'Yetmez ama evet'çi olmanın dayanılmaz sorumsuzluğu

'Yetmez ama evet'çi olmanın dayanılmaz sorumsuzluğu

01-02-2020 08:43

“Yetmez ama evet”çilere ufak bir hatırlatma; ne dün dündür, ne de bugün bugündür, hepsi yarındır.

Alev Doğan

Hatırlayanlar çoktur; normal şartlar altında bir utanç vesikası olarak taşınacak “yetmez ama evet”çi kimliğini, bugün hala gururla taşıyan birçok isim, birbirinden tutarsız tezlerini 9 Ağustos 2010’daki basın toplantısı ile ilan etmiş, Cumhuriyet’in dibine dinamit döşedikleri o süreçte “duygu ve düşüncelerini” ifade ederken pek cömert davranmışlardı.

“Yetmez ama Evet”ten cihatçı hayranlığına

Roni Margulies ‘evet’ gerekçesini “Millet askerin anayasasını ben bozarım deyince oylarıyla askere nanik yapmış olacak” sözleriyle açıklarken, yol arkadaşı Doğan Tarkan el yükselterek o toplantıda şunları kaydedecekti:

“Evet deyince elbette her şey birdenbire değişmeyecek ama bir adım atmış olacağız. Bu anayasa hiçbir şekilde yeterli değil ama istediğimiz anayasa için bir adım daha ilerleyebileceğiz.”

Roni Margulies ve Doğan Tarkan’ın partisi DSİP’in o süreçte AKP’ye verdiği çekinik destek, 2011 Suriye müdahalesi ile açık desteğe dönüşecek öyle ki cihatçı ÖSO ile yan yana eylem yapacak noktaya gelecekti. Margulies ise ABD emperyalizminin paralı askerleri cihatçı çetelere olan sevgisinin üstünü şu cümlelerle kapatmaya çalışacak, sosyalistlere Suriye savaşına nasıl bakmaları gerektiği konusunda şunları vaaz edecekti:

“Sosyalist olmak bazen çok ayrıntılı, çok karmaşık, teorik, taktik tartışmalar gerektirir. Ama çok zaman hiç de karmaşık değildir. Hiç tartışma gerektirmeyecek kadar basittir. Bir ülkede, ülkeyi silah ve baskı yoluyla on yıllarca yöneten bir diktatör varsa ve o ülkenin halkı o diktatöre karşı ayaklanırsa, bir sosyalist diktatöre karşı halkı destekler. Bu kadar basit. Diktatör kimmiş, halk kimlerden oluşuyormuş, kim nerede ne yapmış, hangi yöntemler nasıl kullanılıyormuş, dışarıdan kimler müdahale etmeye çalışıyormuş, ayaklananlar hangi dine inanıyor veya inanmıyormuş… Hiç fark etmez. Diktatör devrildikten sonra ne olacakmış, Müslümanlar veya Budistler iktidara gelebilirmiş, biz Müslümanları veya Budistleri severmişiz veya sevmezmişiz… Hiç fark etmez. Tunus’ta da, Mısır’da da, Yemen’de de, Bahreyn’de de ve Suriye’de de, bir sosyalist önce ve basitçe diktatöre karşı halkı destekler. Sosyalist olduğunu iddia eden bir kişi bu ülkelerde halka karşı diktatörü destekliyorsa, bunu ya Arapları küçük gördüğü için yapıyordur, ırkçıdır; ya Müslümanlardan nefret ettiği için yapıyordur, İslamofobiktir; ya da Esed gibilerinin antiemperyalist olduğunu düşündüğü için yapıyordur, aptaldır.”

Her şeye rağmen ‘evet’ demek…

NATO’ya avuç açan ‘özgürlük sevdalısı’ cihatçılarla ile kol kola girenleri geride bırakıp, 9 Ağustos 2010’daki toplantıya geri dönelim. “Yetmez ama evet”çilerin ‘sanatçı’ kontenjanından Lale Mansur ‘hayır’ın savaş söylemi olduğunu iddia ederek, ‘evet’ gerekçesini şu sözlerle dile getirecekti:

“Bu ülkede ağzından köpükler saçarak savaş isteyenlere hiçbir şey olmadı. Ne zaman bir insan ‘barış’ dediyse; Hrant gibi öldürüldü. Şimdi bu düzenin devam edip etmemesini tartışıyoruz. Askerle yargıdan hiçbir hesap sormamaya devam edecek miyiz etmeyecek miyiz? Barışı istiyor muyuz, istemiyor muyuz? Yoksa darbeleri istiyor muyuz, istemiyor muyuz? Hepsi bu. O nedenle her şeye rağmen bu anayasaya ‘Yetmez ama evet’ diyoruz.”

Anayasa Mahkemesi raportörü ve Demokrat Yargı Derneği Eş Başkanı Osman Can ise konuşmasında özetle şu ifadelere yer verecekti:

“Hayır oyu verilirse siyasi parti kapatmalar, yargı ve askeri vesayetler devam edecek, biz de dışarı çıkmaya devam edeceğiz. Anayasamızda 63 tane temel haklarla ilgili madde var. Hayır deyince ordunun vesayeti halk eliyle onaylanmış olur. Yeni bir anayasa yapma şansı olmayabilir bir daha. Bugün Türkiye’de hâlâ 1982 anayasasıyla yaşıyoruz. Çöpe atılması gereken bu anayasada en ufak değişiklik dahi alkışlanması gereken bir değişikliktir. Yetmezse de ‘evet’ demeyi alkışlamalıyız. Çünkü mevzi kazanıyoruz. Mevzi kazandıkça da güçleniyoruz, güçlendikçe de yeni mevziler kazanıyoruz.”

Eşitlik ve Demokrasi Partisi (EDP) Parti Meclisi üyesi Atilla Aytemur ise şunları kaydedecekti:

“Gönül isterdi ki zorunlu din dersleri kaldırılsın, Kürt sorununa çözüm hazırlayacak gerekli yasal düzenlemeler yapılsın. Ama AKP bunu yapmadı. Yanlış tutum aldı. Yarın daha iyi başka bir anayasa için bu anayasaya evet”

Toplantıya katılamayan konuşmacılardan Baskın Oran da görüntülü mesajla salona şöyle seslenecekti:

“Burada AKP ve CHP’yi oylamıyoruz. AKP’yi referandumla değil seçim zamanında oylayacağız. Biz de biliyoruz AKP’nin paketi makyaj yaparak sunduğunu, yetersiz olduğunu. Ama bir daha böyle bir fırsat ele geçmeyecek. ‘Hayır’ ya da ‘boykot’ diyenler, AKP üzerinde baskı yapmanın tek yolunu kaçıracaklar.”

“Yetmez ama Evet” ve Cumhuriyet’in tasfiyesi

9 Ağustos 2010’da malumun ilan edildiği o toplantıya ilişkin bu kadar örnek yeter diye düşünüyoruz. Çünkü o gün o salonda yapılan konuşmalar, sonrasında yazılanlar ya da bugün hala papağan misali tekrarlananlar birbirinden pek de farklı değil. Özgürlük, sivil siyaset, askeri vesayetin kaldırılması, barış, dikta rejiminin son bulması gibi temcit pilavı gibi ısıtılıp ısıtılıp önümüze konan  bu argümanlar koskoca bir gerçeğin üzerini örtmek için kullanılan son derece ucuz yalanlar aslında. Hepsini bir kalemde geçiniz, o gün verilen, kendilerine göre ‘şerhli’ ama düpedüz koşulsuz destek, Cumhuriyet’in tasfiyesi, Türkiye’nin emperyalist sisteme ekonomik ve siyasi eklemlenmesinin tamamlanması ve gericiliğin önünün açılması içindi ki bugün geldiğimiz noktaya baktığımızda bunu daha net bir biçimde görebiliyoruz.

Sonuç yerine

Ülkenin emekçilerinin kucağına kocaman bir sorun yumağı bırakanlar, bizi rezil bir geleceğin kölesi sanabilirler. Öyle sanmaya da devam etsinler.

Emperyalizmin tam boy tehdidi altında, meclisi tasdik kurumuna dönüşmüş, tarımı ve sanayisi çökertilmiş, gericiliğin toplumun her alanına nüfuz ettiği, ekonomik krizin artık olağan hale geldiği bugünün Türkiye’sinin inşasında hiç sorumlulukları yokmuş gibi davransalar da, “yetmez ama evet”çilere ufak bir hatırlatma; ne dün dündür, ne de bugün bugündür, hepsi yarındır.