Biz süper kahraman değiliz!

Birkaç gün önce İtalya’ya giden Kübalı doktorların sözlerini okuduğumda, aklıma yukarıda yazdıklarım gelmişti. Doktor, bizler süper kahraman değiliz, elbette korkuyoruz diyordu. Bizler süper kahraman değiliz, devrimci doktorlarız…

Biz süper kahraman değiliz!

Seçkin Aydınlık

Modern dönemin mesaj iletme araçlarından olan medya bizler için çok önemli yer tutuyor. Televizyonlardan, bilgisayar ekranlarından, sosyal medyadan öğrendiklerimizin haddi hesabı yok… Öyle ki şu karantina günlerinde, eve ekmek getirmek için dışarı çıkmamız gerekmiyorsa, sadece evde oturarak virüsün nerede, nasıl yayıldığı hakkında, Türkiye’de durumun ne olduğu hakkında bilgi sahibi olabiliyoruz. Hiç gidip görmediğimiz veya doğruluğunu denetleme imkânımızın olmadığı bu bilgiler tam olarak da fazla güvendiğimiz ve doğru kabul ettiğimiz noktalarda büyük bir tehlikeye dönüşüyor. Burjuvazi tarafından kontrol edilmiş bir bilgi bizlerin gerçekliğini de kontrol edilebilir hale getiriyor.

Bilginin bu derece işlevli kullanımını on yıllar önce fark eden kapitalist sistem zihinleri ele geçirmek için her yola başvurabiliyor. Çocukluğunuzu düşünün mesela, mutlaka çizgi filmlerle haşır neşir olmuşsunuzdur. Kültürün parçası olan masalların bir alt metni olduğu gibi bu çizgi filmlerin de alt metinleri, bize yükledikleri var. Daha çocukken bizi bir kalıba uygun yetiştirme ve bir şeylere özendirme işlemi başlıyor. Bu çizgi filmlerdeki süper kahramanlar da biraz böyledir, bizim rol modelimiz olarak, bize çizilen kadere, içeriden rıza üretmemiz adına çalışıp dururlar.

***

Birkaç gün önce İtalya’ya giden Kübalı doktorların sözlerini okuduğumda, aklıma yukarıda yazdıklarım gelmişti. Doktor, bizler süper kahraman değiliz, elbette korkuyoruz diyordu. Bizler süper kahraman değiliz, devrimci doktorlarız… Bu sözlerin anlamı çok derin olmakla birlikte birçok yerden yorumlanabilir, tartışılabilir ve hatta birazdan yapacağım gibi doktorun söylemeye çalıştıklarının ötesine de götürülebilir.

Kübalı doktorun dedikleri, en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiği halde, yüzünü bile görmediği insanlar için ölüme gitmektir. Üstelik korkmuyorum falan da demeden, ölmekten korktuğun halde yaşatmak yanı ağır bastığından, devrimci olduğundan alıyorsun bu kararı. Ekonomik olarak hep eleştirilen Küba’nın başardığı şey budur: Bir köylü çocuğunu, bir işçi çocuğunu para kazansın diye değil, halkını tedavi etsin diye yetiştirmek. O doktor yaptığı gençse, belki de yıllar sonra, kendisiyle birebir hiç teması olmamış halklar için, emekçiler için dayanışmaya, mücadele etmeye gider. Korkar ama yapılması gerekenin farkındadır. Aldığı eğitim, dünyayı sahiplenişi ve sevmesi o korkuya rağmen, devrimcisin sen dedirterek, yaptığı şeyin bir iş olmaktan öte, devrimci mücadele olduğunu hatırlatır.

Bir doktor yetiştirmek, bir genç yetiştirmek havuç-tavşan ilişkisi olan eğitim modelleriyle, gökyüzünde uçan süper kahramanlarla yapılabilecek bir iş değildir. Aklın, bilimin, mantığın ışığında kurulmuş bir eğitim sistemiyle, kendisiyle toplum arasında bağ kurabilen, kendisi ve toplum için sorumluluk üstlenebilen bir eğitim sistemi sağlıklı yurttaşlar yetiştirebilir.

***

Küba’da sosyalizmin mantığında, yukarıda saydığımız ilkelerle bir gencin yetiştirilmesiyle, Türkiye’de kapitalizmin mantığında bir gencin yetiştirilmesi arasındaki fark çok büyük bir sorunu oluşturuyor. Bir toplumun kendi gençlerine bu kadar hoyrat davranması, kendi gençlerine bir gelecek sunamaması utanılacak bir durumdur. Toplumun inançları safdilliğe dönüştürülerek kullanıladursun, gençliğin yüksek işsizlik oranlarıyla boğuşması, eğitim sisteminin yetersizliği ve bunların sonucunda ortaya çıkan geleceksizlik kaygısı karşımızda duruyor. Şimdi birde Koronavirüsle birlikte gençliğin zaten var olan gelecek kaygısı hepten arttı. Bu sürece dairse hiçbir planlaması olmayan AKP iktidarı karşımızda duruyor.

Daha bu satırları yazarken, “Virüsü AKP mi yaptı kardeşim?” itirazları kulağıma gelmeye başladı bile. Virüsün nerede ortaya çıktığı ayrı bir tartışma fakat virüsün evrimleşerek ortaya çıktığını kesin olarak biliyoruz. Elbette virüsü AKP yaratmadı ancak evrim konusunu müfredattan kaldıranlar, virüse karşı aylardır önlem almadı. Anlayacağınız evrimi müfredattan kaldırmakla evrim bitmiyor, virüsler bitmiyor ve hatta bizi hazırlıksız yakalıyor.

Toplum sağlığı açısından AKP eliyle alınmış “sistematik tedbirsizlikler” bu portal dahil olmak üzere birçok yerde yazıldı çizildi ancak şunu en başta görmek gerekiyor: Akılla yönetilmeyen bir sistem olan kapitalizmden, aklın sınırlarını zorlayacak fikirler üretmesi, önlemler alması beklenmemeli. Çünkü bu sistemin yönetimi akılla değil parayla işliyor. Bizlerin görmesi gereken şey tam olarak budur. Akılla yönetilmeyen bir sistemden, akla uygun şeyler çıkmaz, paraya uygun şeyler çıkar. Bu yüzden AVM çalışanları ücretli izne çıkartılmaz ve AVM’ler açık kalır, bu yüzden özel sektörün otelleri karantina bölgesi ilan edilmek yerine, bir gecede öğrenciler dışarı atılarak öğrenci yurtları karantina bölgesi ilan edilir.

Bizlerin “dua ile virüsü atlatacağız” söyleminin altındaki ihmalkârlığın yanlışlıkla olmadığını görmemiz gerekir. Sistem bu ihmalkârlığı öylesine pervasızca hakkı görür ki, sadece AKP değil, hiçbir düzen partisi sermayenin zarar göreceği adımları atmayı dillendiremez, bastıramaz. Ne AKP ne de diğer sistem partileri bu sürecin yönetilmesine gerçekçi katkılar koyamamıştır, çünkü doğaları gereği sermayenin önünü kapayacak önlemlere “temkinli” yaklaşırlar. AKP’nin bu süreci yönetememesine yönelik tepki tam bu nedenlerden dolayı düzene tepki göstermeyi gerektirir. Düzen bütün partileriyle birlikte çökmüş, yetersizliğini gün yüzüne çıkarmıştır.

***

Özellikle biz gençlerin evde geçirdiği bugünlerse bize Marksizmin, sınıf savaşımının gerçekliğini ve güncelliğini bir kez daha göstermiştir. Sınıf mücadelesini dar anlamıyla işçiyle patronun maaş mücadelesi olarak görüp, salt ekonomik mücadeleye indirgeyemeyiz. Bu yüzden zenginler kendilerine ada alıp ya da boğaz kenarı köşklerinde karantinaya giderken bizler durumumuz yoksa kendimizce önlemlerle işe giderek ya da küçücük evlerimizde karantinayla bu süreci atlatmaya çalışıyoruz. Onlar ki bu sınıfsal ilişkilerin eşitsizliğini istedikleri kadar perdelesinler, bizler tüm ilişkilerin perde arkasını görüp mücadelemizi, sınıf kinimizi bileriz.

Peki, ne yapmalı? Evet, Lenin’in de sorduğu ve cevap olarak kendi döneminin koşullarını analiz edip, siyasal iktidarı almanın yollarını aradığı bir soru bu. Öyleyse bizde cevabımızı daha baştan verelim. Sosyalizme geçilmeli, siyasal iktidar alınmalı! Bunu “slogan olsun” diye söylemiyoruz elbette, bir zorunluluk olduğu için, bu cendereden çıkışın tek yolu olduğu için kavga ediyoruz.

Sosyalizme geçişin zorunluluğunu içinden geçtiğimiz bu süreç tekrar ve tekrar göstermiştir. Üstelik “pek demokratik” ülkeler özel hastaneleri kamulaştırabileceğini dillendirmeye başladı. Sakallarıyla ünlü Marks’ın söylediklerinin, sermayenin kâr kaygısı yüzünden dinlenmediğiyse tekrar gördüğümüz şeylerden birisi oldu. Bu yüzden sağlık politikasının devrimci bakışla uygulanıp, sağlık bakanının Özel Medipol hastanelerinin sahibi olmadığı, Che Guevara gibi sosyalizmin neferi olduğu bir yaklaşımla ancak ve ancak amacına hizmet edebileceğini görmemiz gerekiyor.