Osmanlı iktidarında küçük çatlak yaratanlar: Şeyhülislam idamları

Osmanlı iktidarında küçük çatlak yaratanlar: Şeyhülislam idamları

21-12-2020 06:49

3 şeyhülislam infazlarında ortak olan süreç iktidar ile bir şekilde sürtüşmeye girmiş olmalarıdır. İktibas hayalleri ya da daha iyi bir devlet yönetimi tarifleri çok öne çıkarılmasa da sınıflarını korumak bütün şeyhülislamda ön plandadır.

Vedat Altan

Osmanlı’nın yönetiminde din ağırlığının olduğu bilinen bir gerçek, devlet yönetiminin dışına çıkanların ya da yerine vekalet etmeye çalışanların sonu ise benzer olmuştur; infaz. Bu davranış kalıbı sadece askerler için değil dini yönetiminde üst kademede bulunanlar için de benzer sonuçlar doğurmuştur. İktidar zirvelerinde rüzgârların sert estiği dönemlerde infazı gerçekleştirilen 3 şeyhülislam bunlara iyi bir örnektir. Bu kaygan zeminde kalabilmek kolay bir iş değildir.

Şeyhülislam kavramsal tanımı Osmanlı Devleti zamanında dini konularda en yüksek yetkiye sahip devlet görevlisi olması ile tarif edilir. Gerektiği zaman dini sorunlarla ilgili görüşlerini fetva yayınlayarak açıklarlardı. 1424-1922 yılları arasında 131 şahsiyet şeyhülislam olarak 175 defa da bu makama tayin edilmişlerdir. İçlerinde en fazla Ebussuud Efendi 29 yılla en fazla zaman; Memikzade Mustafa Efendi de 13 saatle en az bu makamda kalan şeyhülislamdır. 131 şeyhülislamın hepsi Türk asıllı değildir. Türk olmayan şeyhülislam sayısı ise 9’dur. (Arap, Bosnalı Gürcü, Çerkes, Arnavut’tur.)

Şeyhülislamlar içinde farklı meslek ve sanat grupları içerisinde ürün veren bilginler, yazarlar, şairler, hattatlar, bestekârlar ve hukukçular vardır. Birçok şeyhülislam verdikleri fetvaları toplayarak günümüze kalmasını sağlamış, günümüzde ise Osmanlı üzerine çalışan akademisyenlere “kariyer” olanağı bırakmıştır. Dönemindeki tarihsel kavrayış ile ilgilenen çalışma bugüne kadar pek çıkmamıştır. Klasik Osmanlı devrinde devlet görevlileri kalemiye, seyfiye ve ilmiye olmak üzere üç sınıfa ayrılıyordu. Osmanlı’da Şeyhülislam, ilmiye sınıfının başı sayılıyordu. İlmiye sınıfı, günümüzün Adalet ve Millî Eğitim Bakanlıkları ile Diyanet İşleri Başkanlığı’nın görevlerini üstlenmiş durumdaydı.

Peki kimdi bu idam edilen kadılar ve devlet yönetimi ile nasıl bir şekilde ters düşmüşlerdi?

Ahizade Hüseyin Efendi

Sultan Dördüncü Murad Bursa’ya giderken yolların bozukluğundan dolayı, İznik kadısının idam edilmesi için emrini verir. Kadı kale kapısına asılır, cesedi üç gün meydanda bırakılır. Ulema sınıfına mensup bir zatın böyle idam edilmesi büyük bir tepkiyle karşılanmış olarak yansıtılsa da, gerek alimler arasında, gerek halk tabakasında dedikodu furyasının başlamasına sebep olmuştur. Olayı öğrenen şeyhülislam Ahizade Hüseyin Efendi Kösem Sultan’a bir mektup yazmış, ilmiye ricaline böyle davranmanın sakıncalarını dile getirmişti(!). Şeyhülislamın karşıtlarından biri, “Şeyhülislam, padişahı tahtından indirmek için ulemayı evinde topladı” söylemi ile Valide Sultan’ı ihbarlarda bulunurlar. Kösem Sultan, durumu şeyhülislamın mektubuyla birlikte, o sırada Bursa’da bulunan Dördüncü Murad’a yetiştirir. İlk işi, şeyhülislam ile oğlunu ayrı ayrı kayıklar ile sürgüne göndermek olur. Sonrasında bu kararından vazgeçerek bostancıbaşı Dûçe Mehmed’i, kayıkla efendinin takibi için görevlendirmiştir. Boğaz’dan çıkmamış ise idam edilmesi için emir verilir. Oğlu kıyıdan açıldığı için kurtulur. Ancak babasının içinde bulunduğu gemi, hava muhalefetinden dolayı zamanında hareket edememiş, Yedikule açıklarında dalgalarla boğuşmaya başlamıştır. Bostancıbaşı kayığa yetişir ve çevirip Rumeli yakasına yanaştırır. İdam edilmesi emri ulaşan Bostancıbaşı, şeyhülislamı sahile yakın Kalitarya köyüne götürerek orada idam eder. Cesedini sahilde kumların altına defnettiler.

Hocazade Mesud Efendi

Dördüncü Mehmed zamanında meydana gelen “Vak’a-i vakvakiye”de yeniçerilen isteğiyle şeyhülislam oldu. Özü sözü doğru bir kimse tarifine mazhar olur. Daha önceleri sarayca nüfuz sahibi olduğundan, kendisinin tavsiyesiyle vezir-i azam Boynueğri Mehmed Paşa’nın ocağı tahrik etmesi ve Sultan Süleyman’ı tahta geçirmeyi düşünüyor, diye gizlice mektup yazması üzerine Diyarbakır’a gitmek üzere Bursa’ya gönderildi. Bursa’ya vardıktan sonra, Diyarbakır’a gitmek için yollarda eşkıya korkusu ile mektup yazar. Nereye gitse amansız bir hasımla karşılaşan Mesud Efendi, bu sefer de eski düşmanlarından Bursa kadısı Ruhullah Efendi’nin tuzağına yakalanır. Ruhullah: “Efendi’nin asker yazdırmaktan maksadı, İstanbul üzerine yürümek ve padişahı tahtından indirmektir!” diye saraya ihbarlarda bulundu. Bunun üzerine, derhal katledilmesi için Bursa’ya haber gönderilir. Gerisi bildiğimiz gibi işler. 6 bin atlı gönderilir üzerine, cesedi meydanda 3 gün bırakılır. Ne kadar kumpasa kurban gittiği bilinmez ama ikitidar klikleri arasında kaldığı kesindir.

Feyzullah Efendi

İkinci Mustafa devrinde şeyhülislam oldu. Padişah tahta çıkar çıkmaz, şehzadeliğinde kendisine hocalık yapan Feyzullah Efendi’yi bu makama getirdi. 1703’te tahrik sonucu(!) meydana gelen meşhur “Edirne Vak’ası” sırasında bu şehre getirildi. İstanbul’dan Edirne’ye doğru yürüyen ve sayıları altmış bin kişiyi bulan isyancıların korkunç işkencelerine maruz kaldı. Halefi Edirne kadısı Yekçeşm Hüseyin Efendi’nin fetvasıyla parçalara ayrılacak bir şekilde katledildi. Görünüşteki suçu, daha önce Kaminiç şehrinin civarıyla beraber Lehlilere teslim edilmesi için fetva vermesi, gerçekte ise ilmiye ricalinden birçok önemli şahsiyeti açlığa mahkum etmesi, yukarıda da belirtildiği gibi, devlet mensuplarını kendi yakınlarıyla doldurmasıydı. Hatta ölümünden sonra oğlunun şeyhülislam olması için padişahtan ferman almayı bile başarmıştı. İktibas hayali sonunun getirmişti. Kısacası hiçbir iktidarı kimseye yedirmezler kuralı onun içinde işlemişti.

Genellikle 3 şeyhülislam infazlarında ortak olan süreç iktidar ile bir şekilde sürtüşmeye girmiş olmalarıdır. İktibas hayalleri ya da daha iyi bir devlet yönetimi tarifleri çok öne çıkarılmasa da sınıflarını korumak bütün şeyhülislamda ön plandadır. Kendi toplumsal ayrıcalıklarını kaybetmek ve ya buna yol açacak zayıflama alametlerine karşı isyan bayrağı açmışlardır. Sadece idam edilenlerde değil idam edilmeyen diğerlerinde de kendi tabakalarını koruma içgüdüsü doğalında gelişmiş bir sınıfsal tepkidir. Şeyhülislam ya da sadrazam sınıfında ya da askeri yönetim kademesinde görev almak; Osmanlı idaresi açısından da bakıldığında mevcut iktidarı yıkacak ve yenisini kuracak bir örgütlenmenin başında olmalarından ileri dikkatleri sürekli üzerlerinde olmasını getiriyordu. Dönemi doğru okuyanlar değişimin önünü açarken sıçrama diyalektiğinin geldiğini iyi okuyanlar ise Avrupa’da devrimler çağını açmışlardır.

Buradakilerin ölümü birlik fikriyatında çatlak ya da kişisel iktibasların arasında sıkışık kalmalarıdır. İslamcıların anlattığı ya da abarttığı gibi güzelleme içinde değil hayatın doğal akışı içerisinde anlam kazanmışlardır. Bu dünya Sultan Süleyman’a kalmamıştır. Hepsi hoş bir seda olarak İslamcı akademisyenlere tez konusu olmaktadır.