RÖPORTAJ | Eğitim emekçisi 24 Kasım’da endişeli: Paralı eğitim fiyasko, salgın süreci kötü yönetildi

Fakir Baykurt’un “Öğretmen boyun eğmez, ders verir” dizelerinde ifade ettiği öğretmen kimliğinin paramparça edildiği günümüzde, eğitim emekçileri bir 24 Kasım’a daha endişeli giriyor.

RÖPORTAJ | Eğitim emekçisi 24 Kasım’da endişeli: Paralı eğitim fiyasko, salgın süreci kötü yönetildi

12 Eylül sonrasında “yaratılan” bir gün olan “24 Kasım öğretmenler günü” evrensel olarak kabul edilmiyor, ancak Türkiye’de yaygın olarak bugün “öğretmenle” özdeşleşmiş durumda. Fakir Baykurt’un “Öğretmen boyun eğmez, ders verir” dizelerinde ifade ettiği öğretmen kimliğinin paramparça edildiği günümüzde, eğitim emekçileri bir 24 Kasım’a daha endişeli giriyor.

Yıldan yıla öğretmen kimliğinin paramparça edildiği, sözleşmeli/kadrolu, özel/kamu şeklinde bölündüğü, piyasacı uygulamalarla öğretmen-veli ikiliğinin yaratıldığı günümüzde, “Öğretmenler Günü’nü” eğitim emekçilerine sorduk. Öğretmenlik görevini yürüttükleri için eğitim emekçilerinin isimlerini paylaşmıyoruz, kamuda öğretmenlik yapan A. ve T. ile özel bir kurumda öğretmenlik yapan E. ile yaptığımız söyleşiyi paylaşıyoruz.

“Parası olan eğitimi aldı, parası olmayan eğitimin dışında kaldı”

Manifesto: Pandemi sürecinde MEB bir sürü karar alıp bozdu. Bu kararların doğru kararlar ve adımlar olduğunu düşünüyor musunuz? Atılan bu adımlar neticesinde gerek veliler, gerek öğrenciler, gerekse eğitim emekçileri verimli eğitim-öğretim süreci sürdürebildiler mi?

A.: Şubat ve Mart ayı başlarında bu salgının tüm dünyayı etkileyeceği belliydi. Bakanlık bunun planlamasını en geç mart ayı başında belirlemeli ve kafa karışıklığı yaratmamak adına fazla değiştirmeden uygulamaya koymalıydı. EBA aslında iyi organize edilirse iyi bir platform, ama bu kadar öğrencinin -15-16 milyon öğrenciden bahsediliyor- girdiğinde tıkanma olacağı belliydi. Bunun altyapısı çok önceden geliştirilmiş olmalıydı. Hatta 2020-2021 eğitim-öğretim yılına başlarken bile hala benzer altyapı problemleri devam ettiğini gördük. Sosyoekonomik düzey düştükçe sorunların arttığını gördük. Bunlar yüz yüze eğitimde de vardı, ama bu süreçte iyice arttı. Çoğu köyde internet yok, GSM bile doğru düzgün çekmiyor nasıl uzaktan eğitim yapılacak. Veliler ve öğrenciler bir belirsizlik içindedir.

T.: Düşünmüyorum. Paralı eğitimin nasıl bir fiyasko olduğu ortaya çıktı. Evinde internet bağlantısı olan akıllı telefonu olan öğrenciler uzaktan eğitimden faydalanabildi. Diğerleri faydalanamadı. Parası olan veliler çocukları dershaneye gönderdi. Yoksul öğrenciler okul kurslarından faydalanmak istedi ama bu kurslar uzaktan da verilebileceği halde son kararla birlikte öğretmenlere daha az ödeme yapmak için durduruldu. Bunun sonucunda öğrenciler ve öğretmenler mağdur oldu.

“Türkiye’de alınan kararlar 3-5 kişi bir araya gelinerek alınıyor”

E.: İlk olarak kararların nasıl alındığına bakmak gerek diye düşünüyorum. Türkiye’de genel olarak eksikliğin karar alma mekanizmalarının kendiliğinden oluşu. Çünkü 3-5 kişi bir araya gelelim ve ülkenin geleceği ile ilgili karar alalım diye düşünüp 2 saatlik bir toplantıda akıllarına gelen bir kısım şeyi not alıp halka açıklamak gibi bir tutum söz konusu.

Kararların alınan doğrultuda olma sebebi ise ekonomik zorunluluklar. Ayrıca devlet okullarında, özellikle öğrenci tarafında var olan maddi yetersizlikler de çevrimiçi süreç için en büyük problemi teşkil ediyor (evde internet, tablet, dizüstü bilgisayarı ya da bilgisayar olmaması gibi) Yani aslında çevrimiçi süreç bir kısım çocuğun eğitim alabilmesi ve de imkânı olmayanların ise eğitim alamaması demek.

Sürdürebilirlik açısından özel bir kurumda çalıştığım için en yüksek verimi vermek zorunda idik ama ne kadar sürdülebildiği tartışılabilir.

“Yüz yüze eğitim fiyaskoydu”

Manifesto: Pandemi sürecinde yüz yüze ve çevrimiçi eğitim sürecinde ne gibi zorluklarla karşılaştınız? Bu zorlukları aşmak için neler yaptınız?

A.: Öğrenciler ve öğretmenler, veliler başlangıçta ne yapacağını bilemez haldeydi. Öğretmenler kısa sürede duruma uyum sağladı, öğrencileri motive etmeye çalıştı. Ancak fırsat eşitsizliği cihaz, internet bağlantı sorunları gibi nedenlerle yeterli katılım sağlanamadı. EBA üzerinde geçerli çok düşük verili internet paketleri verildi ama çare olmadı. Bu internet paketiyle sanıyorum 10 civarında ders izleyebilirsiniz buda 2-3 günde bitecektir. Kaldı ki bakanlık bunu zikretmese de derslerin Zoom ve benzeri programlar üzerinden yapıldığını ve hediye internetin buralarda geçerli olmadığını biliyoruz. Öğretmenler ve veliler de de cihaz sorunları yaşayanlar oldu özellikle birkaç öğrencisi olan veliler, kendisi ders yapan öğretmen ailelerde 4-5 cihaza ihtiyaç oldu bu ciddi külfet oldu tüm kesimler için. Bir şekilde cihaz problemi olanlara destek olmaya çalıştık (kullanılmayan telefon/tablet vb) ama bir yere kadar. Ara tatil sonrası derslerin nasıl devam edeceği (program vb) bile net bir şekilde planlanmış değil.

T: Yüz yüze eğitim tam bir fiyasko oldu çünkü normalde 160 dakika olması gereken ders 60 dakikaya düşürüldü. Ders verimliliği bu durumdan dolayı çok düşük oldu. Zaten çevrimiçi eğitim ondan beter çünkü internet imkanı olmayan bir sürü öğrenci var bu durumla ilgili Ben bir şey yapamadım Çünkü bu toplumsal bir mesele.

“Hem sabah, hem akşam çalıştık”

E.: Yüz yüze eğitime geçilecek dendiği an tabi ki en büyük sıkıntı öğrencilerin hepsinin okula gelmeyecek oluşu idi. Bir sınıf okula geldiğinde hem yüz yüze dersiniz olurken, evde kalanlar için de online ders vermemiz gerekiyordu. Üç farklı programı idare etmek dersleri ona göre ayarlamak ve en yüksek verimi almak gerekiyordu. Bunu çözmek için de ders planlamaları okul dışında tüm zamanımızı tüketiyordu. Yani hem sabah hem akşam çalışmak zorunda kaldık.

“Bakanlık cesur olamadı”

Manifesto: Bu dönemde bir de Milli Eğitim Bakanı’nın öğretmen maaşlarının devlete yük olduğunu iddia etti. Özel Okullar Birliği Başkanı eğitim patronu da “eğitim emekçilerinin yatarak” maaş olmaya alıştığını iddia etti. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

A.: Çok talihsiz açıklamalar, sonuçta özel eğitim kurumu sahibi de olsanız sizin kurumunuz öğretmenler sayesinde var. Milli eğitim bakanı bunu derse bir tüccar olan patronun bunu demesi çok normalleşiyor. Çoğu özel eğitim çalışanının çok az maaşlara çalıştığı, ek ders, eğitim ödeneğinin bırakın verilmeyi, gündeme bile getirilmediğini biliyoruz. Çoğu resmi tatillerde çalışan (etüt, deneme sınavı gibi adlar altında) devletin verdiği 1000 TL’ye reva görülen bu ücretle izne çıkarılırken de internetten ders yapması istenen insanlar bunlar. Kısacası çalışıyoruz ve yatarak filan para kazanmıyoruz. Birçok eğitim emekçisi vefa destek gruplarında çağrı yanıtladı, maaş götürdü kendi işleri dışında da işler yaptı. Kısa bir sürede bir sosyal medya mesajıyla gruplara katıldı ve hiçbir çıkar gözetmeden yaptılar bunları.

E: Kendisi cesur olamayıp bütçedeki en büyük yükün öğretmenlerin maaşı olduğunu söyledi. Aslında söylemesi gereken şey eğitime ayrılan bütçenin hükümet kanalı ile arttırılması gerekliliği olmalıydı.

“Paralı bir eğitim anlayışta öğretmen olmaktan şikâyetçiyim”

Manifesto: Devlet okullarının pandemiden dolayı kapalı olmasına (çevrimiçi eğitime geçmesine) rağmen özel okulların eğitim-öğretim faaliyetlerine devam etmesi konusunda neler düşünüyorsunuz?

A.: Bu süreç eğitimde lafta kalan fırsat eşitliği söyleminin, ne kadar havada kaldığını gösteriyor aslında. Çoğu üst düzey MEB yetkilisinin çocuklarının özel okullarda olduğunu biliyoruz. Özel okullar kısıtlı çalışanları ve olanakları ile organize olabiliyorken bir milyon civarında eğitimli çalışanı ve devlet desteği ile bunu nasıl sağlayamıyor merak ediyorum doğrusu.

T: Tamamen piyasacı paralı eğitimin ülkeye hüküm sürdüğünü gösteren bir uygulama. Bu durumu şiddetle kınıyorum. Bu sistemde aslında öğretmen olmaktan da şikâyetçiyim eğitim kesinlikle paralı olmamalı.

E.: Tabi burada yine olay denetim mekanizması. Herkesin bildiği üzere Türkiye’de kararlar alınır ama genelde denetlenmez. Aslında olması gereken, eğitim kurumlarının şartlara ve kurallara riayet etmesi fakat ekonomik baskılardan dolayı özel kurumların bir kısmının bunlara riayet etmediğini söyleyebilirim.

“Her şeye rağmen biz umutlu olmak zorundayız”

Manifesto: Eğitimde bu kadar sorun varken 24 Kasım sizin için ne ifade ediyor?

A.: 24 Kasım benim için lafta kalan bir şey, giderek de anlamını yitiriyor. Kuru kuru mesajlar, gerçekte indirim bile olmayan birkaç kampanya mesajına indirgenmiş durumda çoğu öğretmenin umurunda bile değil inanın. Ama yine de bu meslek içsel motivasyonlarla yapılan meslek ve biz sınıflarımızda mutluyuz. Öğrencilerimizin gülen gözleri, yüzleridir işini iyi yapan, bir yüreğe dokunabilen öğretmenler için. Her şeye rağmen biz umutlu olmak zorundayız çünkü öğrencilerimize ve ailelerine umudu biz verebiliriz. Tüm eğitim emekçilerine sınıflarında öğrencileriyle umutlu, mutlu günler dilerim. Öğretmenler günümüz(!) kutlu olsun.

E.: 24 Kasım tabi ki bizim günümüz ama pek tadı olacağını düşünmüyorum.

T.: Zaten 24 Kasım evrensel bir gün değil, milliyetçi temelli sonradan çıkartılmış bir gün. Eğitimin paralı olduğu milyonlarca çocuğun nitelikli eğitimden mahrum kaldığı bir ülkede 24 Kasım ya da başka bir gün benim için hiçbir şey ifade etmiyor sadece beni öfkelendiriyor.