RÖPORTAJ | “Bir Gün Mutlaka Delireceğim”

Sosyalist Kültür ekibi olarak sevgili Ruhşen Doğan Nar ile yeni kitabı hakkında bir sohbet gerçekleştirdik.

RÖPORTAJ | “Bir Gün Mutlaka Delireceğim”

Kendisini daha çok yazdığı bilim-kurgu öyküleri ile tanıdığımız yazar Ruhşen Doğan Nar’ın, “Bir Gün Mutlaka Delireceğim” adlı kitabı raflarda yerini aldı. KDY yayınlarından çıkan kitap okuyucusuyla buluşur buluşmaz ilgi ve beğeni topladı. On altı öyküden oluşan kitapta hem durum hem olay öykücülüğü çok güzel aktarılmış.

Sosyalist Kültür ekibi olarak sevgili Ruhşen Doğan Nar ile yeni kitabı hakkında bir sohbet gerçekleştirdik.

(Röportaj: Ali Akif ECE)

Ali Akif Ece: “İçimdeki Robot” kitabından sonra ikinci öykü kitabınız “Bir Gün Mutlaka Delireceğim” yayımlandı. Kitabın son dönem okuduğum öykü kitapları arasında yeri olduğunu açıkça söylemeliyim. İlk yazma süreciniz nasıldı ve sizi bu kitabı yazmaya iten şey neydi?

Ruhşen Doğan Nar: Çok teşekkür ederim. Beğenmene sevindim. Bu kitap da tıpkı “İçimdeki Robot” gibi, süreç içerisinde yazmış olduğum öykülerden oluşuyor. Öyküleri bir kitap olsun diye yazmaktan ziyade, yazmış olduğum öyküler arasında seçimler yaparak kitabı hazırladım. Bu kitabı yazmaya iten şey ise insanı yazmaya yönlendiren itkinin ta kendisi.

A.A.E.: Kitabın kapağı oldukça dikkat çekici…

R.D: Kitabın kapağındaki resim, Norveçli ünlü ressam Edvard Munch’a ait. Çok iyi bilinen “Çığlık” resmini de yapan Munch’un 19. yüzyılın sonunda çizdiği otoportrelerinden biri. Erhan Karaman’ın tasarımıyla resmin, kitaba çok yakıştığını düşünüyorum.

A.A.E.: Edebiyat ve fanzin çevrelerinde bilimkurgu yazarı olarak tanınıyorsunuz ama bu kitabınızda daha toplumcu öykülerle karşılaştık. Neden böyle bir değişikliğe gittiniz?

R.D: Evet, “Bir Gün Mutlaka Delireceğim” kitabını yayımlatarak, sadece bilimkurgu yazmadığımı göstermek istedim. Çoğunlukla bilimkurgu yazsam da, toplumcu ve kara mizah öyküleri de kaleme alıyorum. Bu yönümü de kaybetmek, bir kenara bırakmak niyetinde değilim.

A.A.E.: Hocam siz kamuda çalışan bir öğretmensiniz aynı zamanda. Fakat öykülerinizde toplumsal ölçekli tüm sorunlara değinmişsiniz; sansür, bürokrasi, dilin yozlaşması, öğrenci gençliğin durumu, işçi sınıfının durumuna kadar. İktidarın tüm baskı ve zor politikalarına rağmen bunları yazmaktan tedirgin olmuyor musunuz?

R.D: Hayır, tedirgin olmuyorum. Çünkü yazdıklarımın bir suç teşkil ettiğini düşünmüyorum. Doğru bildiklerimi yazıyorum ve bu açıdan, içim gayet rahat. Öykülerimi pek önemseyeceklerini de düşünmüyorum doğrusunu söylemek gerekirse.

A.A.E.: “Aynen Aynen Operasyonu” öykünüzde dilin nasıl yozlaştığını mizahi bir dil ve kurguyla anlatmışsınız. Bu hikaye nasıl ortaya çıktı?

R.D: Kayıp Rıhtım internet sitesi her yıl özel öykü seçkileri hazırlıyor. Sağ olsunlar, benden de mutlaka öykü istiyorlar. Her seçkinin bir konusu, teması oluyor. 2017’deki konumuz, Oğuz Atay’ın ‘Korkuyu Beklerken’ öyküsünde geçen Ubor Metenga’ydı. Bu konu üzerinde kafa yorarken, aklıma insanların diline yeni kelimeleri, kalıpları pelesenk eden bir Ubor Metenga örgütü fikri geldi. Bu fikirle öyküyü kaleme aldım.

A.A.E.: Benim bu kitapta en hoşuma giden hikaye “Gökten Gelen Mucize” öyküsü oldu. Bu öyküde kafasına uzay aracı kapsülü düşen işçinin başına gelenleri anlatmışsınız. Bir Deus ex machina edası sezdim. Sizce işçi sınıfının kurtuluşu uzaydan düşen kapsülle mi gerçekleşir?

R.D: Evet, planlayarak yapmasam da tekrar okuyunca öyküde uzay aracının tam bir Deus ex machina örneği olduğunu fark ettim. İşçi sınıfının kurtuluşu, uzaydan gelmeyecek; işçi sınıfının kurtuluşu kendisine bağlı. Nazım Hikmet’in dizeleri aklıma geliyor:

“sürülmüş toprağın ve şehirlerin bahtı bir şafak vakti değişmiş olur, bir şafak vakti karanlığın kenarından onlar ağır ellerini toprağa basıp doğruldukları zaman.”

A.A.E.: Mizah anlayışınız çok orijinal buldum. Özellikle “Taşerona Hayır” hikayenizin bu konuda altı çizilmeli. Neden bu mizah türünü seçtiniz?

R.D: Bunun sebebi belki de, öğrenciyken çok sıkı bir mizah dergileri okuru olmam olabilir. Lemanyak, Lombak, Kemik, Leman, Penguen, Uykusuz… Hatta bir zamanlar karikatürist olma hayalim vardı. Ama çizim yeteneğim hiç yoktur. Gündelik hayatta çok eğlenceli, çok komik bir insan olduğum söylenemez; ancak ne yazarsam yazayım, mutlaka mizah siniyor yazdıklarıma. İyi de oluyor!

A.A.E.: Önümüzdeki dönemler için projeleriniz neler, okurları neler bekliyor?

R.D: Karantina sürecinde bir çocuk romanı yazdım. Hayvanat bahçelerini ve hayvanların oradaki tutsaklığını dert edinen bir hikâyesi var. Yayımlanan bir sonraki kitabımın o olmasını istiyorum. Bakalım, günler ne gösterecek!