Mücadelesini her nefesinde büyüten kadın: Kollontay

Mücadelesini her nefesinde büyüten kadın: Kollontay

17-05-2020 00:14

Kollontay, komünist insanın önemine vurgusunu hiç bırakmadı ve hatta bunu çok özel buluyordu. Kadınlar ise elbette üretimin içinde bulunacak, bağımlılık yerine sorumluluğu öne çıkaracaktı.

Hanife Şahan

Kollontay, Sovyet Rusya tarihinin tartışmalı isimlerinden birisidir. Kimileri hakkında Stalin’le anlaşamadığı, kimileri sosyalizmden çok feminizm yanlısı olduğunu, kimileri partinin merkez komitesi üyesi iken kadının cinsel özgürlüğüne sahip çıktığı için sürgüne gönderildiğini, yine sesinin Lenin tarafından kesildiğini ve daha birçok başlıkta yazılar yazdı, sözler söyledi. Şahsen, bu başlıkların Kollontay’ın Türkiyeli komünistlerin tarihinde yeteri kadar yer bulamamasında etkisi olduğunu düşünüyorum.

Hayatının en önemli dönüm noktası Parti’ye üye olmasıdır, bu da kolay olmaz. Erken yaşlarda yeterli teorik birikimi olmadan Parti çalışmalarına nasıl katılacağının kaygısını yaşarken, Yelena Stassova’nın1 cevabı ile hayatında bir daha hiç kapanmayacak şekilde yeni bir sayfa açar:

“Parti’nin önündeki büyük devrimci görevler için, iki koşulu yerine getiren herkes yararlı olabilir. Bu koşullardan ilki, partiyi sevmek (benimsemek), diğeri de disiplini korumayı öğrenmektir. Elbette Marx’ın artı değer teorisini incelemeniz ve Lenin’in eserleriyle ilgilenmeniz yararlı ama yeterli değil. Bütün burjuva alışkanlıklar bırakılmalı, ‘rol’ oynama ya da kendini ön plana çıkarma isteği alt edilmelidir. Küçük görevler verildiğinde gücenilmemelidir. Çünkü küçük bir görevde yapılan hata büyük görevlere de zarar verebilir… Partimizi yeni kuruyoruz, ilk taşları koyuyoruz. Yönetici yoldaşlarımız yeteneğiniz olduklarını gördüğünde elbette size görev verecektir. Ama hak etmeden bir ‘rol’ oynamayı düşünüyorsanız, Parti’ye girmeyin, Şura2.”

Bu dönemlerde kadının özgürleşmesi konusunda çalışmalara başlar. Özellikle 1905 devrimi Kollontay için önemli bir deneyim olacaktır. Devrim sonrası kafasında oluşan birçok soruya cevap aradığı bu dönemde bir yandan kadınların cephede, fabrikada, yaşamda mücadelesini nasıl yükseltmesi gerektiğine kafa yoruyor bir yandan feministleri izleyip onlara cevap yetiştirmeye çalışıyordu. Petrograd’da yapılan ve kadınların o zamana kadar ki yaptıkları ilk büyük gösteride söz alan burjuva kadın hareketlerinin feminist temsilcileri ve Menşevikler, ‘ortak kadın platformu’nu savunduğunda, Kollontay, devrimci sosyalistlerle burjuva kadın hakları savunucularının işbirliğine kararlı bir şekilde karşı çıkar. Bu karşı çıkış sonrası hem kadın örgütlerinden hem de bir takım feministlerden tehditler alır. Destek ise işçi kadınlardan gelir.

Kollontay için feministlerle sosyalistler arasında sadece bir çizgi yoktur. İkisi birbirinden çok farklıdır: “Sorun, işçi sınıfı kadınlarının feministlerin çağrısına uyarak kadınların eşitlik savaşımına etkin ve doğrudan katılımda bulunmaları mı, yoksa sınıfsal geleneklerine sadık biçimde kendi yollarını çizerek, yalnızca kadınları değil, tüm insanlığı toplumsal yaşamımızdaki çağdaş kapitalist kurumların baskı ve köleliğinden kurtarmak amacıyla değişik bir savaşım vermeleri mi gerektiği sorusuna yanıt bulmaktır.”

Kollontay için yanıt çok nettir ve bu netlik ölene kadar da değişmeyecektir. Yaptığı çalışmalardan dolayı gördüğü baskı sonucu, (1908 – 1917 arasında) Almanya, İngiltere, Fransa, Norveç, Danimarka, İsveç, İsviçre, Belçika ve Amerika Birleşik Devletleri’nde sığınmacı olarak yaşar. 1917 yılında ülkesine geri döndüğünde Çarlık rejiminin yol açtığı açlığın, yoksulluğun, evsizliğin Sovyetlerin en büyük sorunu olduğunu görür. Kollontay, bu dönemde Devlet Yardımı Halk Komiserliği görevini alarak bu sorunların çözülmesinde önemli roller üstlenir (Belirtilmelidir ki, o zamana kadar dünyada bakanlık içerisinde yer alan tek ve ilk kadındır). Yapılan çalışmalar sonrasında Sovyetler’de kadının sağlıklı ve güvenceli annelik görevinin güvence altına alınması, eşit işe eşit ücret ilkesi, kadının tam eşitliğinin sağlanması yasalaşmıştır. Kollontay bu durumu dünyada hiçbir ülkenin başaramadığı bir adım olarak değerlendirir ve bunu “ahlak” kavramı ile bütünleştirir: “Kadının eşitliği, burjuva ahlakının temelleri ortadan kaldırılmadan sağlanamaz. Kadının ahlaki tutumunu belirleyen şey, cinsel ilişkiler değil, onun çalışmada, topluma yararlı çalışmada gösterdiği değerdir.”

Sosyalizmin inşa sürecinde Kollontay’ın kadının özgürlüğü başlığında bazı fikirlerinin daha sonra tartışılmaya bırakıldığı açıktır. Ancak bu Kollontay’a aktarıldığında Parti kararına saygı duymuş, görevlerine devam etmiştir. (Kollontay’ın üretimlerine bakıldığında da görülecektir; bu konuda öznel üretimlerini sosyalizm yerleştikten sonra yapmıştır. Dolayısıyla kimsenin Kollontay’a, Kollontay’ın da kimseye kapıları kapamadığı ortadadır.)

Kadının eşitlik ve özgürlük mücadelesine önemli katkılar yapan Kollontay’ın, “Annelik ve Toplum” başlıklı kitabında yer alan temel koşul ve talepleri, 1917 yılında, Sovyet hükümetince ilk sosyal sigortalar yasalarının hayata geçirilmesine yol açacaktır. Böylece kadınlara sosyal haklar tanınması da devrimin ilk günlerinde atılan en önemli adımlardan biri olur.

Kollontay’ın belki de en tartışmalı başlığı İşçi Muhalefeti’ni desteklemesi olmuştur. Komintern’in 3. Kongresine katılan Kollontay, İşçilerin Muhalefeti grubunu destekleyen bir konuşma yapar. Ayrıca komünist partilerin kadın çalışmalarına bir rapor da sunar. Kongre’den sonra Lenin’in kendisine yönelttiği eleştiriler olur. Kollontay konuşmasının Parti karşıtı bir tutuma evrildiğini, Lenin’in eleştirisinin de buna yönelik olduğunu fark ederek hata yaptığını kabul eder ve İşçilerin Muhalefeti grubundan ayrılır. Bu tarihten sonra Kollontay Komünist Parti’nin genel politik çizgisinin dışına çıkmaz. Zaten sonrasındaki katkıları da bunu ortaya koyacaktır. 1922-45 arası Sovyetler Birliği’nin güçlendirilmesinde diplomatik faaliyetler sürdüren, Lenin’in talimatıyla solcuların II. Enternasyonal’den ayrılmasını sağlayan, Sovyetler Birliği’ni dünyaya açılan kapı haline getiren ve Finlilerle görüşmeler yapıp İsveç’in savaşa girmesini engelleyen de yine Kollontay’dır.

Kadının özgürleşmesini şiddetle savunması ve bu konuda hem politik hem de örgütsel birçok görev alması, feministlere savaş açması, işçilerin örgütlenmesinde önemli rol oynaması, çalışkanlığı ve disipliniyle Sovyet iktidarının kuruluşunda çok önemli rolleri olan, Bolşeviklerin Halk Komiseri Kollontay, Sovyetler’i yurtdışında başarıyla temsil etmiştir.

Hızlı adımlar

Kollontay’ın kadının özgürlüğü konusunda bazı tartışma başlıklarını ertelediğini söylemiştik. Buraya tekrar geri dönmek yerinde olacaktır. Öncelikle gerici Çarlık Rusyası’nın, o dönem dünyanın her yerinde olduğu gibi, kadını geri plana attığı biliniyor. Kollontay’ın kadın konusunda açtığı tartışmaların dönemin çok ilerisinde olduğunu bilmek gerekir. Çarlık döneminde yaşanan sefalet, açlık, devrimden sonra inşa edilen Sovyetler’de uygulanan ekonomik programlarla, yerini eşit ve özgür bir devletin inşasına bırakıyordu. Sosyalizmin nihai hedeflerine ulaşırken yaşanan sorunlar elbette öncelikle çözülmesi gereken başlıklardı. Dolayısıyla böylesi bir ortamda Kollontay’ın bir aşama sonrasına geçerek ifade ettiği düşünceler bugün bakıldığında gayet olası görülmektedir ve aslında savunduğu da özetle şöyledir:

Bir kadının, “bağımsız”, tek başına bir kadının bu konumda karşı çıkılmaksızın kabul görmesi, tüm insanların eşit biçimde iş yeteneklerine ve insan olarak değerlerine göre değerlendirilecekleri günün geldiğini göstermektedir.”

Altını çizmek gerekir ki Kollontay bir kadının kimseye bağlı olmadan yaşayabileceğini, kadının tek özgürlüğünün sosyalizmde olduğunu ve bunun için mutlaka mücadele etmesi gerektiğini söyler. Öncelik her zaman yaratmak ve savaşmaktır:

“Ama her şeyden önce duygularımın, aşktan doğan sevinç ya da acının yaşamımda birinci sırayı almasına hiçbir zaman izin vermedim, çünkü ön planda her zaman yaratmak, etkin olmak, savaşmak vardı.”

“Biz önceki kuşağın kadınları, henüz özgür olmayı bilmiyorduk. Ruhsal enerjimizin hiçbir yaratıcılığı olmayan duygusal serüvenlere akıp gitmesi, akıl almaz bir savurganlık, iş gücümüzde bir azalma demekti. Bizlerin, benim ve diğer pek çok etkin, savaşan ve çalışan çağdaşımın, aşkı yaşamımızın temel amacı olarak değerlendirmemeyi ve çalışmayı yaşamımızın odağı yapmayı başardığı elbette ki gerçektir. Ancak yine de kendi Ben’imizle ve enerjimiz, bir başkasına karşı duygularımızla yaptığımız sonsuz savaşta dağılmamış olsaydı, çok daha fazlasını yaratabilir ve elde edebilirdik.”

Hiç ihanet etmedi

Kollontay’ın yaptığı çalışmalarda hep çevresinde büyük düşmanlar vardı. Kadın meselesinde feministlerle ideolojik/politik, büyükelçilik görevinde savaşlarla, emperyalistlerle karşı karşıya geliş… Ancak çok daha önemli olan ise çevresinde olan biten her şeye karşı dik duruşu, sosyalizm inadı, Sovyetler’e bağlılığıdır. Bu dik duruş, onu fabrikalarda çalışan işçileri örgütlemeye, kadınların daha fazla mücadeleye ve yönetimde söz sahibi olmasına, Sovyetler’in eğitim alanında yükselen bir ülke olması için çalışmaya çok daha fazla teşvik ediyordu. Savunduğu görüşleri ölene kadar savundu, hata yaptığında tüm açıklığı ve dürüstlüğüyle kabullendi. Kollontay, komünist insanın önemine vurgusunu hiç bırakmadı ve hatta bunu çok özel buluyordu. Kadınlar ise elbette üretimin içinde bulunacak, bağımlılık yerine sorumluluğu öne çıkaracaktı:

“Sovyet Kadını şahsi evine kendi yaşamının merkezi olarak bakmaz. Eğer kadın devlete ve topluma karşı yükümlülükleri ile şahsi evi arasında seçim yapmak zorunda kalsa, kesinlikle ikinci seçeneği bir kenara atacaktır, ilk seçeneği değil. Fakat amaç birisi şahsi eve sahip olduğunda birini ya da diğerini boşlamak değildir… Dünyadaki hiçbir ülkede sorumluluğa bu kadar fazla değer verilmez. Stalin’in son dâhice konuşmalarından birini ele alalım. Her şeyden önce devlete ve topluma karşı sorumluluk ve aynı zamanda kiminle bizatihi iletişim halindeyse ona karşı -sevdiğiniz kadına veya erkeğe karşı- sorumluluk.”

1933’te Lenin Nişanı aldı, 70. Yaş gününde (1942) verdiği hizmetlerden dolayı ve 1945 Büyük Anayurt Savaşı süresince Sovyet hükümeti tarafından verilen görevleri başarıyla yerine getirdiği için SSCB Yüksek Prezisyumu’nun kararı ile iki kez Emeğin Kızıl Bayrağı Nişanı ile onurlandırıldı. 1943’te yine Prezisyumu’nun kararı ile “Olağanüstü ve Tam Yetkili Büyükelçi” unvanı verildi. Ayrıca Norveç’in en yüksek nişan olan Norveç Kraliyet Aziz Olaf Nişanı aldı. 1946-52 arasında da SSCB Dışişleri Bakanlığı danışmanı olarak çalışmalarda bulundu.

Ve biliyoruz ki, 1952’de ölmeseydi daha birçok ilk’e imzasını atacaktı…

(1) Stassova, Bolşeviklerin partisinin yapılanması ve sağlamlaşması üzerine birçok görev almış, 1917’nin ilk yıllarında parti sekreterliği görevini üstlenmiştir.

(2) Şura Domontoviç, Kollontay’ın asıl ismi.

Kaynaklar; Yeni Ahlak ve İşçi Sınıfı Ahlakı, 1918

Bir Çok Hayat Yaşadım, Aleksandra Kollontay

Kadınların Özgürlüğü, Aleksandra Kollontay

Kollontay, Özgür Bir Kadın Komünistin Otobiyografisi, Belge Yayınları