PKK ‘Kürt birliği’nden dışlandı, Türkiye işin neresinde?

PKK ‘Kürt birliği’nden dışlandı, Türkiye işin neresinde?

06-12-2020 08:55

ABD’nin Türkiye’yi yeni projeye ikna etmek için ‘PKK’nin silahsızlandırılması’ garantisini sunacağı yazılıyor. KDP başta olmak üzere birlikteki diğer siyasi yapılar, işi PKK’nin kendi bünyelerinde iç örgütlenmesine karşı önlem alma kararı almaya kadar götürdüler. PKK, Kürt diyaloğunun ‘bozucu’ unsuru ilan edildi.

Nevzat Kalenderoğlu

Ekim ayında Irak merkezi hükümetinin BM’nin telkinleri çerçevesinde imzaladığı Şengal anlaşması neticesinde, PKK’nin Suriye’nin kuzeyindeki statüsü yüksek sesle tartışılmaya başlandı. Anlaşma PKK için ağır denebilecek pasifize edici maddeler içeriyordu. Anlaşmanın uygulama yönünde fiziki çalışmaları devam ediyor. Bu esnada PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan’ın İsrail basınına verdiği cesur demeç Türkiye’de de ses getirdi. Karayılan, “PKK’yi kurduğumuzda Marksist-Leninist bir akımdı ve biz de bu fikirlerden etkilendik. Ancak biz Sovyet ideolojisini eleştirdik. Bu yüzden Sovyetler Birliği çöktüğünde olumsuz etkilenmedik, çünkü onlardan her zaman uzak durduk” diyordu ve sözlerinin özünde, yukarıda değindiğimiz ve maddelerini açacağımız apansız anlaşmanın içeriğine dönük olarak şöyle sesleniyordu İsrail aracılığı ile ABD’ye:

“Sovyetler Birliği çöktü çünkü demokrasi yoktu ancak Amerika demokrasi sayesinde ayakta kaldı. ABD ile ilişki geliştirilmesine karşı değiliz. Aksine, Kürdistan’ın tüm bölgelerinin ABD ile ileri düzeyde temasını destekliyoruz. Ne yazık ki, demokrasi, insan hakları ve özgürlükleri desteklememize rağmen, ABD ve Batı ülkeleri hala Türk devletini ve bize yönelik askeri müdahalelerini destekliyor.”

Karayılan, “Türkiye’deki Kürtler tanınmadan ve Öcalan da dahil siyasi tutuklular serbest bırakılmadan silah bırakmayacaklarını” derken; şunları da eklemeden edemiyordu:

“Silahlı çatışmada ısrar etmiyoruz ama Türk devleti savaş istiyor. Silahları devre dışı bırakmak için bir anlaşma imzalamak istiyoruz. Türk devleti bizi yok etme politikasını sürdürürse bu zor olacak. Savaşa devam etmek istemiyoruz. Bu sorunları çözmek için diyaloğu tercih ediyoruz”

Karayılan’ın açıklamasından “ya silah bıraksınlar ya da doğdukları yere dönsünler” diyen Iraklı kürt siyasilere koşulları anlatmaya çalıştığı, Türkiye’nin bu anlaşmayı desteklediği veya Türkiye’ye itilen taraf olarak ABD’ye ‘nasıl gidelim?’ diye sorduğu spekülasyonları çok su kaldırır.

Öyleyse önce Şengal anlaşmasına gelinmeden önceki yakın tarihe, sonra ilgili anlaşmaya ve PKK’nin tartışmaya açılan statü sorununa; ardından ise emperyalist cepheden gelen hamlelere bakmak gerekir.

Ne olmuştu?

Suriye’de çıkarılan iç savaş sonrası, Demokratik Birlik Partisi (PYD) Halk Savunma Birlikleri’ni (YPG) oluşturarak Suriye ordusunun çekilmek zorunda bırakıldığı ‘Kutsal Rojava’ denilen Suriye’nin kuzeyine yerleştirdi. 2013’te IŞİD’in bir heyula olarak dünya gündemini sarstığı bir dönemde NATO üyesi ülkeler IŞİD’e karşı savaşın en önemli aktörü olarak PYD’yi ilan etti. Birkaç yıl içinde bu iş gerilla fotoğraflarının dergi kapaklarını süsleyecek bir reklam işine de dönüşecekti. ‘Aydınlanma’ mücadelesi de tersyüz edildi ülkemizde örneğin.

Nitekim 2014 başında Kobane, Kamışlı ve Afrin’de özerklik de ilan etti. IŞİD, Türkiye destekli grupların bölgelerine saldırınca ve Irak ve Suriye’de ise halifelik ilan edince; son olarak da Kobane’ye saldırınca ABD’nin silah ve mühimmat desteğinin başlayacağı bir dönemeç meydana geldi. Türkiye bir yandan tepki gösterse de öte yandan Kobane’ye peşmergelerin kendi sınırlarından gidişine dahi izin verdi.

PYD’yi terör örgütü olarak görmeme açıklaması ilk olarak bu dönemde ABD’den geldi. Türkiye de Salih Müslim ile 2013’ten sonra açılım döneminde görüşmelerini sıklaştırdı. YPG, Tel Abyad’ı alana kadar Türkiye iç siyasetindeki açılım süreci de eşliğinde bu görüşmeler sorunsuz sürdü. Sonrası malum, ateşkes sonlandırıldı; Salih Müslim terörist ilan edildi, bildiğimiz kadarıyla diyalog bitti.

Yine 2015’te ABD, bu yeni anlaşmazlık durumuna çözüm olarak YPG’nin omurgasını oluşturduğu ancak Türkiye ile dirsek temasında olan Türkmen ve Arapların oluşturduğu grupçukların da takviyesi ile Suriye Demokratik Güçleri’ni (SDG) kurdurdu.

2016’da YPG, Tel Rıfat’ı kontrol altına aldığında Türkiye’de ikişer üçer aylık operasyonların ilan edildiği, Fırat’ın batısının kırmızı çizgi olarak işaret edildiği bir döneme girildi. ‘Güvenlik’ temalı meşruluk ile ‘göçmenleri sınır kapılarından Avrupa’ya göndeririz’ yollu tehditler ve nadiren de olsa ‘bize göçmenlere kol kanat germemiz karşılığında para verin’ söylemleri arasında salınımlar başladı. Operasyonlarla ‘terör koridoru’ olarak tarif edilen bölgelere darbe indirilirken; hem IŞİD’e karşı müdahale hem de YPG’nin güneye itilmesi durumu bir sonuç olarak ortaya çıktı.

Uzun Rusya, Türkiye, İran görüşmelerinin de bir ayağı olacak şekilde; Türkiye’nin ilerlemesi karşılarında Suriye Ordusu’nu bulana dek devam etti.

Öte yandan 2018’de SDG’nin Deyrezzor’u alma operasyonuna 2 bin civarında Amerikan askeri de konuşlanmıştı. Trump’ın vaatleri arasında ABD askerini ülkesine geri getirmek olsa da kendi yaptıkları propaganda sayesinde oluşan imaj, “IŞİD’e karşı savaşan Kürtlere sırtını dönme” suçlaması vaatlerin önüne geçti.

Yine de ABD’nin SDG ile Türkiye arasındaki güvenlik bölgelerinden çekilmesiyle SDG Suriye hükümeti ile anlaşmak istedi veya eski müttefiklerine bir koz olarak ister gibi yaptı. Suriye’nin kuzeyi Suriye Ordusu’na bırakıldı; daha doğru bir ifadeyle bırakılma konusunda uzlaşıldı. Bu dönemde Rusya’nın etkisiyle Türkiye de bu anlaşmaya uyarak çoğunluğunu Rus askerinin koruduğu ve Türkiye-Rusya ortak devriyeleriyle de bölge geçişlerinin önlendiği bir programa tabi oldu.

Kürtlerin yeni birliği

Kartların yeniden dağıtıldığı ve misyonların bir sonuca eriştiği bir momentte, ABD’nin hamiliğinde süren ve Fransa’nın sürece daha sonra dahil olmasıyla gelişen ‘Kürtlerin birliği’ temalı yeni Suriye devleti karşıtı koalisyon hızla tesis edildi. Demokratik Birlik Partisi (PYD) liderliği ve “muhalif” Suriye Kürt Ulusal Konseyi (ENKS) başkanlığı ile ABD’nin Haseke’deki üssünde doğrudan görüşmeler yapıldı; bu görüşmelere Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi partilerinin yanı sıra Suriye Kürt Ulusal Birliği (HNKS) ve Suriye Kürt İlerici Demokrasi Partisi (PDPKS) temsilcileri de katıldı. [1] ABD ise kurulmasında doğrudan dahli olduğu bu birliği şu mesajla duyurdu:

“Bu anlaşma, Suriye’deki Kürtler ile ABD arasındaki büyük siyasi koordinasyon çabasının ilk sembolüdür. Ayrıca Suriye’nin Esad rejimindeki tüm muhalifleriyle ittifak kurmak için BM’nin 2254 sayılı kararı çerçevesinde Suriye krizine barışçıl bir çözüm bulunmasına yardımcı olacaktır.”

Birliğin ilk telkin edildiği tarafın ise doğrudan Salih Müslim olduğu biliniyor, zira bu görüşmelerden çok kısa bir süre önce PYD adına konuşan Müslim, “PYD bir parti ama bütün halkı temsil etmiyor… Kürt Ulusal Birliği Partileri adı altında bir çatı kurulmalı” diyerek doğrudan ENKS’yi davet etmiş, PYD ve ENKS görüşmelerinin mahiyetini ifade etmişti. Müslim’in bu çıkışının Türkiye’nin YPG ve PYD’yi PKK’nin uzantısı olarak görme refleksine de merhem olacağı düşünülmüştü.

Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ise kamuoyuna henüz yansımamış bu birlik görüşmeleriyle eş zamanlı olarak Türkiye’nin de harekete geçtiğini ENKS’nin Ankara’ya davet edilerek Bakanlıkta görüşüldüğünü açıklıyordu. Çavuşoğlu, görüşmenin ana gayesinin yeni ‘birlik’ oluşumunun PKK ve YPG’den arındırılması olduğunun altını çiziyordu. [2] Çavuşoğlu, ABD’nin de Türkiye’nin de birlik gelişmesine tutumunun “Türkiye’den ya da Kandil’den giden PKK’lıları ayrıştırın” şeklinde olacağını hatırlatıyordu.

ABD hamiliğinde süren görüşmelerde Washington yönetimi, uyumlu ve iç çatışmadan uzak, Türkiye başta olmak üzere bölge ülkelerini de ‘tehdit’ etmeyecek Kürt devleti istediğinin altını çizmiş oldu. ABD’nin “Suriye’ye yönelik ağır yaptırımlar paketinden Fırat’ın doğusunun muaf tutulması” teklifiyle bu bölgenin Suriye’den ayrılma kararı alması da telkin edildi.

Irak Kürt Bölgesel Yönetimi de zaten Türkiye’ye ‘egemenliğine saygı duyma’, PKK’ye ise  ‘topraklarını terk etme’ çağrısı yapıyordu.

PKK’nin statüsü

Tam da bu süreçte Kandil’in statüsü yeniden ve yüksek sesle tartışmaya açıldı. IKBY hükümeti açıkça “PKK, Kürdistan Bölgesi’nin sınırlarında kaosa neden olmamak için söz konusu bölgeleri terk etmelidir” açıklaması yaptı. Hükümet, kaos derken, Türkiye devletinin yaptığı operasyonları gerekçe gösteriyordu.

Rojava’nın peşi sıra PKK’nin Şengal’den de çıkarılmasına dönük Musul’un Sincar ilçesinin adıyla müsemma bir anlaşma Ekim ayında imzalandı. IKBY, Bağdat hükümeti ile imzalanan anlaşmanın çerçevesini “Şengal’in yeniden inşası, yönetimi ve güvenliği” şeklinde sıraladı.

Birleşmiş Milletler Irak Özel Temsilcisi Jeanine Hennis-Plasschaert’ın fiili gözetiminde imzalanan anlaşmada, bölgenin yönetimi konusundaki mutabakat “Şengal’e bağımsız bir kişinin kaymakam olarak seçilecek. Seçilen kişinin yasalar karşısında herhangi bir engelinin bulunmaması esas alınacak” maddesiyle duyuruldu. Kaymakam dışında diğer idari makamların iki tarafça kurulacak oluşturulacak ortak komisyon tarafından atanmasına karar verildi.

Bölgenin güvenliğinden yerel polis ile beraber ve Ulusal Güvenlik Müsteşarlığı ile Ulusal İstihbarat Servisi sorumlu kılındı. Bunun dışında tüm silahlı güçlerin ilçeden çıkartılacağı anlaşmaya bağlandı. PKK ile beraber bölgeden İran’a yakın Haşdi Şabi güçlerinin de çıkartılacağının böylece altını çizdi.

Buraya destek olarak 2 bin 500 kişilik bir güvenlik gücünün oluşturulması bir ‘ayrıntı’ ile karara bağlandı. ‘Ayrıntı’, “bu güç içerisindeki görev dağılımı adil şekilde yapılacak ve kamplarda yaşayan göçzedelerin katılımı göz önünde bulundurulacaktır” şeklinde idi. Kamptan kastın ne olduğu, Şengal’den göçen yerel halk mı yoksa ülkemizin de ‘yardım’lar gönderdiği muhtelif kamplar mı, anlaşmada ifade edilemedi.

Anlaşmada PKK için özel madde de ‘güvenlik’ başlığında mutabakat altına alındı:

“Şengal ve çevresinde PKK ve ona bağlı güçlerin varlığına son verilecek. PKK’ye bağlı güçlerin bölgede herhangi bir rol üstlenmesine müsaade edilmeyecek.”

Gerisi ise Türkiye’nin de tecrübeleriyle Suriye topraklarında nam saldığı(!) toplu konut ve yol projeleriyle ‘yeniden inşa’ konusuydu.

Spekülasyondan fazlası

PKK’den arındırıldığı reklam edilen bir Kürt birliğine, mevcut ticaretin resmiyete bağlandığı; bir ham madde, pazar, lojistik ağını meşruluk kazandığı bir komşu statüye Türkiye karşı çıkar mı, Misak-ı Milli sınırlarına toplumun ve kamuoyunun dikkatini çeker mi zaman gösterecek. Türkiye ayağında da kısa süre önce HDP’nin yeni yönetimince ilan edilen ‘Kürt birliği’ ve demokratikleşme süreci niyet beyanı bu uyumun neresinde görülecektir.

Türkiye yeniden ‘meşru güvenlik kaygısı’ mı diyecek; “bana inşaat ihtiyacı ile petrol rezervi ve nakil hattından bahset” mi diyecek işte bunun cevabını da gelen günler getirecek.

Ek olarak, sürecin başından beri takipçisi olan BM başta olmak üzere ABD, Almanya ve Fransa anlaşmayı memnuniyetle karşıladı.

İngiltere ise diğerlerinden farklı olarak Silahlı Kuvvetler Bakanı James Heappey ve heyetini Mesut Barzani’nin yanına göndererek Erbil-Bağdat anlaşmasını ve detay senaryoları yüz yüze görüştü. Bakan, “İngiltere, Kürdistan halkının tarihi dostu ve Kürdistan Bölgesi hükümetinin güçlü destekçisidir” derken; ekonomik yatırım desteğinin süreceğinin garantisini de iletti.

Sonuç olarak ABD’nin Türkiye’yi yeni projeye ikna etmek için ‘PKK’nin silahsızlandırılması’ garantisini sunacağı yazılıyor. KDP başta olmak üzere birlikteki diğer siyasi yapılar, işi PKK’nin kendi bünyelerinde iç örgütlenmesine karşı önlem alma kararı almaya kadar götürdüler. PKK, Kürt diyaloğunun ‘bozucu’ unsuru ilan edildi. Dolayısıyla, ABD’nin de PKK’ye silah bıraktırma dışında bir rol vermeyeceğinin garanti edildiğini düşünüyorlar.

Türkiye’nin iç siyasetinde ‘PKK’nin silahsızlandırılması’ projesinin olur alacağına ağırlıklı ihtimal veriliyor. Bununla beraber bu yapılar da ‘çözüm’ ve ‘demokratikleşme’ sürecinin sonlanmasında ve Hendek savaşlarında Türkiye’deki mevcut iktidarın ‘haklı’ gerekçeleri olduğunu söylüyor; yeniden aynı hataların yapılmaması için uyarılarını sıralıyorlar.

Bütün bu açıklamalardan, ilgili temaslarda hem Türkiye tarafına hem de Türkiye’deki Kürt siyasilere bunların defaatle söylendiği sonucuna varıyoruz. Benzer bir biçimde bu yapılar, ABD’nin Türkiye’yi ve bölgedeki Kürt yapıları bir araya getirerek İran ve Suriye’ye karşı Türkiye destekle bir güç oluşturma siyasetlerinin farkında ve kabulünde. Türkiye’nin güney bölgesinde bu güçler sayesinde pozisyon kazanacağını olumlu anlamda söylemekten ve bu (gizli) ittifakı bir tür ‘kazan-kazan’ şeklinde formüle etmekten sakınmıyorlar. Dolayısıyla süreç artık spekülasyondan çok daha sahici.

[1] https://gazetemanifesto.com/2020/enks-ile-pynk-abd-arabuluculugunda-anlasti-365721/

[2] https://gazetemanifesto.com/2020/cavusoglu-enks-ile-pydnin-ittifakini-degerlendirdi-366230/