Uzun bir yürüyüşün direngen kadını Behice Boran 

Uzun bir yürüyüşün direngen kadını Behice Boran 

17-05-2020 00:19

“Her şeyi düşünmüştüm bu işlere girerken. Hapis yatmayı, baskıları, şunu bunu... Ama yetmiş altı yaşında, bir yabancı ülkede sürgün yaşamak hiç aklıma gelmemişti.”

Afitap Kuzgun

Mücadeleye adanmış bir ömür, klişeleşmiş bir ifade olmakla birlikte bazı isimler söz konusu olduğunda başka bir anlatım pek mümkün olmuyor. Behice Boran da bu isimler arasında ve 10 Ekim 1987’de öldüğünde bizlere mücadeleyle geçen bir ömür bıraktı. Bu ömre neler sığdırdığına tekrar tekrar bakmak gerekir. Bunu yapma maksadımız, yalnızca Behice Boran’ın hayatına dair bir kronoloji çıkarmak değil elbette. Asıl olarak bugünü anlamak ve geleceği kurarken dersler çıkarmak içindir. Dolayısıyla Behice Boran’ın yaşamını da Türkiye sosyalist hareketinin tarihi içerisindeki konumlanışı ve yaptığı katkılar açısından değerlendiriyoruz.

Behice Boran isminin çağrıştırdığı pek çok özellik var. Aydın kimliği, örgütlü mücadele içerisinde yer alması, Marksizmi ilke edinmesi, sosyalizm savunusu, sosyalist devrim çizgisinde ısrar edişi, disiplinli, direngen bir yaşam… Saydığım ve aklıma gelmeyen daha nice özelliğin her biri Boran’dan devraldığımız mirasımızdır. Bugünden baktığımızda da çok değerli olmakla birlikte bu özelliklerin her birinin 1940’ların Türkiyesi’nde var edilmeye çalışıldığını akıldan çıkarmamak gerekiyor. İşçi sınıfı hareketlerinin neredeyse yok denecek kadar cılız, sosyalizm fikrinin pek de yüksek sesle dillendirilmediği, illegal mücadelenin söz konusu olduğu yıllardır henüz. Cumhuriyet’in kuruluşunu yeni yeni tamamladığı, kuruluşa katkı koymaları için yurt dışına gönderilen bir kuşağın, ülkeye dönerek elde ettikleri birikimi ülkesi için kullanmaya başladığı yıllardan bahsediyoruz. Behice Boran da bu amaçla Amerika’ya sosyoloji doktorası yapmak için gönderilmiştir. Boran’ın Marksizmle tanışması da doktora yıllarına denk düşer ve hayatında önemli bir kırılma yaratır.

Marksizmle tanışması bir kırılma yaratmakla birlikte bu döneme kadar olan yaşantısı da politik tercihlerine bir zemin hazırlamıştı muhakkak. Dönemin koşullarına bakınca okur-yazar bir anne-babanın olduğu, iki gazetenin girdiği bir evde büyümüştü. Fransız okuluna, ardından Amerikan kolejine gitmişti, İstanbul Üniversitesi’nde okurken Manisa’ya tayin olup bir dönem İngilizce öğretmenliği yapmıştı. Bu süreçte, sahip olduğu imkanların yanında bunları elde edemeyenleri gördükçe, yaşanan eşitsizlikler sonucunda kendisini topluma karşı sorumlu hissetmeye başlamıştı. Sosyolojiye yönelmesi de bu açıdan toplumu anlama ve dönüştürme ihtiyacının bir sonucuydu, bilinçli bir tercihti. Ancak Marksizmle tanışana kadar okuduklarını bütünlüklü bir çerçeveye yerleştirmesi mümkün olmamıştı.

Marksizm okumaları her şeyden önce gördüğü, gözlemlediği, deneyimlediği çelişkilerin çözülmesini sağlamıştır, ancak Behice Boran kafasındaki çelişkilerin çözümlenmesiyle yetinmemiş, değişimin bireysel düzlemle sınırlı kalamayacağını, toplumsal bir dönüşümün şart olduğunu da içselleştirmiştir. Ve elbette toplumsal dönüşüm için örgütlü mücadelenin olmazsa olmaz olduğunu da… Bu kavrayış, Boran’ın ülkeye dönüşünden kısa bir süre sonra, 1942 yılında Türkiye Komünist Partisi’ne (TKP) üye olmasıyla sonuçlanmıştır, “42 senesinden itibaren elimden geldiği kadar örgütlü bir şekilde ülkenin sosyalizmi hedef alan bir yönde değişebilmesi için çalıştım” sözleriyle de mücadelesinin sürekliliğini gösterir. Örgütlü mücadele Boran için bir yaşam biçimi haline gelir, ona göre Kişiler hakkında nasıl mı karar vereceksin? Hayatlarına bakarak. Bir insan, yaşadığı hayatın insanıdır. Doğru bulduğumuz fikirleri öyle benimsemiş, öyle içimize sindirmiş olmalıyız ki, bunlar davranışlarımızı biz farkında olmadan dahi etkilemeli, tayin etmeli, yönetmelidir. İnsan nihayet ne kadar sosyalist olmaya devam etse de, bir gün bedeni bu fani dünyaya veda eder, ama işçi sınıfı partileri, işçi sınıfı var oldukça devam eder, gider. Sosyalist doğulmaz, sosyalist yaşanır.”

Behice Boran’ın Marksizmi ilke edinmiş, sosyalist devrim savunusu olan, örgütlü bir aydın olduğunu tekrar vurgulamak isterim. Bu kavramlar Boran’ın döneminde olduğu kadar günümüzde de son derece önemlidir. Çünkü bugünden baktığımızda bu özelliklere sahip aydın sayısının ne kadar az olduğunu görüyoruz. Günümüzde aydın olmak, liberal tezleri savunmak, hiçbir sınıfsal temeli olmaksızın özgürlükler, demokrasi gibi kavramlarla siyaseti açıklamaya çalışmak veya Marksist olduğunu söylese bile örgütlü mücadeleden geri durmakla eş olmuştur ya da en uç noktada AKP iktidarına güzellemeler yapmakla, aynı gemide olduğumuzu belirtip birlik beraberliğin öneminden bahsetmekle belirlenmektedir. İşte bu nedenle de Boran’ı tanımlayan bu özellikler önemlidir ve aydın kimliğinin nasıl olması gerektiği noktasında hatırlanması, hatırlatılması gerekmektedir. Biz şimdilik  günümüz “aydın”larını bir kenara bırakalım ve Behice Boran’a dönelim.

Behice Boran her ne kadar siyasi yaşamıyla ön plana çıkmışsa da akademik olarak da sosyoloji alanına önemli katkılar yapmıştır. 1939’da Türkiye’ye dönüşünden 1948 yılında akademideki tasfiyelere kadar, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde (DTCF) sosyoloji kürsüsünde doçent olarak çalışmıştır. Türkiye’nin ilk kadın sosyoloğu olan Boran, gecekondular konusunda ilk araştırmaları yapan bilim insanıdır. Gerek yurt dışında gerek yurt içinde akademik çalışmalarıyla referans gösterilen, ilk defa akademik sosyolojinin yöntemlerini kullanarak Türkiye’nin toplumsal yapısını araştıran ve kuramsal çerçeveye oturtan bir isimdir. Hem metodoloji anlamında hem de saha çalışmalarıyla sosyolojinin ülkemizdeki gelişiminde belirleyici olmuştur. Şayet akademik yaşamına devam edebilseydi bu alanda da önemli eserler vereceğine şüphe yoktur. Ne yazık ki, Boran’ın 1923 Cumhuriyeti’nin aydınlanma hamlesinin bir parçası olarak başladığı akademik yaşamı, antikomünist siyasetin ülke genelinde ağırlığını arttırmasıyla son bulmuştur. “DTCF’nin solcu hocaları” olarak anılan Niyazi Berkes, Muzaffer Şerif Başoğlu ve Pertev Naili Boratav ile birlikte üniversiteden ilişikleri kesilmiştir.

Akademideyken başladığı siyasi yaşamı, üniversiteyle ilişiğinin kesilmesinden sonra daha fazla ön plana çıkan Behice Boran, “DTCF’nin solcu hocaları” ve üniversite dışından Adnan Cemgil ile 1941’de Yurt ve Dünya, 1943’te Muzaffer Şerif Başoğlu ile Adımlar dergisini çıkarmış, 1942’de TKP üyesi olmuş, 1950’de Türk Barışseverler Cemiyeti’nin kuruculuğunu yapmıştır. 1962’de Türkiye İşçi Partisi’ne (TİP) üye olmuş, 1965’te TİP’ten Urfa milletvekili seçilerek meclise girmiştir. 1970’de TİP’in genel başkanlığına seçilmiştir ve Türkiye’nin ilk kadın siyasi parti lideri olmuştur. 1950’de Kore’ye asker gönderilmesine karşı çıkışıyla 15 ay, 12 Mart muhtırası sonrasında TİP’in kapatılmasıyla birlikte 1971’den 1974’e kadar cezaevinde tutulmuştur. 1975’te ikinci TİP’in kuruluşunda da genel başkanlığa devam etmiştir. Görüldüğü üzere yurt dışına çıkmak zorunda kaldığı yıllara kadar Türk Barışseverler Cemiyeti’nin kuruculuğundan TİP’in genel başkanlığına kadar pek çok görev üstlenmiş, çeşitli baskıları göğüslemiştir. Yurt dışında kaldığı süre içerisinde de TKP ve TİP’in birleşmesi için görüşmelerde bulunmuş ve vefatından üç gün önce de Türkiye Birleşik Komünist Partisi adıyla yapılacak birleşmenin gerçekleştirileceğe Brüksel’deki toplantıya katılmıştır. Behice Boran bu aktif siyasi yaşamının yanında teorik olarak da belirleyici olmuştur.

Boran, Türkiye siyasi tarihi içerisindeki kritik tartışmalardan birisi olan Milli Demokratik Devrim (MDD) ve Sosyalist Devrim (SD) tezlerinin şekillenmesinde, bilimsel sosyalizm doğrultusunda ve SD yönündeki duruşuyla sosyalist bir Türkiye’nin ancak ve ancak işçi sınıfının öncülüğünde kurulabileceğini savunmuştur. Bu tartışmalar gerek TİP içerisinde gerekse sosyalist hareketin diğer unsurlarıyla yürütülmüş, Boran’ın da dönem dönem kendi içerisindeki çelişkileriyle birlikte süreç içerisinde olgunlaşmıştır. Bu çelişkili düşünceler bir yanıyla anlaşılabilir, çünkü 60’lı yılar Türkiye’de sosyalist hareketin kimliğini bulmaya çalıştığı, Kemalizmle hesaplaştığı, Marksizmle ve bilimsel sosyalizmle tanıştığı bir dönem olarak değerlendirilebilir. 1961 yılında TİP’in kuruluşu da bu açıdan önemlidir, sendikal mücadele içerisinde yer almış Şaban Yıldız, Kemal Türkler gibi isimlerin, ekonomik mücadeleyi politik mücadeleye taşıma çabalarının bir sonucudur TİP. Ne var ki daha kuruluş aşamasında işçi sınıfının öncülüğü parti içerisinde bir tartışma konusu olmuştur, Behice Boran ise bu tartışmalarda her zaman işçi sınıfından yana tutum almıştır.

Behice Boran, akademik, siyasi kimliklerinin yanına edebiyat alanında yazdıklarıyla eleştirmen kimliğini de eklemiştir. Örneğin, Yurt ve Dünya dergisinin Ağustos 1941 tarihli 8. sayısında, ‘Kadın Romancılarımız’ başlığıyla yazdığı yazısında dönemin kadın romancılarının eserlerini tartışır. Boran, bu romanları toplumsal koşulları dikkate almaksızın, nitelikli karakter analizleri yapmadan, gerçekçi olmayan bir dille yazılmaları yönüyle eleştirir.

Boran’ın sahip olduğu akademik, siyasi, eleştirmen kimlikleri birbirinden ayrı ve sınıfsal bakış açısından kopuk düşünülemez. Günümüzde görmeye pek alışık olmadığımız, tek bir alanda uzmanlığın empoze edildiği bir aydın profili yerine çok yönlülüğüyle, mücadelenin her alanında yer alarak aydın sıfatını hak eden bir kadındır Boran.

Behice Boran 1980 darbesi sonrasında, TİP’in kapatılmasıyla birlikte, partinin devamlılığının sağlanması açısından, parti kararı ile bazı parti yöneticileriyle birlikte yurt dışına çıkmıştır, bu yıllar onun için sürgün yılları olmuştur. Uğur Mumcu’yla Brüksel’de yaptığı röportajda yurt dışında bulunduğu yıllara dair duygularını “Her şeyi düşünmüştüm bu işlere girerken. Hapis yatmayı, baskıları, şunu bunu… Ama yetmiş altı yaşında, bir yabancı ülkede sürgün yaşamak hiç aklıma gelmemişti.” sözleriyle anlatır. Yaşına, kalp rahatsızlığına, ülkesinden uzakta olmanın verdiği zorluklara rağmen son nefesine kadar partisi ve sosyalizm mücadelesi için çalışmaktan vazgeçmez Behice Boran.

Boran’ın inatçılığını, direncini gösteren bir anekdot da 1979 1 Mayısı’na dairdir. 1 Mayıs kutlaması yasaklanmıştır, ancak TİP bu yasağı dikkate almaz. Behice Boran ve 171 TİP’li Merter’den Taksim’e doğru yürümeye başlar. Yürüyüş gözaltıyla sonuçlar ve mahkemede Behice Boran’la hakim arasında şu diyalog geçer:

-Ne yapmak için çıktınız sokağa?

-1 Mayıs’ı kutlamak için.

-Nerede kutlayacaktınız?

-Daha önce de söylediğim gibi Taksim’de.

-Taksim’e mi gidecektiniz?

-Evet, Taksim’e gidecektik.

-Yol uzak, o kadar yolu nasıl gidecektiniz?

-Dinlene dinlene gidecektik.

Bizler de, sosyalist devrim çizgisinden bir adım geri düşmeden, sosyalist cumhuriyeti bu topraklarda var edene kadar mücadeleden vazgeçmeyerek, Behice Boran gibi “dinlene dinlene gidecek” ve onun mirasını yaşatmaya devam edeceğiz.

Selam olsun Türkiye’nin ve dünyanın aydınlık geleceğine, selam olsun Behice Boran’a…

 

Kaynaklar

Behice Boran: Son Nefesine Kadar (Belgesel) (2006)

Bayındır, G. (2009). Akıntıya Karşı… Behice Boran. İstanbul, Yazılama Yayınevi, s. 232-233

Boran, B. (1941). Kadın Romancılarımız. Yurt ve Dünya, 8. Sayı, Ağustos. http://behiceboran.net/_aa/yazilar_pdf/0219.pdf

Mumcu, U. (1986). Bir Uzun Yürüyüş (Behice Boran’la Röportaj) http://earsiv.sehir.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/handle/11498/25236/001513789006.pdf?sequence=1