Zafer Günü vesilesiyle bir kez daha Stalin...

Zafer Günü vesilesiyle bir kez daha Stalin...

10-05-2020 08:55

Kapitalizm kaybetmemek için savaşı devam ettirmek zorundadır ve burada hedef tahtasına ilk Stalin oturtulur. Bilmektedirler ki, Stalin yıpratılırsa sosyalizm de yıpratılabilir ya da sosyalizm ancak Stalin yıpratılırsa yıpratılır!

Orhan Deniz

Soğuk Savaş’ın nasıl bir şey olduğunu, nasıl yürütüldüğünü gösteren en iyi metinlerden biri İlya Ehrenburg’un Dipten Gelen Dalga kitabıdır. Kitabın hemen başlarında barış ve insan hakları savunucusu Fransız profesör Dumas’ın ABD’ye gelişine karşı ABD’li anti-komünistlerin yürüttükleri operasyon anlatılır. Operasyonun en önemli halkalarından birini Bill Coster isimli bir gazeteci oluşturmaktadır. Coster’in işi profesör Dumas’ya karşı bir kara propaganda yürütmektir. Ehrenburg, Coster’in bu işe başlamasını şöyle anlatır kitapta:

“Sonra kızla birlikte yukarı çıktı; yarım saat sonra da  incecik birkaç kağıdı Nivelle’e savurdu. Makalenin adı ‘Şehvet Düşkünü Kızıl’dı. Coster, ‘Saf Amerikan bilginlerinin meslektaş olarak benimsedikleri Dumas’nın, ‘gerçekte bir bilgi ve düşünce hırsızı, bir düzenbaz, şüpheli bir kişi’ olduğunu yazıyordu makalesinde. ‘Biz ise’ diyordu, ‘Fransa’da her öğrencinin kendisinden nefret ettiği bir sahtekarın başına defne dallarından çelenk koymaya hazırlanıyoruz.’ Bunun ardından da, hayal gücünü çalıştırıyordu; Dumas, savaştan önce ‘Kızılların aşağılık bir ajanı’ idi, ‘beyaz Kazakların bir atamanını kaçırmış, Çan-Kay-Şek’in yeğenini zehirlemişti’, sonra ‘Societe Generale bankasının soygununa da katılmış, ‘40 yılının ilkbaharında Fransız genel kurmayının askeri sırlarını elde etmesinde Hitler’e yardım ederek bu hizmetine karşılık 100.000 mark almıştı.’ Son marifeti de ‘zavallı esirlere işkence’ etmesiydi. ‘Ancak insanlığını yitirmiş adamın –bu yarı insanın– en belirgin özelliği, dizginlenemez bir şehvet düşkünü’ olmasıydı. ‘Yaşına başına bakmadan, kadınların -özellikle de gençlerin- ardından koşar’dı. Paris’teki dairesi, dışarıya açılan gizli kapıları ve ‘işkence odaları’yla tam bir batakhaneydi. Tüm Amerikalı annelerle birlikte haykırıyoruz: ‘Amerikamızdan defol şehvet düşkünü Kızıl!”

Evet, Soğuk Savaş Ehrenburg’un anlattığına benzer sayılamayacak kadar örneği yaratarak yürütüldü. Şüphesiz, propagandayla sınırlı kalmadan, askeri örgütlenmesiyle, sarı sendikalarıyla, doğrudan istihbarat örgütleri tarafından maaşa bağlanmış liberal aydınlarıyla, sivil toplum kuruluşlarıyla vs…

9 Mayıs 1945 tarihi kapitalist dünyanın neden böyle kapsamlı bir savaşa başladığını en iyi anlatan tarihtir. Nazi Almanya’sının teslimiyeti kayıtsız şartsız kabul ettiği bugün, Sovyet yurttaşları ve dünya halkları için Zafer Günü iken, kapitalistler için korkuların ete kemiğe büründüğü gün olmuştur.

1930’ların ortalarından itibaren Avrupa’da yükselen faşizmin asıl hedefinin Sovyetler Birliği olduğunu bilen, yaptıkları ve yapmadıklarıyla faşizmin saldırganlığının önünü açan, bu sayede SSCB belasından kurtulmayı uman kapitalistler Zafer Günü ile birlikte karşılarında tüm dünya halklarının sempati beslediği bir SSCB ve sosyalist iktidarların kurulduğu bir Doğu Avrupa bulmuşlardır.

Stalin zaferin kazanılması üzerine yaptığı konuşmada kadın ve erkek tüm yurttaşları kutlamış ve “Artık Avrupa üzerinde halkların özgürlüğü ve barışının yüce bayrağı dalgalanacaktır” demiştir. Stalin’in savaştaki özel rolünün anlaşılması için bu konuşma Almanya’nın Sovyetler Birliği’ne saldırmasının ardından, 3 Temmuz 1941 günü yaptığı radyo konuşmasıyla birlikte değerlendirilmelidir, çünkü Stalin o gün yaptığı konuşmada savaşın sonundaki hedefi de göstermektedir:

“Faşist Almanya ile yapılan savaş, alelade bir savaş sayılamaz.

Bu savaş aynı zamanda bütün Sovyet halkının Alman faşist ordularına karşı yürüttüğü büyük bir savaştır. Faşist zalimlere karşı bütün halk tarafından yürütülen Anayurt savaşının amacı, yalnız ülkemizin karşısına dikilen tehlikeyi ortadan kaldırmak değil, Alman faşizminin boyunduruğu altında inleyen bütün Avrupa halklarına da yardımdır. Bu kurtuluş savaşında biz tek başımıza kalmayacağız. Bu büyük savaşta Avrupa ve Amerika halkları, bu arada, Hitlerci elebaşların köleleştirdiği Alman halkı da bizim sadık müttefiklerimiz olacaktır. Anayurdun özgürlüğü uğrundaki savaşımız, Avrupa ve Amerika halklarının bağımsızlıkları uğrundaki, demokratik özgürlükler uğrundaki savaşlarla birleşip kaynaşacaktır. Bu savaş, Hitler’in faşist orduları tarafından gelen esaret ve esaret tehlikesine karşı özgürlükten yana olan halkların tek cephesi olacaktır.”

Stalin’in 1941’deki konuşması boşuna değildir. Faşizm saldırdığında ne yapılacağı Komintern toplantılarında uzun süredir konuşulmuş ve kararlaştırılmıştır. Kritik nokta önderliklerin alınan kararların hayata geçirilmesini sağlayacak iradeyi ve kararlılığı gösterip gösteremeyecekleridir.

Dünya halklarının şansı hanelerinde Stalin’in olmasıdır. Molotov’un Hitler’i anlatırken “bizim gücümüzden şüphe etmekle birlikte Stalin’in kişiliği karşısında korkuya kapılıyordu” dediği Stalin! Stalin’in yaşamı başlı başına bir irade ve kararlılık gösterisidir çünkü…

Genç yaşlarda Rus komünist hareketinin bir militanı olan Stalin hem Çarlık Rusya’sına karşı yürütülen mücadelede hem de Rus devrimci hareketinin kendi içinde yürütülen mücadelede yetişmiş, aldığı tüm sorumluluklarda sergilediği disiplin ve kararlılıkla tanınan bir komünist lider olmuştur. Ekim Devrimi’nde ve sonrasında, halkların devrime kazanılması, kolektifleştirmenin, sanayileşmenin gerçekleştirilmesi, enternasyonalist görevlerin yerine getirilmesi gibi en kritik alanlarda/sorunlarda irade sergilemiş olan Stalin’in faşizme karşı da aynı iradeyi sergilemesi normal olanıdır.

Nitekim, özellikle 1929 bunalımından sonra yaşanan gelişmeler ve Stalin’in “hiçbir kapitalist devlet, bugün eski etki alanları ve sömürgeleriyle yetinemez duruma gelmiştir” diyerek tariflediği durum, Stalin’in olası savaş senaryoları için farklı stratejiler geliştirmeye savaştan çok önce başlamasına neden olmuştur. Görünen en olası senaryo faşist Almanya’nın Sovyetler Birliği’ne saldırması ve emperyalist-kapitalist kampın yeni paylaşım alanının Sovyetler Birliği olmasıdır.

Savaş başlayıncaya kadar Sovyetler Birliği ve Komintern cephesinden üretilen politikalar kabaca şöyledir: 1) Faşizme karşı mümkün olan en geniş cepheyi oluşturabilmek ya da tersinden ifadeyle faşist ülkeleri mümkün olduğunca yalnızlaştırmak, 2) Bunun bir çıktısı olarak değerlendirilebilecek olan, Komintern’in “sınıfa karşı sınıf” politikalarını geri çekmek, 3) Sovyetler Birliği’ni ülke içinde askeri, ekonomik ve sınai olarak daha da güçlendirmek ve ülke dışında da destekçilerini arttırmak ve 4) Savaşı mümkün olduğunca geciktirmek ve Sovyet topraklarından uzakta tutmaya çalışmak.

1930’ların ortalarından itibaren gerek diplomatik alanda yapılan hamleleri gerekse kapitalist ülkelerin kamuoyuna yapılan seslenmeleri bu politikaların ışığında okuyabiliriz. Buradaki önemli nokta tüm bu hamlelerin o güne kadar belirli sınırlar içerisinde kalmış olan Sovyetler Birliği yöneticilerini, başta Stalin olmak üzere, sınırların ötesine taşımaya başlamış olmasıdır. Dünya halkları karşılarında faşizmi engellemeye çalışan, bunun için diğer ülkeleri birlikte hareket etmeye zorlayan, bununla birlikte o günkü koşullarda kapitalist ülkelerin hayal bile edemeyeceği ekonomik ve sınai atılımları kendi ülkelerinde gerçekleştiren bir önderliği yakından görmeye başlamıştır. Nitekim, Almanya’nın Çekoslovakya’ya müdahalesinde sadece Sovyetler Birliği’nin Çekoslovakya’ya yardım etmeye çalışması, Japonya’nın Çin ve Moğolistan’a saldırılarında yine Kızıl Ordu’nun devreye girmesi bu önderliğin güvenilirliğini ve popülerliğini de arttırmaya başlamıştır. Özellikle Stalin’in tüm dünya halkları için en sevilen  lider haline gelmesiyse İkinci Savaş ile birlikte olmuştur.

Yenilmez ve durdurulamaz olarak görülen Alman ordusunu Stalingrad’ta, Moskova’da, Leningrad’ta durduran ve sonrasında geri çekilmeye zorlayan Sovyetler Birliği’nin verdiği savaş ve Stalin’in sergilediği önderlik, Stalin’i dünyadaki en popüler lider haline getirmiştir.

Yalçın Küçük kitabında Ahmet Emin Yalman’ın 25 Nisan 1945 konferansını anlatırken katılan delegelerden en çok Molotov’un alkışlandığını, tüm fotografçıların Molotov’un etrafını çevirip dakikalarca fotograf çektiğini aktardığını ve bunun anlamının Fransız Andre Fontaine’in “işin aslında, savaş boyunca tüm Amerikan milleti Rus müttefikine çılgınca aşık oldu” sözlerinde olduğunu söylüyor. Aynı yerde Gallup Kamuoyu Araştırması’na göre o dönem görüşü sorulan her 100 Amerikalıdan 73’ünün savaşı Sovyetler Birliği’nin kazanmasını istediğini de aktarıyor ve durumu şöyle özetliyor:

“Sovyetler Birliği’ne ve halklarına sevgi bütün dünyaya ve Yeni Dünyaya yayıldı. Iyusif Stalin, Joseph Stalin oldu ve ‘Uncle Joe’ (Co Amca) bütün Amerikalıların sevgilisi sayıldı. Buna karşı koymak mümkün değildi.”

Stalin’in ABD’deki popülerliğinin çok fazla örneği var. Life dergisinin 1 Ocak 1945 tarihli sayısında Stalin’in 65. yaşı vesilesiyle övgülerle dolu bir makale yayınlanması ve “dünyanın en az bilinen büyük adamı Ruslar için kurtarıcı, sembol ve yaşayan efsane oldu” diye yazılması, makalenin yazarı Richard Lauterbach’in Amerikan Ticaret Odası Başkanı’nın kendisine savaş öncesi taşıt üretimini tartıştığı Stalin’in “Amerikan üretim rakamlarını Amerikalı işadamlarının yüzde 90’ından daha iyi bildiğini” söylediğini aktarması gibi…

Emperyalizmin merkezinde Stalin sevgisi! İşin aslı Sovyetler Birliği’nin ilk yıllarından itibaren hayata geçirilen inanılmaz dönüşüme duyulan ilginin (belki de kıskançlığın), o dönüşümü gerçekleştirenlerin üstüne bir de dünyayı faşizm belasından kurtarmasıyla başka bir biçime evrilmesi, Stalin şahsında cisimleşen zaferin Amerikanca kavranışıdır. Ama gerçektir, doğaldır ve açıktır. ABD’deki bu sevgi ve sempatinin, faşist saldırganlığı doğrudan yaşamış Avrupa’da çok daha fazla olması ise son derece normal. 1945 yılında tüm dünyada rüzgar sosyalizmden, Sovyetler Birliği’nden ve Stalin’den yana esmektedir.

Yazıya Soğuk Savaş ile başladık. Nedeni işte bu 1945 yılındaki manzaradır. Kapitalizm kaybetmemek için savaşı devam ettirmek zorundadır ve burada hedef tahtasına ilk Stalin oturtulur. Bilmektedirler ki, Stalin yıpratılırsa sosyalizm de yıpratılabilir ya da sosyalizm ancak Stalin yıpratılırsa yıpratılır!

Soğuk Savaş’ın İkinci Savaş sonrası başlayan saldırıları, ürettikleri yalanlar vs. bu yazının kapsamı dışında, ama aradan geçen zamanın bu yalanları değil tam tersine Stalin’i ve sosyalizmi haklı çıkardığını söylemeliyiz. Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının üzerinden yaklaşık 30 yıl geçti ve bugüne kadar ne Stalin ne de Sovyetler Birliği ile ilgili yalanlara dayanak oluşturacak bir belge, veri vs. ortaya çıkarılamadı. Sovyetler Birliği’nin yarattığı muazzam birikim yağmalandı, sanayi geriledi, halklar birbirine düşman edildi ama Stalin resimleri halen meydanlarda emekçilerin elinde taşınıyor ve Zafer Günü halen insanlığın kazanacağı günün müjdecilerinden biri olarak kutlanıyor…

[Yazıdaki alıntılar ve bilgiler için Stalin’in eserlerinden, Yalçın Küçük’ün Türkiye Üzerine Tezler kitabından, Haluk Gerger’in ABD Komünist Partisi Tarihi kitabından, Feliks Çuyev’in Molotov Anlatıyor kitabından ve İlya Ehrenburg’un Dipten Gelen Dalga kitabından yararlanılmıştır.]