkan görüntüsünü aldı fakat gerçekler yine sonradan ortaya çıktı. Bir yönden gerçekler halk tarafından ortaya çıkarıldı. Çünkü geçiş hükümetine karşı çıkan halk, bu hükümetin kendilerine olan tutumunu tarihsel bir bilinçten dolayı anlıyorlardı. Gerçekten de “Chavez, dostumuz, halk seninle!” sloganlarıyla örgütlü bir halkın bilinçli iradesini gözlerimizle görüyoruz. Örneğin “O istifa etmedi, esir alındı!” cümlesi az önce bahsettiğimiz anayasayı bilen bir halkın kendini tercüme etmesiydi. Belgeselde bunun izlerini açıkça hissediyoruz.

13 Nisan Cumartesi günü, Halk ve Birlik tarafından Miraflores Sarayı kuşatıldı, Carmona ve arkadaşları saraydaki kasada olan paraları alıp kaçtı. Kanal 8 tekrardan denetim altına alındı. Geçici hükümet başkanı Pedro Carmona, CNN’de çıktığı yayında Miraflores Sarayı’nın denetimi altında olduğunu söylerken Bolivarcı Venezuela Cumhuriyeti Meclis Başkanı Willam Lara, Carmona’nın açıklamasından sonra Miraflores’te yaptığı canlı telefon bağlantısıyla Carmona ve arkadaşlarına el salladı diyebiliriz.

Darbeye geçit vermeyen Venezuela halkı, yıllardan beri verdiği bağımsızlık mücadelesini bu sefer ikili bir yönde verdi. Bu da sisteme karşı verilen mücadelenin yanı sıra, kendilerini zehirleyebilecek potansiyelde olan medyaya karşı verdikleri amansız mücadele…

Bugün hâlâ etkisini hissettiğimiz yayıncılık, medya, haber anlayışı bizi her yönden kuşatmış “sanal gerçeklik”ten ibaret bireylere dönüştürmektedir. Elbette bunu sadece medyayla sınırlandırmak olabildiğince kısıtlı bir bakış açısıdır fakat etki yönünden mücadele edilen, edilecek bir konu ele alıyorsak, medya olgusu bunun başat örneklerinden olmalıdır.