Sünni İslamcılık ya da Şii İslamcılık: Emperyalizmin neresinde?

Sünni İslamcılık ya da Şii İslamcılık: Emperyalizmin neresinde?

11-01-2020 08:52

Sol ve sosyalist siyasetin, arkaik, statükocu ya da baskıcı rejimleri destekliyorlar gibi akıl dışı yorumların kaynağı, bizzat emperyalist yancılığın yaratmış olduğu suçu saklama girişiminden başka bir şey değildi.

Ali Ateş

 

Bugün Ortadoğu’da yaşananlara bakıp, özellikle siyasal İslamcıların politik çizgilerine ele aldığımızda iki tartışma başlığı karşımıza çıkıyor. İlki, genel olarak İran’ın yayılmacı bir politika izlediği tezi üzerine kurulu. Bu tez, genel olarak, Sünni İslamcı siyaseti sürdürenler tarafından dile getiriliyor. İkinci tartışma başlığı da Şii İslamcı siyasetin bugün anti-emperyalist bir konum içinde bulunduğuna dair. Bu yazımızda siyasal İslamcılığın, bugün dünyada öne çıkmış iki bölmesinin ya da tarihsel olarak iki köklü İslamcı çizginin siyaseten nerede durduğunu dair bazı saptamaları ele almak.

İlki Fars yayılmacılığını birinci tehdit olarak görüyor. Özünde Sünni mezhepçi bir bakış açısı taşıyor ve günün sonunda ABD emperyalizmiyle örtüşen bir siyaset pratiğine dönüşüyor. İkincisi ise, başka bir siyasal İslamcı gerici çizginin meşruiyetine kapı aralıyor ve anti-Amerikancılık ile anti-emperyalizmin eşitlendiği bir yanlışa sürüklüyor.

Konumuz dışında olmakla birlikte, Kürt siyasetinin ABD’nin İran’a yönelik saldırgan provokasyonuna dair konumlanışına da geçerken belki değinmek gerek. Çünkü mesele, İslamcı siyasi çizgileri değerlendirirken, kendinden menkul mezhep çerçevesinin dışında ortaya çıkan siyasal parametrelerle ilgili. Kürt siyaseti hareketi de Ortadoğu’da yaşananlara sessiz kalmayı tercih eden bir görüntü verirken, özünde yüzünü ABD’ye sırtını ise İran’a dönüyor. Örtülü ve utangaç Amerikancılık duruşu diyebileceğimiz bu olgu, Türkiye’de mezhepçi siyasal İslamcılar açısından ise utanılacak bir durum olmanın çok ötesine geçerek İran düşmanlığı ve Amerikancılık çizgisinde yüksek sesli bir koroya dönüşmüş durumda. Bu açıdan mesele tek başına İslami yorum, mezhep tartışmaları ya da bunların tarihsel arka planlarından öte bizatihi siyasi dinamiklerle ele alınmak durumunda.

Komünistler açısından ise, bugün Ortadoğu siyasetine bakılırken İran hayranlığı ve düşmanlığı çizgisinden öte bir politik çerçeve devreye girmek zorunda. Bu da emperyalist saldırganlığa ve emperyalizmin bölgesel planlarına dönük bir karşıtlıkla ancak ve ancak ele alınabilir. Bu yüzden, örneğin liberal cenahta Kasım Süleymani’nin öldürülmesi sonrası ele alınan yazılara bakıldığında utangaç ve örtülü Amerikancılık bir kez daha karşımıza çıkarken, konu gelip dayanıp İran’daki rejime bağlanabiliyor. Ancak konumuzun bir tarafı bu olmakla birlikte, bugün Ortadoğu’da yaşananlara bakıldığında emperyalizm olgusunun görmezden gelinmesi düpedüz bir tercih ve politik çizgi olarak karşımızda duruyor. Ortadoğu’da emperyalizm olgusunu görmeden bugün yaşanılanlar ne anlaşılabilir ne de doğru bir politik çizgi çizilebilir. Bir kez daha siyasal İslamcılar ile liberallerin kesiştiği bir düzlemde emperyalizm karşıtlığı turnusol kağıdı görevi görüyor.

Benzer tartışmalar örneğin Baas rejimlerine dönük de yapıldı. Baas rejimlerine dönük cihatçı ayaklanma ve emperyalist işgal planları, tam da bu nedenle, alkışlanabilmiş, hatta “devrim” kavramsallaştırılmasının altına sokulabilmişti. Sol ve sosyalist siyasetin, arkaik, statükocu ya da baskıcı rejimleri destekliyorlar gibi akıl dışı yorumların kaynağı, bizzat emperyalist yancılığın yaratmış olduğu suçu saklama girişiminden başka bir şey değildi.

İran’ın yayılmacılığı

Öncelikle teslim edilmesi gereken bir gerçeklik bulunuyor. Ortadoğu’da “Şii Dünyası’nın” lideri sayılan İran bugün ABD emperyalizminin hedef tahtasında. Aynı zamanda tarihi Filistin davası söz konusu olduğunda İsrail başta olmak üzere emperyalistler açısından Direniş Cephesi de hedef tahtasında bulunuyor.

ABD’nin başını çektiği emperyalizmin Ortadoğu’daki plan ve emellerine bakıldığında bazı olguların altı çizilebilir. İran’da rejim değişikliği ile yeniden sisteme bağlanması, bunun için İran’ın dört bir taraftan kuşatılması ve ablukaya alınması, Direniş Cephesi’nin İran ve Suriye dayanaklarını kesmek, petrol kaynak ve hatlarının kontrolünü elinde bulundurmak gibi. Bu plan doğrultusunda ABD emperyalizmi adım adım İran’ı kuşatıp, İran’a diz çöktürme siyaseti güderken, İran’ın nükleer bir güç olmasına asla izin vermeyecek bir saldırganlık politikası izlemektedir.

İran bir yandan kendisine yönelik doğrudan emperyalist saldırganlık politikalarına karşılık verirken diğer yandan İran’ın kuşatılmasına ve Direniş Cephesi’nin zayıflatılmasına yönelik girişimlere de kendi sınırları dışında koyma kararıyla adımlar atıyor. Bugün Irak’ta, Suriye’de, Yemen’de ve Filistin’de İran, cepheyi kendi topraklarında değil daha geniş bir alanda kurarak ABD’nin ve İsrail’in saldırganlığına koymaya çalışmaktadır. İran’ın yayılmacılığı tezinin altında yatan temel olgu budur ve bu olgunun gerçek nedeni ise İran’ın hedef tahtasına oturtulması bulunmaktadır. Kısacası, İran yayılmacı bir politikadan daha çok savunma hattına çekilmiş ancak bu hattı kendi topraklarının ötesinde kuran bir stratejiye sahiptir. Kaldı ki İran’daki ekonomik durum, yayılmacı bir İran kapitalizminin kaldıracağı durumda da değildir.

Sünni İslamcılığın Amerikancılığı

Emperyalist politika ise dün anti-komünizm bağlamında bağladığı Sünni siyasal İslamcılıkla ilişkisini kullanarak Ortadoğu’da mezhep ayrımı üzerinden bu güçleri kendisi adına kullanmakta çok mahir durumda. Dün Nazi işbirlikçisi siyasal İslamcılar bugün ABD güdümünde, ABD emperyalizminin planları doğrultusunda kullanılan bir aparat haline geldiler. Sünni siyasal İslamcılık meseleyi, buradan görmek yerine, mezhepçi bir ırkçılık ve milliyetçilikle İran düşmanlığını ABD’ci olmaya vardıracak bir çizgiyle malul.

Teslim edilmesi gereken bir gerçeklik te, bugün dünyada Sünni siyasal İslamcılık,  çok azı dışında, geneli mezhepçi bir bakış açısıyla merkeze İran yayılmacılığını oturtup, ABD ve hatta İsrail ile işbirliğine yönelmiş siyasi bir pratik içinde. Gerici Körfez ülkelerinden tutun da Suriye’de savaşan cihatçı bilumum çeteye ya da Türkiye’deki Sünni siyasal İslam ve tarikatlara kadar, ABD’nin İran’a yönelik provokasyonunu destekleyen bir konuma sahipler. Şii siyasal İslamcılık bugün ABD karşıtı bir konuma sahipken, Sünni siyasal İslamcılık ise tersi bir işbirlikçilikle ele alınmak durumunda.

Bunun tarihsel arka kısmı elbette var. Ancak dediğimiz gibi önemli olan güncel politik dinamikler üzerinden bakmak. İslam’da Şiilik ayrımının aynı zamanda dönemin Emevi egemen sınıflarına  karşı toplumsal-sınıfsal ayrışmaya karşılık düştüğü de ayrıca not edilmeli.

İran parantezi

ABD, kendi kontrolünden çıkan ülkelere karşı her daim operasyon yürütmektedir; ister başarılı ister başarısız. Venezuela, Küba, Bolivya güncel örnekler. Çin ve Rusya ise ABD açısından dişli rakipler ve bütün strateji aslında bu iki gücün sınırlandırılması üzerine oturuyor. Tarihsel olarak ise örneğin Türkiye’deki darbelerin arkasında hep ABD emperyalizminin bulunduğunu söylemek abartı sayılmamalı. Hatta ülkemizde asker vesayeti denen olgunun doğrudan NATO’culukla da ilgisi yok mu?

Yine tarihsel olarak İran’a baktığımızda İran’da petrol  kuyularını millileştiren Musaddık iktidarına karşı CİA darbesini hatırlamak gerek. ABD emperyalizmi açısından ülkelerin rejimleri değil, kendi emperyal çıkarları her zaman birincil önceliktir. Yoksa Suudi Arabistan ya da BAE gibi gerici, despotik rejimlerle de derdi olurdu. Bilakis bu rejimler ABD emperyalizmi açısından korunan ve kollanan rejimler olarak biliniyor. Tıpkı IŞİD karşıtı olup onunla aynı torbadan çıkan cihatçıları desteklemeleri gibi.

Bu örneklerden yola çıkarak tarihsel olarak küçük bir notu burada belirtmek gerekiyor: 1979 yılında İran’da gerçekleşen iktidar değişikliğinde toplumsal olarak sol ve İslamcı güçlerin birlikte harekete geçtiği bir süreç olduğu ve sonrasında İslamcıların komünistleri katlederek ve tasfiye ederek iktidarı tekellerine aldıkları hatırlanmalı. Unutulmaması gereken şeylerden birisi de zamanında Humeyni, Paris’ten Tahran’a dönmüştü ve giderken de Türkiye Devleti tarafından da misafir edilmişti. Hikayenin ana fikrine hızlıca gelirsek, aslında ABD ve dünya emperyalist ülkeleri için 1979 yılında İran’da yaşanan iktidar değişikliğinin bir sosyalist yönetime yol açma ihtimali korkutmuş, İran’da Şii siyasal İslamcıların yolu açılmıştı. Anti-komünizm ve anti-sovyetizm, ABD emperyalizmi açısından İslamcı bir rejimin, komünist bir yönetime tercihinde belirleyici olmuştu.

Bu yüzden meselemiz ne Hristiyan dünya ile Müslüman dünyası arasında kavga, ne Şiilik ile Sünnilik arasındaki mezhep çatışması ne İran yayılmacılığı ve ne de tek başına Şiilik’in özünde bir anti-emperyalizm taşıdığı. Mesele etnik, mezhepsel ya dinsel kimliklerin yaratmış olduğu siyasetin arkasındaki ekonomi-politiktir. Bir dünya sistemi olan emperyalizm kavranmadan bir Ortadoğu okuması yapmak bu açıdan büyük bir eksiklik olacaktır.