RÖPORTAJ | Eğitim İş Genel Başkanı Orhan Yıldırım: Öğrencinin bilgisayarı, tableti yok; uzaktan eğitim alamıyor

“Eğitim üzerinden, çocuklar üzerinden yapılan vicdansızca bir soygun var”

RÖPORTAJ | Eğitim İş Genel Başkanı Orhan Yıldırım: Öğrencinin bilgisayarı, tableti yok; uzaktan eğitim alamıyor

Salgınla beraber sağlıktan sonra en çok konuşulan başlıklardan biri olan eğitimde çalkantılar sürüyor. Milli Eğitim Bakanlığı’nın her gün değişen politikası ve piyasacı anlayışı eğitimde eşitsizliği arttırıyor. Bununla beraber, eğitimcilerin üzerindeki yük de artarken, geçtiğimiz günlerde Eğitim-İş Sendikasının hazırladığı anket eğitimciler üzerindeki baskının nedenli büyük olduğunu gösterdi. Eğitim-İş Sendikasının her yıl öğretmenlerle yaptığı ve basınla paylaştığı anketin sonuçları üzerine sendika genel başkanı Orhan Yıldırım’la görüştük.

Manifesto: Sendikanızın bu yıl yaptığı anketin sonuçlarını incelediğimizde öğretmenlerin büyük çoğunluğunun ekonomik sıkıntı yaşadığını görüyoruz. Bunun yanında diğer önemli bir veri ise öğretmenlerin %43 gibi büyük bir çoğunluğu ‘daha iyi bir iş bulursa öğretmenliği bırakabileceğini’ söylüyor.

Orhan Yıldırım: Özellikle AKP iktidarı döneminde bu daha da yoğunlaştı ama ekonomik olarak toplum içerisindeki sosyal yaşam düzeyinde, kendisi gibi yaşayan kişilerin içerisinde, öğretmen artık çok daha alt düzey bir maaş aldığını görüyor. Hem eğitim seviyesine, hem de meslek statüsü olarak baktığımızda, ki çok değerli bir meslekte faaliyetini sürdürüyor, kendisinin hak ettiği rakamları alamadığını düşünüyor. Parasal açıdan bakış bu şekilde.

Ancak, geçmişte parasal açıdan kendisinin ezildiğini, haksızlığa uğradığını, dolayısıyla mesleğe karşı daha iyi bir meslek olsa giderim diyen kitle şimdi sadece parasal azlık sebebiyle bunu düşünmüyor. Düşündüğü şeyler arasında mesleğinin kendisinde yarattığı memnuniyet, toplumun kendisine bakışı ve mesleğini yürütürken okul idaresinin ve Milli Eğitim’in çıkartmış olduğu yeni yönetmeliklerle kendisine davranışı nedeniyle mesleğinden de rahatsız olmaya başladı. En önemli sebep budur. Ekonomik sıkıntı zaten vardı ama öğretmene ‘başka mesleğe geçer misin?’ diye sorulduğunda ‘ sıkıntılarım var ama mesleğimi seviyorum. Bu mesleği bırakmam’ şeklinde bir düşüncesi vardı. Ama üzerine bu sorunlar da eklenince ‘bir başka mesleğe rahatlıkla geçerim’ cevabı verebilmektedir. Çünkü artık meslek de tatmin etmemeye başladı.

“EĞİTİMCİNİN DEĞERSİZLEŞMESİ İKTİDARIN EĞİTİME BAKIŞIYLA İLGİLİ”

Uygulanan politikalar sonucunda meslek de saygınlığını yitirmeye ve sıradan bir meslek algısına dönüşmeye başladı. Bunda asıl etken ülkeyi yöneten iktidarların eğitime bakış açısıyla ilgili. AKP iktidarı, eğitimin daha nitelikli, daha çağdaş, daha bilimsel bir boyutta sürdürülmesini; iyi eğitimli insanların toplumda iyi yerlere gelmesiyle ilgili yaklaşımı tamamen ters yüz etmiş durumda.

Milli Eğitim Bakanlığının bürokratik kadrolarına baktığımızda, o koltuklara atanan bir çok kişinin o koltuklar için ne tecrübe olarak, ne de bilgi ve donanım olarak yeterli olmadıklarını ve bulundukları konuma ait olamadıkları gerçekliği var. Liyakatla değil, yandaşlıkla atanmış bir kadrolaşma sorunu var. Bu da öğretmenlerin, mesleğinde ileriye yönelik beklentisi olanların tüm beklentisini yok ettiği gibi, kendisinin üstünde olan ama kendisinden niteliksiz, donanımsız kişiler tarafından yönetilme hissi insanları mutsuz ediyor. Bu niteliksiz kadrolar da yöneticilikten aldığı gücü çalışanlara ‘ayar verme’ yani mobbing olarak kullanıyor. Bunu kullanırken de kendisini atayan siyasal anlayıştan güç alarak yapıyor.

Siyasal iktidarın popülist politikaları sonucunda oluşan ‘doktoru dövebilirsiniz, öğretmeni dövebilirsiniz’ mantığı okullarda velilere ve öğrencilere yansımış durumda. Bunun sonucunda öğrencinin öğretmene karşı olan olumsuz davranışları, bırakın ceza- disiplin süreçlerini, ‘ayıp, yanlış’ kavramlarıyla bile karşılığını bulmuyor. Üstüne öğretmen suçlanıyor.

“BİLİNMEZLİK ORTAMI ÖĞRETMENLERİ YETERSİZLİK HİSSİNE SÜRÜKLÜYOR”

Eğitim sürecinde ise ne veli, ne okul idaresi üzerine alması gereken sorumluluğu üzerine almayıp tüm sorumluluğu öğretmene yükleyerek; Milli Eğitim Bakanlığı ise sürekli yaptığı müfredat değişiklikleriyle öğretmenin rolünü by-pass etmesinin getirdiği sonuçları öğretmenin yükünü ve sorumluluğunu artırıyor.

Pandemi koşullarıyla birlikte süreç tamamen karmaşık hale geldi. Tüm öğretmenlerin eğitimini almış olduğu yol ve yöntem yüz yüze eğitim şeklindeydi ve çocuk psikolojisi üzerinden çocuklara davranış gelişimini ve kazanımını nasıl vereceği üzerinedir.

Şu an, ne öğrencinin, ne öğretmenin, ne velinin hazır olduğu; ne de uzaktan yapılacak eğitim-öğretim sürecinde teknolojik imkanların ne öğretmende, ne de veli ve öğrenci de olduğu bir ortamın içindeyiz.

Teknik eksiklik, teknolojik yetersizlik, öğrenci ve öğretmenin hazır bulunuşluk bakımından bu kadar eksik olduğu bir sürecin tüm sorumluluğu yine öğretmene yüklenmiş durumda. Tüm bu eksikliklerin ve aksaklıkların sonucunda da öğretmen kendini yetersiz hissetmeye başlıyor.

Yıllarca mesleğini başarıyla yürüten öğretmenler için, hiç bilmedikleri bu ortamın yarattığı yetersizlik hissi çok üzücü. Bunun sonucunda bir çok tecrübeli öğretmen, emeklilik koşullarını sağlamışsa, emekli olmayı tercih ediyor. Yılların birikimi olan tecrübeler meslekten ayrılıyor.

“ÖĞRENCİNİN BİLGİSAYARI, TABLETİ YOK; NASIL DEĞERLENDİRME YAPACAKSINIZ Kİ?”

Manifesto: Okulların açık olduğu dönemde okulun hijyeninden, çocukların takibine kadar sorumluluk öğretmene yüklendi. Uzaktan eğitim sürecinde ise eğitimin tüm yükü öğretmene yüklenmiş. İktidar kendi sorumluluğunu öğretmene yıkmıştır ve tüm sorunlarla öğretmeni muhatap kılmıştır diyebilir miyiz?

Orhan Yıldırım: Sorunlarla da öğretmen karşı karşıya… Derse katılmayan öğrenciyle ilgili devlet üzerine sorumluluk almıyor. Devlet öğrencinin katılmama nedenlerini tespit etme, katılması yönünde bir önlem almıyor. Yapılabilirse göstermelik bir sınav yapılacak, kimsenin sınıfta kalmasına da müsaade edilmeyecek, çünkü bu durumda sınıfta kalması da öğrenciye haksızlık olur. Öğrencinin bilgisayarı, tableti yok; uzaktan eğitim alamıyor. Nasıl değerlendirmeye alacaksınız bu çocuğu?

Manifesto: Milli Eğitim Bakanlığı, pandemi sürecinin yönetilmesinde özel okulların müşteri kaybetmemesine, ticari faaliyetlerini yürütebilmesine odaklandı. Okulların açılması kararının bile bu nedenle alındığı algısı güçlü. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

“MEB İYİ BİR SINAV VEREMEDİ”

Orhan Yıldırım: Bir kaç somut olay bu düşüncenin algı olmaktan çıkıp, gerçek olduğunu önümüze koyuyor. Mart ayında okullar kapandığında özel okullar da kapandı. Veliler ülke şartlarına göre çok ciddi rakamlar ödeyerek çocuklarını özel okullara kaydettiriyor. Ancak pandemi sürecinde ödedikleri ücretin karşılığını alamadı. Servis ücreti vermişsiniz, servis hizmeti alamıyorsunuz. Yemek ccreti vermişsiniz, yemek alamıyorsunuz. Dolayısıyla burada servis, yemek gibi ücretlerin öncelikle ödenmesi gerekirdi. Ancak, ne yazık ki, bakanlık bu işe girmedi. Girmemesinde iki sebep var. Birincisi, bakan kendisi özel okul patronu ve ikincisi, Milli Eğitim Bakanlığının, Türkiye’de özel okullaşma oranını artırmak temel amacı.

Bunların ikisi birleşince Milli Eğitim Bakanlığı iyi bir sınav veremedi.

Yeni dönem başladığında ise, devlet okulları kademeli şekilde eğitim öğretime başlarken, özel okullar tüm kademelerde yüz yüze eğitime geçti. Veliler, çocuklarının eğitimleri aksamasın diye özel okullara yöneldi. Bu sayede, vatandaş eliyle yine özel okullar kurtarılmış oldu. İnsanlar maaşlarından özel okullara kaynak aktararak özel okulların batmasını engellemiş oldu. Şimdi tekrar uzaktan eğitime geçilmesiyle beraber geçen yıl için eleştirdiğimiz konular yine gündeme geldi.

“EŞİT, BİLİMSEL VE PARASIZ EĞİTİM HERKESİN HAKKI”

Okulların yüz yüze eğitime kapanması kararından sonra Milli Eğitim Bakanlığı yeni bir karar alarak özel okullardan devlet okullarına nakil geçişlerini durdurdu. Bu her şeyden önce yasaya aykırı bir karar. Çünkü devlet, tüm eğitim çağındaki çocuklara ücretsiz eğitim vermekle sorumludur. Bu yasaya aykırı kararı yine özel okulları kurtarmak adına alıyor. Bu karar, ülkeyi yönetenlerin halktan mı, sermayeden mi yana olduğunu gösteren kötü örneklerden bir tanesi.

Burada açık bir soygun var. Eğitim üzerinden, çocuklar üzerinden yapılan vicdansızca bir soygun var. Kapitalizmin, kamusal eğitimin geriye bırakıldığında ne olabileceğinin en kötü örneklerini yaşıyoruz. Ne yazık ki Milli Eğitim Bakanlığı da buna aracılık ediyor. Eğitim-İş Sendikası olarak biz, bu uygulamalar karşısındaki tutumumuzu hem söylem olarak, hem eylem olarak koyuyoruz ve kamuoyunu bilgilendirme çalışmalarına da devam ediyoruz. Çünkü Türkiye’deki her çocuğumuz eşit, erişilebilir, çağdaş, bilimsel, laik, parasız eğitim alabilme hakkını kullanabilmelidir.

“EĞİTİMİN TİCARİ BOYUTU OLMAMALI”

Manifesto: Hükümet, özel okulları vatandaş eliyle kurtarırken özel okul öğretmenleri düşünülmüyor. Bu süreçte birçok özel okul öğretmeni işsiz kaldı ya da esnek çalışma ödeneği adı altındaki bin lirayla hayatını sürdürmeye çalışıyor. Bu konuda sendikanız ne düşünüyor?

Orhan Yıldırım: Bu ne yazık ki Eğitim-iş sendikası olarak bizlerin de kanayan yarası. Bizler devlette, diğer çalışanlara göre düşük maaş alıyoruz ancak ataması yapılmamış yüz binlerce öğretmen ve özel okulların sahiplerinin insafına terk edilmiş durumda. Çok sayıda öğretmenin olması özel okul sahipleri tarafından hunharca kullanılıyor ve 50-60 saat haftalık çalışma saatleri, hafta sonu tatillerinin bile gasp edilmesi karşılığında asgari ücretle (o da alabilirse) ücretli köle olarak çalıştırılıyor. Bunu devlet de biliyor, bakanlık da biliyor. Bununla ilgili yasa çıkartılamaz mı? Çıkarılabilir ama özel okul sahiplerini korumak için çıkarılmıyor.

Özel okul sahipleri, vatandaştan 30-40bin liraları alırken, kendi çalıştırdığı öğretmene asgari ücret vererek, bir öğrenciden aldığı ücretle, öğretmeni bir yıl çalıştırabiliyor. Bu da ortaya çok ciddi bir rant alanı çıkarıyor. Bu rantı gören, eğitimle uzaktan yakından alakası olmayan para sahiplerinin özel okul açmasına sebep oluyor.

Biz eğitimin ticari boyutu olmaması gerektiğini söylüyoruz. Kar amacıyla eğitim faaliyeti söz konusu olamaz. Ancak, ne yazık ki, bakanlık bunun önünü açıyor. Devlet okullarında tüm öğretmenleri kadrolu çalıştırması gerekirken sözleşmeli, ücretli öğretmen çalıştırarak özel okullara örnek gösteriyor. Ücretli öğretmen devlette asgari ücretin altında, 1500-2000 lira ücret alıyor. Yani devlet bile kendi okulunda bu ücretlere öğretmen çalıştırıyorsa tabi ki özel okul sahipleri bunun kat kat fazlasını yapar. Devlet olarak sen taşeron sistemini kendi okulunda uygularsan, özel okul sahipleri neden uygulamasın?

“İŞSİZ SAYISI, EVİNE EKMEK GÖTÜREMEYEN SAYISI DÜŞÜNÜLDÜĞÜNDE ÜLKEYİ YÖNETEMEDİKLERİ ORTADA”

Manifesto: Eğitimde patronlar mutlu, bürokratlar mutlu ancak eğitimin yükünü taşıyan öğretmenler mutsuz. Bakan öğretmen maaşlarından kaynaklı eğitime yatırım yapılamadığını söylüyor. Özel okul patronları öğretmenlerin yatmaya alıştığını söylüyor. Burada öğretmenlerin örgütsüzlüğünden mi güç alıyorlar?

Orhan Yıldırım: Aslında öğretmenler örgütsüz değil. Şu anda çalışanlar arasında en yüksek örgütlülüğün olduğu kesimlerden biri. %70-75’lik bir örgütlülük var. Sorun örgütlü olanların, örgütlülüğünü olması gerektiği gibi kullanmamasından kaynaklı. Şu anda yetkili olan, hükümetle beraber yürüyen sendika eğitim alanındaki mücadelenin önünü tıkamaktadır. Hükümete yakınlığını tayin, torpil, idareci ataması gibi konularda kullanan bir yetkili sendika var. Devletteki eğitim çalışanlarının yarısı böyle bir sendikaya üye.

Ancak süreç artık eskisi gibi işlemiyor. Bu sendika da bu yılı üye 7-8 bin eksi üye sayısıyla kapattı. Eğitim çalışanı kendisine yanlış yapanları görüyor.

Eğitim-İş olarak burada yol alıyoruz. Ancak bizim de hem sayısal gücümüz, hem masada oturmuyor oluşumuz, hem de pandemi süreci önümüze kimi zorluklar çıkarıyor. Özellikle pandemi süreci eylemsiz bıraktı. Bir taraftan pandemi süreci büyük eylemleri engellerken bir taraftan hükümetin yasakları da bunu körüklüyor. Biz buna rağmen alanı canlı tutmaya çalışıyoruz.

Görüyorsunuz, demokratik haklarını kullanan maden işçileri şiddet kullanarak engellenmeye çalışılıyor. Bu, AKP iktidarının, yaşanan olumsuzlukların kendisini tehlikeye soktuğunu gördüğünü gösteriyor. Korkuyorlar. Korkmakta da haklılar. 83milyonluk ülkede işsiz sayısı, haksızlığa uğrayanların sayısı, evine ekmek götüremeyenlerin sayısı düşünüldüğünde ülkeyi yönetemedikleri ortada.