Salgın sonrası küreselleşme

Salgın sonrası küreselleşme

03-05-2020 01:14

Bugün pek çok ülke halkı Covid-19 salgını ile birlikte neoliberal politikaların yarattığı sorunlarla bir kez daha yüzleşiyor. Başta ABD, İtalya, İspanya gibi ülkelerin karşı karşıya kaldığı önemli sorunlar, neoliberalizmin bir kez daha sorgulanmaya başlamasına neden oldu.

Can Aykaş

Geçtiğimiz 30 yılın en popüler kavramlarından biri olan ve bu süreçte bir kurtuluş projesi olarak sunulan küreselleşme, bir süredir tartışmalı bir noktaya doğru ilerliyor.

Öncelikle şu noktanın altını çizmemiz gerekiyor; günümüz küreselleşmesi neoliberalizmden ayrı düşünülemez. Bu iki tamamlayıcı kavram ile kapitalizm 1970’lerin sonundan itibaren kendini içinde bulunduğu krizden kurtarmış, kapitalizmin tekrar baskın hale gelmesini sağlamıştır. Neoliberalizm ekonomik ve sosyal açıdan büyük bir yıkım başlatırken, ilk ortaya çıktığı dönemde kapitalizme önemli bir siyasi başarı hikayesi yazdırmıştır.

Günümüzdeki küreselleşme, neoliberalizmin taleplerinin dünya geneline yayılması için bir araçtır. 1970’lerin sonlarında artan ekonomik ve siyasi entegrasyon nedeniyle ulusal ve bölgesel sorunlar uluslararası sorunlara dönüşmeye başlamıştı. Bu nedenle kapitalizm açısından artık bu ulusal ve bölgesel sorunlara uluslararası bir çözüm bulmak gerekiyordu. Kapitalizmin krizden acil çıkış kapısı olan neoliberal politikalar, küreselleşmeyi özellikle 1989’daki Washington Konsensüsü’nden sonra yerel sorunlara uluslararası bir çözüm olarak sundu. Washington Konsensüsü’nün temel ilkesi, kamu sektörünün küresel neoliberal politikalarla özelleştirilmesi yoluyla devletin ekonomi üzerindeki kontrolünü azaltmak olmuştur. Bu politikaların gerçekleştirilmesi için ise IMF ve Dünya Bankası gibi kurumlar devreye sokulmuştur. Bunun sonucunda, serbest ticaret politikaları ile birlikte sermaye, mal ve hizmet akışı için tüm bariyerlerin kaldırılmasına dönük anlayış dünya geneline yayılmaya başlamştır.

Küreselleşme elbette neoliberal politikaları güzellikle ihraç etmedi. Sermayenin birçok ülke ekonomisine askeri darbe, işgal, ekonomik kriz tetikleme gibi çeşitli yöntemlerle müdahale ederek, bu ülkelerin 2. Dünya Savaşı sonrası oluşan sosyal devlet veya refah devleti yapılarını dağıtarak neoliberalizme geçişini sağladı. Yani ortada kapitalizmin uluslararası boyutta bir müdahalesi vardır. Bu da adlı adınca emperyalizmdir.

Küreselleşme yıllarında emperyalizm kavramı pek çok kesim tarafından önemsizleştirilmiş, görmezden gelinmiştir. Emperyalizmin günümüz dünyasını açıklayamadığı, emperyalizmin Soğuk Savaş dönemine ait bir kavram olduğu, günümüzün küreselleşen dünyasında bu kavramın yeri olmadığı gibi pek çok görüş ve iddia ortaya atılmıştır.

Lenin emperyalizm hakkındaki broşürünü, 1. Dünya Savaşı koşullarında, sermayenin o günkü durumu üzerinden yazmıştır. Elbette sermaye sınıfı 1916’daki halinden çok daha gelişkin ve örgütlü bir duruma gelmiş, sınıf bilinci yüksek bir konuma ulaşmıştır. Ancak bu durum Lenin’in emperyalizm teorisini geçersiz kılmamış, aksine bugün sermaye sınıfının geldiği nokta itibariyle 1. Dünya Savaşı günlerine göre çok daha belirgin bir hale getirmiştir.

Bu anlamıyla aslında son 30 yıldır içinde bulunduğumuz küreselleşmenin temelinde emperyalizmin olduğunu söylememiz gerekiyor. Küreselleşmenin herkes için olduğu, sınırların kalkacağı, dünyaya demokrasi geleceği gibi allı pullu iddiaların geçersizliği bugün somut bir veri olarak önümüzde duruyor.

Salgın sonrası küreselleşme

2015’te başlayan popülizm tartışmaları da küreselleşmenin bir diğer boyutunu gözler önüne sermektedir. Salgın öncesi de durumu pek parlak olmayan dünya ekonomisi, sağ iktidarların ve siyasi aktörlerin popülist, faşist, korumacı ve piyasacı politikaları ile hali hazırda küreselleşme tezlerinin aksine ulus devletlerin yeniden güçlenmesinin gündeme gelmesine ve sınırların daha da belirginleşmesine dönük adımlar atıyor. Ancak ulus devletlerin tekrar gündeme gelmesi ve sınırların özellikle küresel ticaret ve mülteciler başlığında daha da belirginleşmesi, emperyalist politikalardan vazgeçildiği anlamına gelmemektedir.

Bugün pek çok ülke halkı Covid-19 salgını ile birlikte neoliberal politikaların yarattığı sorunlarla bir kez daha yüzleşiyor. Başta ABD, İtalya, İspanya gibi ülkelerin karşı karşıya kaldığı önemli sorunlar, neoliberalizmin bir kez daha sorgulanmaya başlamasına neden oldu. Bu sorgulamaların neticesinde salgın sonrası dünyaya dair pek çok değerlendirme yapılıyor. 1929 krizinden sonraki en büyük ekonomik daralmanın beklendiği dönemde 2 temel görüş öne çıkıyor.

Bunların ilki neoliberalizmin çökmesi ile sosyal devlete dönüş olacağı yönündedir. Buna göre neoliberal politikalar terk edilecek ve sosyal devlet anlayışı bir kez daha dünya genelinde ana model haline gelecektir. Burada altı çizilmesi gereken nokta, daha önce ortaya çıkan sosyal devlet anlayışının yalnızca kapitalizmin tercihi olmadığını belirtmek gerekir. 20. yüzyılın ilk yarısında yaşanan Ekim Devrimi, Avrupa’da ve dünyada işçi sınıfı hareketlerinin güçlenmesi ve 2. Dünya Savaşı sonrası başta Avrupa olmak üzere komünist partilerin prestijlerinin artması, sermaye sınıfını belirli tavizler vermeye itmiştir.

Salgın sonrası dünyaya dair ikinci görüş ise, salgın süresince karları azalan sermaye sınıfının zararını kapatabilmek için önceye göre daha da agresif politikalar izleyeceğidir. Veriler ortada; salgın dünya ekonomisinde önemli daralmalara neden oluyor. Üretim ve tüketimin yavaşlaması, ticaretin sınırlandırılması, hizmet ve turizm gibi sektörlerin neredeyse durması gibi nedenlerden ötürü sermayenin karları azalmaktadır. Bu tablonun sonucunda pek çok şirket ve işletme düşük kar veya zarar edecek, bazıları da iflas edecektir. Bu nedenle sermaye sınıfının korunabilmesi için yeni kemer sıkma ve ek vergi politikalarının gündeme gelmesi de muhtemeldir. Uluslararası alanda ise varolan askeri ve ekonomik savaşların körüklenmesi ve yeni gerilim alanlarının oluşturulması gibi hamleler ile karşılaşmayı beklemeliyiz.

Salgın sonrası dünyaya ait ki ana görüş bu şekildedir. Bugün dünyada sermaye sınıfının politikalarına karşı durabilecek mevcut bir güç görünmediği için, eğer bu iki senaryodan birisi gerçekleşecekse bunun ikinci senaryo olacağı kuvvetle muhtemeldir. Bu durum yukarıda anlatıldığı şekliyle zaten gerilemekte olan küreselleşme tezlerinin salgın öncesi durumundan farklı bir tabloya neden olmayacaktır. Emperyalizm ise büyük bir tehdit olarak karşımızdaki yerini korumaktadır.