Neo-likidasyonun yeni adresi HDP ve liberal demokrasi

Neo-likidasyonun yeni adresi HDP ve liberal demokrasi

16-02-2020 09:22

Türkiye’de solun karşısındaki önemli başlıklardan bir tanesi bağımsız sosyalist hattın inşasına odaklamak olarak öne çıkıyor. Bunun yapılamadığı durumlarda demokrasi cephesinin parçası olmak ya da sola en yakın duruyormuş görüntüsü veren düzen muhalefetinin kanatlarından bir tanesine yedeklenmek kaçınılmaz.

Neşe Deniz Babacan

Türkiye’de solun karşısındaki önemli başlıklardan bir tanesi bağımsız sosyalist hattın inşasına odaklamak olarak öne çıkıyor. Bunun yapılamadığı durumlarda demokrasi cephesinin parçası olmak ya da sola en yakın duruyormuş görüntüsü veren düzen muhalefetinin kanatlarından bir tanesine yedeklenmek kaçınılmaz. Bu noktada son yıllarda likidasyonun yeni adresinin HDP olarak ön plana çıkması ise şaşırtıcı olarak görülmemeli

12 Eylül sonrasında Türkiye’de sosyalist hareketin önüne sınanacağı birkaç uğrak çıktı. TBKP süreci ve sonrasında 90’lı yıllarda ÖDP deneyiminden geçen sol, bahsedilen iki büyük likidasyon dalgasından yenilgiyle çıktı. Daha doğrusu, Türkiye’de emekçilerin iktidar mücadelesinin ileri doğru hamle yapılamayan ve bir dizi mevzinin yitirildiği bu uğraklardan, işçi sınıfının iktidarında, sosyalist devrimde, Marksizm Leninizm’de ısrar edenler başı dik bir şekilde çıktılar.

2000’li yılların solda likidasyon dalgası ise önce Kürt hareketine eklemlenme olarak gündeme gelmiş, HDP’cilik üzerinden güncel bir karakter kazandı, Türkiye solunun bir bölümü, liberalizm ve Kürt ulusalcılığının sentezi anlamına gelen HDP projesine yedeklenerek günümüzdeki noktaya kadar sürüklenmiştir.

Demokratik Cumhuriyet, Türkiyelileşme ve yeni sentez

Yeri geldiğinde ikisinin birbirinin yerine kullanıldığı bile oluyor. Solun gözünde eşitlenmiş olan bu kavramların ya da siyasal pozisyonların aslında gerek emperyalizm gerekse başta burjuvazi olmak üzere düzen güçleri tarafından da kabul gören başlıkları olduğunu ifade etmek gerekiyor. Bu durum aynı zamanda liberal demokrat sentezin tezahürü olması açısından önemlidir.

1999 yılında Abdullah Öcalan’ın yakalanması sonrasında ortaya attığı “Demokratik Cumhuriyet” tezi liberalizm ile Kürt siyasi hareketinin önemli bir sentez aşamasına geçtiğinin en temel göstergelerinden bir tanesi olarak ortaya çıkmıştı. O açıdan Türkiye solunun demokratizm üzerinden Kürt sorununa yaklaşan kesimleri ile Kürt sorunu üzerinden demokratizm çizgisine kayan bölmelerinin ilk sentezi bu noktada tanımlanmaya başlamıştır.

2014 yılı sonrasında Selahattin Demirtaş’ın liderliğindeki HDP’nin ise Türkiyelileşme açılımını yapması özellikle Türkiye solunun Kürt ulusalcılığı ve liberalizmin üst düzey sentezinde buluşması anlamına geliyor ve likidasyon dediğimiz olgunun kapıları sonuna kadar açılıyordu. Öyle de olmuştur, Türkiye solundaki bir dizi özne açık ya da örtük bir şekilde 2014 sonrasında girdikleri HDP destekçisi yönelimi daha üst düzeylere taşıyarak reformist bir hatta geçiş yapmıştır.

Bu durumun ayak seslerinin ise Gezi direnişinden sonra ortaya çıkan boşlukta duyulmaya başladığını bir kere ifade etmek gerekiyor. Gezi’den sonra Türkiye solunun geri çekildiği dönemde kendini yeniden tanımlamak ve yeni bir çıkış dönemine hazırlanmak yerine reformizme kayan bölmeleri çareyi önce CHP’cilikte aramış, devamında HDP’ci dalga ile birlikte mevzilerini terk etmiş ve omurgasını dağıtmıştır.

Bununla birlikte liberal demokrat sentezin adresi olan HDP’nin bugün solun ilgili bölmelerini CHP ve İyi Parti ile yapılan “demokratik muhalefet” adı verilen düzen muhalefetini savunur pozisyona taşımış olması ise işin trajik boyutunu oluşturmaktadır.

Söylemsel olarak “Faşizme karşı birleşik cephenin” gereği olarak başlayan ve hayata geçirilen HDP’ci yönelimler solu önce sosyal demokrat CHP’ye, beraberinde faşist parti çıkışlı İyi Parti’ye ve Milli Görüş’ün Saadet Partisi’nin kucağına taşımıştır.

Dolayısıyla bu sonuçlar, “demokrasi adına” atılan adımların bir kere daha burjuva demokrasinin türevi olduğu ve düzen içi tartışmalara solun meze olmasından başka bir anlama gelmediğini göstermiştir.

Likidasyon sadece örgütsel mi?

Türkiye’de solun reformizme ve düzen muhalefetinin cephesine kayan bölmelerinin örgütsel varlıklarını bir düzeyde de olsa tutabildiklerini ve hatta kimi örneklerde olduğu üzere düzen muhalefetinin çatısı altında milletvekili bile seçilerek örgütlerinin adını yaşatmaya çalıştıklarını görüyoruz. Ancak bunları biçimsel olduğunu söylemek, likidasyonu tanımlarken işin politik ve ideolojik boyutlarına işaret etmek gerekiyor.

HDP çatısı altında tasfiye olan sol için de tam anlamıyla yaşanan budur. Atılan her adım bağımsızmış gibi gösterilmeye çalışılsa da, son tahlilde yukarıda bahsettiğimiz sentez ve ittifak doğrultusunda HDP siyasetinin uzantısı olarak hareket edilmektedir.

Bununla birlikte Türkiye solunun tasfiyeye uğramış kesimleri bu başlıkları sola ya da işçi sınıfına tercüme ederek yansıtmakta ve adlı adınca aslında HDP’nin birer teşkilatı gibi çalışmaktadır. HDP’de cisimleşen ideolojik duruş ve politik başlıklar ile birlikte solun bunları nasıl propaganda ettiğini ise şöyle ifade edebiliriz. Reformist solun söylemlerini parantez içinde yazmaya çalıştık.

– Liberalizmle sentezlenmiş Kürt ulusalcılığı. (Türkiyelileşme)

– Ulusal soruna post Marksist yaklaşımlardan etkilenen ekolojik, demokratik, komünal yaşam, yerel demokrasi, özerk tarım toplumu gibi kavramları içeren çözüm önerileri. (Kürtlerin haklarına kayıtsız kalmamak, ulusal demokratik hakların tanınması)

– Kapitalizmin ortadan kaldırılması yerine sonuçlarının yumuşatılmasının önerilmesi. (İşçi sınıfının haklarını savunmak)

– Emperyalizme karşı mücadele yerine emperyalizm ile pazarlık ya da uzlaşma. (Ulusların kendi kaderini tayin hakkı)

– Laiklik kavgası yerine yeri geldiğinde İslamcılarla ittifak. (Devrimci taktik)

– Demokrasi cephesi için düzen muhalefetinin ittifakı. (Faşizme karşı birleşik cephe)

Liberallerin aklanması ve örgüt düşmanlığı

Bu noktada iki noktaya işaret ederek HDP’de cisimleşen liberal demokrat sentezin Türkiye solundaki tasfiye yönelimlerini nasıl tetiklediğini ortaya koyabiliriz.

Birincisi, ülkemizde AKP iktidarı ile birlikte ayakları üzerinde doğrulan İkinci Cumhuriyet’in gericiler ve liberallerin ittifakı aracılığıyla hayata geçtiğini, burada dışarıdan desteği Kürt siyasi hareketinin verdiğini unutmamak gerekiyor. Bugün liberallerin AKP iktidarı ile karşı karşıya bir pozisyonda olması, Kürt hareketinin liberallerle kurduğu ittifak aracılığıyla sermaye iktidarına karşı mücadele verdiği anlamına gelmiyor. Dolayısıyla bunun parçası olan Türkiye solunun, liberallerin ve Kürt hareketinin kendisini temize çekme operasyonunun parçası olduğunun bilinmesi önemli.

İkincisi ise, her ne kadar reformist sol bir düzeyde örgüt ya da temsil gücünü koruyor desek de gelinen çizginin özü Leninizm ve örgüt düşmanlığında şekillenmektedir. Leninist örgütün arkaik olduğunu söyleyen, leninizmin yeniden yapılandırılması gerektiğini ve ifade eden her anlayış bilinmelidir ki liberalizmden nasibini almıştır. Dolayısıyla HDP aracılığı ile “demokrasi mücadelesi” ile buluşan solun literatüründe bu kavramların daha fazla yer almaya başlamasının tesadüf olmadığının görülmesi gerekmektedir.