Solda likidasyonun teorisi olur mu?

Solda likidasyonun teorisi olur mu?

16-02-2020 09:28

“Toplumsal etki” meselesi sosyalist hareket tarafından başa yazılırken, sağa kayış tam da bu nedenle gerekçelendiriliyor. Tam bir totoloji olarak karşımıza çıkan ise, “toplumsal etkiyi” artırmakla yola çıkıp, siyaseten sağa kayışın getirmiş olduğu likidasyon gerçeği!

Ali Ateş

Türkiye sosyalist hareketinin bugün en önemli sorunu bağımsız bir siyasal odak olarak toplumsal siyasetteki etki sorunudur. Elbette böylesi bir mesele ortaya konulduğunda, bu sorunu belirleyen başka parametreleri de masaya yatırmak gerekebilir. Örneğin örgütlenme, siyaset tarzı, ideolojik üretim gibi…

Hem toplumsal etki bağlamında hem de bağımsız bir odak teşkil etmede sosyalist hareketin karşılaştığı sorunları çözmesi beklenirken; bu duruma direnç göstermek yerine, son 30 yıldır Türkiye sosyalist hareketinde sonucu likidasyona varabilecek yokuş aşağı sağa kayış gerçeği ile karşılaşıyoruz.

İşin ilginç tarafını ise şu oluşturuyor: “Toplumsal etki” meselesi sosyalist hareket tarafından başa yazılırken, sağa kayış tam da bu nedenle gerekçelendiriliyor. Tam bir totoloji olarak karşımıza çıkan ise, “toplumsal etkiyi” artırmakla yola çıkıp, siyaseten sağa kayışın getirmiş olduğu likidasyon gerçeği!

Bu satırlardan sonra, likidasyon – toplumsal etki arasında doğrusal bir denklem kurulması varılacak en yanlış sonuç olur. Tersine, Türkiye sosyalist hareketi, “toplumsal etki” sorununu ilke ve ideolojik tutumunda aradıkça, “yenilik” adına devrimci ilkelerini terk ettikçe, ideolojik parametreleri ve programatik kodlarıyla oynadıkça sağa kayış kaçınılmaz, likidasyon ise büyük bir tehlike olarak karşımıza çıkıyor.

Öncelikle söylenmesi gereken ilk doğru şudur: Bağımsız bir siyasal odak olmadan, toplumsal etkinin başlangıç noktasını ya da pivot ayağını kuramazsınız! Tam da bu nedenle, likidasyonların başlangıç noktası, bağımsız siyasi hatta ısrardan ve bu anlamıyla örgütü merkeze koymaktan vazgeçişte aranmalıdır. Örgüt, özelde Leninizm arkaik bir teori olarak görüldükçe, yenilik adına, yeni dinamiklere açılmak adına, yeni kesimlerle buluşmak adına ve politik ittifaklar adına örgütün önemsizleştirildiği her nokta likidasyonlara kapı aralayan ilk olgu olarak değerlendirilmelidir.

İkinci nokta ise, ilkinden daha sarih bir olgu: “Devrimci teori olmadan, devrimci pratik de olmuyor”. Devrimci bir teoriye sahip olmadan sosyalist hareketin toplumsal etkisi nasıl mümkün olabilir ki? Eğer bir etki olacaksa, bu durumda bu sosyalist bir etki olamaz! Devrimci teorinin yerini alacak olan başka teoriler, ki bu büyümenin ya da topluma etkinin, yeni bağlar kurmanın gereği olarak öne sürülür, eninde sonunda sosyalizmin değil tersine düzen güçlerine benzeşen bir siyasete ya da doğrudan düzen siyasetine yarayan bir nitelikle karşımıza çıkar. Tam da bu nedenle likidasyonların özünde aranacak bir başka olgu, devrimci programatik ilkelerin terkedilmesinde yatmaktadır. Devrimci teorinin özünü ise sosyalizmde ısrar, burjuvazi ile proletarya arasındaki uzlaşmaz çelişki oluşturur.

Belki de, likidasyonlara yol açan bakış açılarından birisi de, Türkiye sosyalist hareketinin “toplumsal etki” bağlamında dert ettiği şeylerden biri olan kitle psikolojisine teslim olunmasıdır. “Evet yanlış ama kitlelerden kopmak da olmaz” teziyle güçlü bir argüman olarak karşımıza çıkan bu görüş, eninde sonunda “kitle kuyrukçuluğu” diyebileceğimiz bir noktaya evrilmekte asla gecikmiyor. İşte burada “öncü parti teorisi”nin terkinin, sinsi bir biçimde vücudu saran bir virüs gibi bünyeyi teslim almasının örneği karşımıza çıkar. Kitlelerden kopmak olmaz, kitlelerin siyasi bilinç düzeyi, refklesleri, dinamizmi devrimci siyasetin mutlaka veri alması gereken başlıklarının başında gelir. Nesnelliği takmayan bir öznellik mümkün değildir. Ancak nesnelliğe teslim olmak? Bu paragrafta kastettiğimiz öz itibariyle, “kitlelerden kopmamak adına, kitlelerin belirlediği politik iklime teslim olmak” tezi. Unutulmamalıdır ki, verili olarak kitlelerin bilinç düzeyi mutlak bir biçimde burjuva düzenin siyasi aktörlerinin etkisi altındadır.

Tam da bu gerekçelerin bir sonucu olarak karşımıza çıkan bir başka şey de ittifaklar politikası olarak gündeme getirilen politik yaklaşım. Sosyalist hareket daha geniş bir zeminde hareket ederse eğer, daha geniş kesimlerin kısmi başarıları sosyalist harekete alan açar görüşleriyle birleşerek ittifaklar politikası önümüze geliyor. Bunun politik söylemi ise bir dönem “demokrasi cephesi”, “faşizme karşı cephe”, “emperyalizme karşı cephe” söylemi altında politik kılınırken, pratik karşılığı ise seçimden seçime “seçim ittifakı” olarak somutlanıyor. Aslında seçimden seçime ittifak siyaseti altında düzen soluna, sosyal demokrasiye ya da liberal sola oy çağrısı dışında somut bir karşılığı olmayan bir durum bu.

Ve sosyalist hareketin bu tezlere dayanarak siyaset yapan kesimleri, benzeşmeye ve aynılaşmaya başlar. Benzeştikçe toplumsal etki, sosyalizme değil düzen siyasetine yazar, benzeştikçe programatik farklılıklar önemsizleşir, bunun karşılığı ise örgütsel likidasyona kadar varabilecek bir ideolojik likidasyon olur.

Benzeşme hali başkalaşmaya götürür. Türkiye sosyalist hareketinin tarihinde başkalaşarak düzen siyasetinin parçası haline gelen önemli likidasyon örnekleri bulunuyor. Yaşanılan likidasyon örnekleri uzak bir tarihe değil, neredeyse yakın tarihimize denk gelen vakalar. Özellikle 12 Eylül askeri darbesi sonrası Türkiye sosyalist hareketinde yaşanılan likidasyon dalgalarının peşi sıra gelmesi, sosyalist hareketin bugün içinde bulunduğu durumu belli açılardan açıklasa da, aslında beri tarafta sosyalist hareket üzerindeki liberal tahakkümün varlığını gösteriyor.

TBKP likidasyonu özellikle geleneksel sol olarak ifade edilen partili solun tarihinde önemli bir yer tutuyor. TKP ve TİP’in birleşmesinden yeni bir umut beklentisi TBKP likidasyonuyla tuz buz olmuştu. Likidasyon sürecinin sonraki ayağı ise ÖDP süreci olmuştu. Neredeyse Türkiye solunun önemli bütün bölmelerini içinde taşıyan ÖDP, solun ikinci likidasyonunun adresi olarak karşımıza çıktı.

Bugün de benzer bir likidasyon dalgası, politik olarak HDP çatısı altında yaşanıyor. HDP’nin çatısı, etkisi ya da çizgisi, sosyalist hareketin yeniden canlandığı, ayağa kalktığı ya da omurgasını oluşturduğu bir zemin değil tersinden sosyalist solun içinde eridiği bir tablo olarak karşımızda duruyor.