Rusya mı ABD mi?

İdlib’de Türk askerinin varlığına gerekçe olarak İdilb’de terör var demenin de manası yok, çünkü İdlib’de terör örgütlerine dönük bir operasyon yapılmamaktadır. İdlib’de AKP ve MHP’ye göre düşman Şam yönetimidir! Ancak neden sorusunun yanıtı yoktur! Şam rejimi Türkiye’ye niye tehdittir? Bunun da yanıtı verilmemektedir.

İdlib’de yaşanan gelişmeler Türkiye’de yeni bir tartışmayı da beraberinde getirdi. Daha düne kadar ABD emperyalizminin ülkemize yönelik planlarına ve tehditlerine karşı uyarı yapanların bugün birdenbire Rus düşmanı kesilmeleri takdire şayan bir durum.

Yandaşlar başı çekiyor. Fırat Kalkanı ya da S-400 gündeminde ABD karşıtı yayınlarıyla bilinen sosyal medya hesapları bu kez Rusya karşıtı paylaşımlarda bulunuyor. Ya da Rusya karşıtı paylaşım yapan hesapların çoğunluğu geçmişte ABD karşıtı paylaşım yapan hesaplarmış… Daha düne kadar ‘ABD emperyalizminin Türkiye’yi, Erdoğan’ı hedef tahtasına oturtuğunu’ söyleyenler bugün Rusya’yı baş düşman ilan etmiş durumdalar.

Benzer bir ortaklık, ulusalcı diyebileceğimiz kesimlerden de geldi. “Moskoftan dost olmaz” söylemine sarılmaya başladılar. Her ne kadar yandaşlar kadar Amerikancılığı açıktan yapmasalar da NATO’nun önemini ve Türkiye’nin batı ile ilişkilerini düzeltmesi gerektiğini açık olarak yazıyorlar.

Orta yolcu olanlar da var: “ABD ve Rusya Türk’ün dostu değildir” diyor, “Türk’ün Türk’ten başka dostu” yoktur tezine sarılıyorlar. Daha bağımsızlıkçı bir duruş gibi görülse de, ortaya bir sandık konsa, ABD tarafını seçeceklerinden kimsenin kuşkusu olmasın.

İdlib, tam bir turnusol kağıdı işlevi gördü. Siyaset keskinleştikçe renkler daha fazla beliriyor.

1980 öncesi Türkiye sosyalist hareketinin tartışmasına benziyor. Sovyetik olanlar, Sovyetlere sosyal-emperyalizm diyenler, bağımsız kalanlar vs. gibi. Bugün reel sosyalizm yok, bu açıdan Türkiye sosyalist hareketinde bu tartışma gündemden düştü.

Yeni tartışma Rusya’nın ya da Çin’in emperyalist olup olmadığı. Bunu başka bir yazının konusu olarak bırakıp geçmek gerek, ancak İdlib gündemi dolayısıyla elbette teğet dokunacağımız kimi yanları bulunuyor. Türkiye solunun geçmişten bugüne taşıdığı görüşler, elbette izler bırakıyor. Dün Sovyetler Birliği’ne zamanında sosyal-emperyalist tezini gündeme getirenlerin bugünün en hızlı Rusçusu haline dönüşmeleri ilginç. ‘İyi ya da kötü’ sosyalist bir yönetim, “sosyal-emperyalist” diye suçlanırken; bugün kapitalist Rusya stratejik müttefik mertebesine ulaştırılıyor.

Dünya emperyalist-kapitalist sistemi hiyerarşik-birleşik bir yapı teşkil ediyor. ABD, İngiltere, Almanya, Fransa gibi ülkeler birinci basamakta duruyor. Hemen arkasında, ikinci basamakta Rusya ve Çin’i saymak yersiz sayılmaz. Emperyalizm, aynı zamanda tekelci kapitalizmin son aşaması ise bugün Rus ekonomisinin bir dünya sistemi yarattığını söylemek mümkün değil. Yine aynı şekilde Çin’in bugün tek kalemde başat emperyalist bir ülke haline geldiğini söylemek de çok kolay değil.

Bizim merkeze koymamız gereken temel bakış ise devrimci dinamikler bağlamında ele alınmak durumundadır. Bütün bu ülkeler bazında analizin merkezine, uluslararası gelişmeler ele alınırken, devrim-karşı devrim cephesi ikilemi oturtulmalıdır.

Ortadoğu’daki gelişmelere bakıldığında ise…

Konumuz İdlib ise, meseleyi Türkiye sosyalist hareketinin bakış açısından bir nebze çıkararak, bugün AKP ve MHP tarafından savunulan ve yandaşlar tarafından propaganda edilen bazı temel noktaları açarak başlamamız gerekiyor. Başta belirttiğimiz gibi Amerikancılık genlerine işlemiş olanların Rus düşmanlığı anlaşılır; ancak Amerikancılık gibi büyük bir ‘günah’ın sahiplerinin ABD’ci kesilip Rus düşmanlığı sergilemelerini büyük bir çelişki ve “milli güvenlik” açısından ise korkunç bir dalalet olarak yazmak gerek.

Söylenenler öz itibariyle üç aşağı beş yukarı şudur: Hedef Türkiye’dir, İdlib’e Türk askerinin gönderilmesi ya da cihatçı teröre kalkan edilmesi, Türkiye’nin kuşatılma planlarına karşı verilen bir yanıttır.

“Mülteciler kapımıza dayandı, mülteci krizini çözmek istiyoruz” demenin manası yok. Türkiye zaten 3,5 milyon mülteciye kapılarını açmış. Hatta Avrupa kapılarını da açarak bu mülteci argümanını devre dışı bırakmıştır.

“Şam yönetiminin zulmünden kaçanları koruyoruz” demenin de bir yerden sonra anlamı yitiyor. Çünkü karşıtı El Kaide bozması HTŞ adlı örgütün egemenliğidir. Hangisi daha demokratiktir? “Rejim” mi HTŞ mi? Halkın çok büyük çoğunluğunun Suriye Devleti yönetimi altında yaşıyor olması ya da Şam yönetimini tercih etmesi de bu tezi tuz buz ediyor. Dikkat ediniz, İdlib’ten Türkiye’ye 1 milyon insan geliyor deniyor. Bu sözü önce ABD 750 bin diye vermişti, Erdoğan 900 bin diye artırmış, bir dönem Dışişleri Bakanlığı yapan Davutoğlu ise sanırız ağzından gerçeği kaçırarak 450 bin demişti… Sonra 1 milyon kişiye yuvarlandı. Fakat İdlib bölgesinde sayıları 60 bini bulan cihatçı terörist sayısı nedense hiç söylenmiyor. Hatta HTŞ liderinin dediği gibi “10 cephenin 8’inde biz varız, diğer iki yerde ise cephe savaşı verenler zayıf” derken, İdlib gerçeğini gözler önüne seriyordu. Ya da HTŞ bünyesinde Suriyeli olmayan güçler, örneğin Kafkas grupları, Uygur grupları nedense hiç ağza alınmıyor. Bu cihatçı grupları kim getirmişti, kim silah vermişti, kim bu paralı çetelere maaş veriyordu?

İdlib’de Türk askerinin varlığına gerekçe olarak İdilb’de terör var demenin de manası yok, çünkü İdlib’de terör örgütlerine dönük bir operasyon yapılmamaktadır. İdlib’de AKP ve MHP’ye göre düşman Şam yönetimidir! Ancak neden sorusunun yanıtı yoktur! Şam rejimi Türkiye’ye niye tehdittir? Bunun da yanıtı verilmemektedir.

Şimdi bu soruların yanıtlarını açarak devam edelim.

Irak’ın parçalanmasının müsebbibi işgalci ABD’dir. Irak’ın kuzeyinde uçuşa yasak bölge ilanı ile Irak’ta işbirlikçi Barzani, otonom bir yönetim kurmuştur. Hatta bağımsızlığını ilan etmek istemiş, ancak Irak’ın iç dinamikleri izin vermemiştir. ABD, şu an değil demiş, proje şimdilik rafa kalkmıştır.

Benzer bir biçimde Suriye’nin parçalanmasının başından beri planlayıcısı ABD emperyalizmidir. Fırat’ın doğusunda ABD’nin bulunmasının temel sebebi tek başına petrol değildir, aynı zamanda Suriye’nin parçalanmasında da siyasi hamiliktir.

Suriye’de savaşın ortakları bellidir. ABD, İsrail ve gerici Körfez Arap ülkeleri. Türkiye de buna önceleri dahil olmuştur. Rejim değişikliği iç dinamiklerle gerçekleşecek zannetmişlerdir, sivil ayaklanma girişimleri zorlanmıştır. Olmamıştır, sivil Cuma eylemleri bile çok başarısız geçmiştir. Sonra silahlı şeriatçı ayaklanma çıkartılmıştır. Dünyanın bütün ülkelerinden cihatçılar, istihbarat ağlarıyla, Suriye’ye yığılmıştır. Türkiye üzerinden Suriye’ye sokulan cihatçıların ödenekleri ise gerici Körfez ülkeleri tarafından sağlanmıştır.

Savaş uzun ve çetin sürmüştür. Esad yönetimi yıkılmamıştır. Mesele tek başına Rusya ve İran desteği değildir. Eğer bir halk desteği olmasıydı Esad’ın bu yıkım savaşında iktidarda kalması mümkün olamazdı. Önce bunun belirtilmesi lazım.

Şimdi bir başka önemli boyutu ise, emperyalizm açısından, İsrail’in güvenliğidir. Direniş Cephesi’nin Filistin ve Lübnan’da bitirilmesi hedeflenmiş, bu amaçla Suriye’de rejim değişikliği planlanmış, yıkımına girişilmiş, 10 yıl boyunca zayıflatılmıştır. Suriye’den sonra hedef İran olacaktı. Irak ve Suriye parçalanacak, İsrail üzerindeki “baskı” ortadan kaldırılacaktı. İşte cihat diye Suriye’ye koşan siyasal İslamcılar bu planın aleti oldular.

AKP iktidarı da.

Rusya ve İran’ın devreye girmesi, İran’ın nüfusunu artırması, Suriye’de teröre ve savaşa karşı direniş, bütün hesapları bozmuştur. Dikkat çekilmelidir ki, önce Sünni-Şii fay hattına oynadılar; olmayınca, Şiilik Yemen, Irak ve hatta Arabistan’da da etkili olunca, bu sefer Fars-Arap fayına oynamaya başladılar. Bizim yandaşların bir zamanlar nasıl İran düşmanı oldukları ayrıca hatırlanmalı. 15 Temmuz sonrası İrancı kesildiler. Sonra Amerikan düşmanı oldular. Şimdi Rus düşmanı ve Amerikancı oldular.

Tuhaftır, ABD tarafından yazılan RAND raporundan sonra her şey değişti gibi… Sonda söyleyeceğimizi başta söyleyelim. Türkiye sermaye iktidarının Amerikancı karakteri ağırlığını önümüzdeki günlerde daha da artıracaktır. Belki de FETÖ sonrası AKP-ulusalcı ittifak bitecektir. Gelişmeler neler gösterecek bakacağız.

15 Temmuz darbe girişimini ise Rusya ve İran’ın Erdoğan’a haber verdiklerini unutturmaya çalışıyorlar.

Şimdi gelelim İdlib vesilesiyle Suriye’de Rusya ve ABD’nin rolüne.

Sanki Suriye’de rejim değişikliğini Rusya istemiş, cihatçıları Rusya Suriye’ye taşımış, onlara silah ve para vermiş, Suriye’nin parçalanması için Rusya harekete geçmiş, Rusya başından beri Suriye’nin üçe bölünmesini planlamış ve istemiş, Türkiye’nin kuşatılması Rusya’nın hedefiymiş gibi anlatıyorlar. Tersinden, Suriye’de yıkım ve savaşın planlayıcısı, uygulayıcısı, destekçisi başından beri ABD emperyalizmi olmuştur. Kaldı ki Rusya, uzun süre sonra Suriye Devleti’nin talebi ile Suriye gündemine fiili olarak müdahil olmuştur.

Yani meselenin özünde, Suriye’de rejim değişikliğini, yıkımı ya da parçalanmasını Rusya değil ABD savunmaktadır; Rusya tersi bir misyonla oradadır.

Şimdi bugün İdlib gündemi dolayısıyla, hedef Türkiye’dir diyenler, “Suriye parçalanırsa ve orada bir Kürt devleti kurulursa bu bizim kuşatılmamış anlamına gelir ve bunun için güvenli bölge kurmak istiyoruz” demektedirler. Yani Suriye’nin ABD tarafından parçalanacağından emindirler ve bunun için önlem alıyoruz demektedirler.

Peki bölmek ve yıkmak isteyen kim? ABD. Suriye’nin birliğinden yana olan kim? Rusya. Türkiye’nin çıkarı bölünmüş Suriye’den mi yanadır yoksa birliğini sağlamış ve ABD’nin hedeflerini bozmuş bir Suriye’de midir? Bu soru net olarak yanıtlanmalıdır!

Kimse unutmamalıdır; ülkemiz Amerikancı bir darbe girişim gördü. 15 Temmuz darbe girişiminin arkasında ABD olduğunu herkes biliyor. Halk Bankası davası yine ABD sopası. Ekonomik yaptırımlar ABD tarafından gündeme getirildi. S-400’leri almayın diyen ABD. İran’a karşı savaşmak isteyen ABD. Türkiye’de gladio varsa, ipler ABD’nin elinde!

Bugün İdlib gündemine bakarken bu gelişmeler sanki hiç yokmuş gibi davranmak biraz tuhaf değil mi? Daha dün Erdoğan’ın “Hedef Türkiye’dir, Suriye’de işi bitenler namluyu Türkiye’ye çevirecektir” sözünden kim ne anlıyor?

15 Temmuz Amerikancı darbe girişiminin karşısında duran Rusya ve İran mı, bir süre sonra namluları Türkiye’ye çevirecektir? Nasıl ve kiminle?

Bütün bu yazılanlardan sonra, Türkiye “milli güvenliği” olarak öne sürülen bir noktanın daha açılması lazım. Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı operasyonlarına gerekçelerin en önemlisi Suriye’nin kuzeyinde kurulması olası bir ‘terör koridoru’ söylemidir. Bu söylem HTŞ’nin egemenliğinde bulunan İdlib olunca ayakları havada kalıyor, baştan aşağı geçersiz bir tez haline geliyor. HTŞ’nin batıdan-doğuya bir terör koridoru hedefi var da biz mi bilmiyoruz?

Öncelikle, Türkiye sermaye devleti açısından, Suriye Devleti ile imzalanan Adana Anlaşması, önemli bir kazanımdı. Bugün Suriye Devleti’ni tanımayıp, hem bu anlaşmanın zemini ortadan kaldırılıyor, hem de bu anlaşma gerekçe gösterilebiliyor. Tuhaf!

Bütün bu yazılanlardan sonra ABD mi Rusya mı düşman gibi bir ikilemi tartışmak yanlış bir çerçeve. Aslında AKP-MHP’nin İdlib siyaseti özünde Amerikancı bir siyasi yol haritasının adımlarından birisi gibi duruyor. ABD tarafından yazılan “Sezar Planı” okunursa, ne demek istediğimiz daha fazla anlaşılacaktır.

Türkiye sermaye devletinde 15 Temmuz darbe girişimi sonrası uykuya yatırılan ayrışmalar daha da derinleşecektir. AKP ve MHP, bir kez daha Türkiye’yi ABD saflarına ve NATO saflarına yerleştirmeye karar vermişlerdir. Rus düşmanlığının özünde yatan olguyu biraz da böyle okumak gerek.

Dün ABD tarafından hedef tahtasına oturtulanların, bugün ABD ve NATO’dan medet umar noktaya gelmeleri işte böylesi bir tercih ve sıkışmışlıkla ilgilidir.

Bir de rüzgar ekmiş, fırtına biçmişlerdir. Yanlış Suriye politikası AKP ve MHP’yi Suriye’de bataklığa sürüklemiştir. Şimdi bu bataklıktan nasıl çıkacaklarını bilememektedirler. Yüksek perdeden konuşanlar, tükürdüklerini yalayamıyorlar.