“Tarihin sonundan” kapitalizmin krizine

“Tarihin sonundan” kapitalizmin krizine

03-05-2020 01:12

Reel sosyalizmin çözüldüğü ve liberallerin zafer naraları attığı bir dönemde, Fukuyama'nın 1992 yılında çıkan kitabı, tarihin sonunu ilan ediyordu. Elbette bu son, aslında Marksist tarih anlayışına karşı bir tür ironiyi ve eleştiriyi içeriyordu.

İlker Demirer

Koronavirüs salgını toplumsal yaşantının her noktasını etkilemiş durumda. Salgın sonrasındaki dünyanın ne olacağına ilişkin bir tartışma sürüp giderken, kapitalist sistemin salgın karşısında yaşadığı başarısızlık, sistemin sorgulanmasını tetikledi. En son 2008 finansal krizi sonrası gerek toplumsal düzeyde, gerekse de ideolojik şekilde kapitalizm sonrası topluma ilişkin yürütülen tartışmalar, Korona salgınından sonra canlanmış durumda.

Tartışmanın bir eksenini doğal bir biçimde anti-kapitalist düşüncede olanlar oluşturuyor. Krizin bir noktada medeniyet krizi olduğu, kapitalist sistemin salgının yarattığı hasara neden olduğu düşünceleri ileri sürülüyor. [1] Buna karşı duran bazı liberal yazarlar da var. Rainer Zitelmann Forbes’a 30 Mart günü yazdığı yazıda krizin etkisinin artışında “devletlerin yetersiz örgütlenmesi” olduğu tezini  işliyor.[2]  Zitelmann bu tezi işlerken aynı zamanda ekliyor: Böyle bir salgının yaratacağı etkilere zenginlerin değil, siyasetçilerin gözlerini kapadığını iddia ediyor.

Her ne kadar siyasetçiler kapitalist dünyada salgının etkisini yaratmada ciddi bir etkisi olurken, siyasetçiler ve sermayedarlar arasında ciddi bir farklılık bulunmuyor. Temkinli ifadelerine karşın, düzenin sahipleri için durum oldukça net: “Bildiğimiz anlamdaki kapitalizmin sonuna gelmiş durumdayız” [3] Bu cümleyi ifade eden bir sol kanat aydın değil, kendisi de dolar milyarderi olan Leon Cooperman’a ait. Cooperman gibi bir milyarderin dahi “daha fazla düzenleme olacak” söylemini dile getirmesindeki neden nedir?

Açık bir biçimde kapitalizmin yetersizliği, herkes açısından sabit bir veri haline dönüşmüş durumda. Çok satanlar arasına giren ve bir filmi de çekilen “21.Yüzyılda Kapital” adlı kitabın yazarı Thomas Piketty, bir önceki çalışmasından da yola çıkarak eşitsizliğin ortadan kaldırılmak zorunda olduğunu dile getiriyor. [4] Bu kitabın sinemaya uyarlanan halinde konuk olarak konuşan çok ilginç bir figür var; Francis Fukuyama. Standford Üniversitesinde bir profesör olan Fukuyama’nın esas ilgi çekici noktası ise, reel sosyalizmin çözülüşünün ardından yazdığı kitabın bir tür “kapitalist manifesto” haline gelmesiydi.

Son insan nerede kaldı?

Peki öyleyse, “tarihin sonunu” ilan eden ve son insanı kapitalizme yerleştiren bir “yazarın”, “sosyalizm geri dönebilir” cümlesini kurarak,  “finans kapital ile globalleşme bir değildir” demeye iten etki nedir? [5] 2008 finansal krizi sonrası ortaya çıkan dünya, “son insanı” kapitalizme çakan anlayışın kendi içinde bir sarsıntı yaşamasına neden oldu. Bu sarsıntı, evrensel liberal demokrasi anlayışının tek ve vazgeçilmez bir yönetim formu olduğunu iddia eden tezlerin yetersizliğini gösterdi. Yaşanan bu şok, utangaç bir “düzenleme okulu” taraftarlığına ve Neo-Keynesyen bir talep politikasına dümen kırmaya neden oldu.

Filmi burada biraz geriye doğru saralım. Neredeyse 30 yıl öncesine…

Reel sosyalizmin çözüldüğü ve liberallerin zafer naraları attığı bir dönemde, Fukuyama’nın 1992 yılında çıkan kitabı, tarihin sonunu ilan ediyordu. Elbette bu son, aslında Marksist tarih anlayışına karşı bir tür ironiyi ve eleştiriyi içeriyordu. Fukuyama’ya göre, tarihin sonundan anlaşılması gereken liberal demokrasinin ve serbest piyasanın değişmez bir evrensel sabit olduğu tezidir.[6]

Fukuyama bu tezi ileri sürerken, Marksist tarihsel gelişim tezine karşı esas gelişimin kapitalist ülkelerde olduğunu savunuyordu. Ona göre, Hegel’in düşüncesine benzer bir biçimde, evrensel insan; kendini gerçekleyen insandır ve bu insan serbest piyasada ancak kendini var etmiştir.

Bir 20.yüzyıl Hegelcisi olan Alexander Kojave’nin tezlerinden yola çıkan Fukuyama, Soğuk Savaş sonrası dünyanın ilk kapitalist manifestosunu yazmıştı. Ancak bu manifestonun, “liberal demokrasilerin evrensel barışın tek teminatını” oluşturduğu söylemi, tüm parlaklığına karşın gerçeklikle sınanmış ve reddedilmiştir. Kitabın çıktığı yıl, başlayan Yugoslav İç Savaşı ve siyasi literatüre giren Balkanlaşma olgusu, liberal demokrasilerin “bomba atma” dışında becerisinin olmadığını gösterdi.

Böyle bir “evrensel barış” dürtüsü hiçbir düşüncede kendine yer bulamaz. Nitekim Soğuk Savaş sonrası dünyayı “emperyalist genişleme dönemi” olarak ifade etmek daha doğru olacaktır. [7]

Bu genişleme döneminin sonucu, bugünkü dünyadır. Kapitalist merkezlerde biriken hayali zenginlik, bir avuç sermayedarı alabildiğine zenginleştirirken, kemer sıkma politikaları ile sağlık ve sosyal güvence büyük oranda ortadan kaldırılmış durumdadır. Tersine, kapitalist ülkelere bağımlı olan yerlere gidildiğinde tablo sadece açlık ve yoksulluk değil, aynı zamanda savaşlar ve ölüm demektir.

Tarihin sonu mu, ilerlemesi mi?

Dolayısıyla tarihin sonuna henüz pek yaklaşılmazken, tarihin ileriye doğru akışı zikzaklı bir biçimde devam ediyor. Ancak esas tartışma ise buradan sonra başlayacak; kapitalizm sonrası için ne yapmak gerekiyor? Mesele sadece basit bir düzenleme sorunu mu, yoksa toplumun çıkarlarının nerede olduğu mudur?

Bugün geldiğimiz aşamada, bu soruya verilecek cevap ikinci seçenektedir. Zira, kapitalizmin krizi tek başına zenginliğin belli bir bölümünün daha eşit bir biçimde dağıtılmasıyla yetinilemez. Gerçekte esas mesele, toplumun çıkarı için üretimin baştan aşağı yeniden düzenlenmesinde ve toplumun yeniden örgütlenmesinden geçiyor.

21.yüzyılın ilk çeyreği sona ererken, sosyalizm deneyimlerinden çıkan sonucun kapitalizm dışındaki bir toplumsal örgütlenmeye yalnızca ışık tutabileceğini gösteriyor. Kamusal ve evrensel bir sağlık politikası ile, kamusal ve evrensel bir üretim ilişkisinin arasındaki bağ, bugün net bir biçimde kendini göstermiştir.

Dolayısıyla şu soru bir kez daha sorulmak zorunda: tarihin sonu nerede? Belki de son aramak yerine, tarihin ilerlemesine kafa yormak, bugünü değiştirmek için tek yoldur.

Bunu “düşünürler” anlamayabilir ama işçi sınıfı mutlaka anlayacaktır!

Notlar

[1] A. Markovcic, Capitalism caused the COVID-19 crisis, Jacobin Mag. 04.06.2020, erişim:  https://jacobinmag.com/2020/04/coronavirus-covid-19-crisis-capitalism-disaster

[2] R. Zitelmann, Left Wing Intellectuals are thrilled:Corona and dreams of the end of the capitalism, 30.03.2020, erişim:https://www.forbes.com/sites/rainerzitelmann/2020/03/30/left-wing-intellectuals-are-thrilled-corona-and-dreams-of-the-end-of-capitalism/#5c836acb7420

[3]  https://www.marketwatch.com/story/capitalism-as-we-know-it-will-likely-be-changed-forever-and-10-other-lasting-implications-of-coronavirus-according-to-billionaire-leon-cooperman-2020-04-23

[4] Piketty, kendisinin de kabul ettiği gibi, bir anti-kapitalist ya da Marksist değil, düzenleme politikalarını savunan bir sosyal demokrat yazar.

[5] F.Fukuyama, “Socialism ought to be come back”, Newstatesmen, https://www.newstatesman.com/culture/observations/2018/10/francis-fukuyama-interview-socialism-ought-come-back

[6] Fukuyama F. (2012 [1992]), Tarihin Sonu ve Son İnsan (Çev: Z. Dicleli), Profil Yayıncılık, s.14

[7] Ildır I. Reel Sosyalizm Sonrası Dünya: Yıkım, Kriz ve İlerleme, Marksist Manifesto Özel Sayısı, 2017