Menderes'e ağlayıp ''şanlı tarihe'' bakamamak

Menderes'e ağlayıp ''şanlı tarihe'' bakamamak

21-12-2020 06:50

Osmanlıda vezirlerin hazin sonu; Menderes'e ağlayıp ''şanlı tarihe'' bakamamak

Mir Güney Kartal

Yeni Osmanlıcı-siyasal İslamcı-sağcı gelenek, Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşundan çöküşüne uzanan serüvenine baktığında yedi cihana ve yüzyıllara yayılan saadet ve kudret dolu bir “tarih” görmekte ve bu fotoğrafı bir ayrıcalık olarak sunmaktadır.

Öncelikle adeta bir gözü kapalı ve “özenle” seçmeye odaklı bu ”tarihsel bakış” açısının ideolojik bir temele yaslandığını belirtmek gerekir. Bir ayrıcalık kaynağı olarak gururla sunulan bu “tarih” anlatısı, bugün yeniden kurulan saraylar da bir anlatı olmanın ötesine geçip göstere göstere yaşanılan bir saadet tablosuna dönüşmüştür. Hatta “güçlü devleti” sembolize ettiği iddiasıyla sarayda oluşan bu saadet ve kudret tablosu halkın bir bölümü tarafından kutsanabilmektedir. Çünkü artık karşımızda belli bir ölçeğe sahip olan ve on sekiz yıldır yurttaş olma bilincinden uzaklaştırılıp yeniden kula dönüştürülmüş bir insan topluluğu bulunmaktadır.

Sembollere, fetihlere, yedi düvele karşı verilen savaşların başarı öykülerine dayalı bu ‘’tarih’’ yazımı, siyasal İslamcı-sağcı cenahın toplumsal algıyı dizayn etme konusunda ki en önemli argümanlarından biri olarak karşımıza çıkmaktadır.

Siyasal İslamcıların “ecdatları”, Osmanlı İmparatorluğu boyunca iktidarın tek egemen gücü olurken, kendileriyse özellikle 1950 sonrası ya doğrudan iktidarda oldular ya da iktidar ortağı olarak devlet bürokrasisi ve aygıtlarında onlarca yıl görev aldılar. 12 Eylül faşist darbesinin bir ürünü olarak 2002’de iktidara gelen AKP, dünden bugüne eline geçen tüm olanakları kullanan, yargı, eğitim, sağlık, kolluk, akademi ve devlet bürokrasisinde kadrolaşan ve her kurumu çıkarlarına göre örgütlemeyi başa yazan bir siyasi parti olarak iktidarını sürdürmektedir.

Bugün AKP’de cisimleşmiş olan İslamcı sembolleri öne çıkaran fetihçi tarih anlatısı, reklam arası olarak adlandırılan Cumhuriyetin 97 yıllık “düşünsel hakimiyetinin” önüne geçerek Osmanlı tarihini yücelten, milli gurur ve şevk duygularını doruklara çıkaran ve sonuna kadar kullanılacak olan bir enstrüman olmaya devam etmektedir.

Bunca olanağa rağmen bazen siyasette yaşanan sıkışma anlarında şişirilerek anlatılan bu “tarih” bile kurtarıcı olamamaktadır. Bu durumda devreye yine bu geleneğin bir başka temel özelliği girmektedir. Bu özellik sıkışmanın aşılamaması durumunda mağdur rolüne bürünmesidir. Yaşanan siyasi ve ekonomik krizler, vesayetten, türban zulmünden, darbelerden, dış güçlerden, hainlerden ve kandırılmaktan yakasını kurtaramayan bir iktidar “anlatısıyla” toplum zihnine nakşedilmekte, sorunlar aşılmaya çalışılmaktadır.

Bugün AKP, siyasal İslamcı geleneğin ideolojik alanda yürüttüğü propaganda çalışmasının en başarılı temsilcisi olmaya devam ederken, farklı siyasal gündemlerde ihtiyaca göre elindeki “mağduriyet” setinde bulunan argümanlardan bir veya birkaçını hızlıca devreye sokarak zedelenen meşruiyetini veya gücünü konsolide etme yoluna başvurmaktadır. Bu “mağduriyet” setinden bazı örneklere yukarıda değinmiştik. Övünülen ecdadın tarihine bakarken kapatılan gözün görmek istemediği gerçeklere ışık tutmak için ise birine özellikle değinmek gerekir.

Gerçekler ters yüz edilerek yazılan bu “mağduriyet tarihi” içinde idam konusu başlı başına ele alınmalıdır. Birçok başlıkta olduğu gibi bu başlıkta da ikiyüzlü, kendine yontan ve buradan mazlumlar tarihi yazmayı amaçlayan bir siyaset tarzı karşımıza çıkmaktadır. Örneğin; 27 Mayıs 1960 sonrası Yassıada Mahkemeleri’nde idamlarına karar verilen Eski Başbakan Adnan Menderes ile eski Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve eski Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın yargılanmalarını hükümsüz kılacak bir yasa teklifi, TBMM Anayasa Komisyonu’nda oy birliğiyle kabul edilirken, 12 Mart 1971 ile 12 Eylül 1980 askeri darbesi yargılamalarının da hükümsüz sayılmasını ve Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ile Hüseyin İnan’ın “itibarlarının geri kazandırılmasını” talep eden önerge AKP ve MHP oylarıyla reddedilebilmektedir.

Bu örnekte görüldüğü gibi, bugün AKP ve MHP’nin başını çektiği Osmanlıcı-sağcı siyaset, bir yandan idam konusunda mağdur rolüne bürünüp “gözyaşı” dökerken öte yandan özellikle seçim mitinglerinde ellerinde urgan ile kalabalıklara idam cezasının yasalaşacağını propaganda etmekte, düşman bellediklerini bu yolla da tehdit etmeye çalışmaktadır.

Adnan Menderes örneği üzerinden yüzlerce yıllık karanlık bir tarih hasıraltı edilmeye çalışılmaktadır. Osmanlı hanedanlığının kardeş ve şehzade katlinden başlayıp vezir-i azamlara kadar uzanan karanlık yüzünü ve gizlenen tarihi gerçekleri bu yazının sınırları çerçevesinde hasıraltından çıkarıp mirasçılarının suratına çarpmak boynumuzun borcudur.

Kuruluş’tan başlamak gerekir. Çünkü imparatorluğa giden yol daha ilk yıllarından itibaren kanla döşenmeye başlanmıştır. 1299 yılında Osman Gazi tarafından bir beylik olarak kurulan, otuz altıncı ve son sultanı Vahdettin’in işgalci İngilizlerin zırhlısına binip kaçtığı 1922 yılına kadar geçen 623 yıllık kanlı Osmanlı tarihine sadece idam edilen vezir-i azamlar penceresinden bakmak bile yeterlidir.

Bu pencereden bakıldığında görünen; dehşet dolu kanlı cinayetler, kopan kelleler ve kaypaklıklardır.

Osmanlı tarihi, yüzlerce yıl süren monarşik bir iktidar için bile normal sayılamayacak ölçüde kanlı bir tarihe sahiptir. Bırakın Vezir-i azamları, padişahların, şehzadelerin ve sultanların bir sonraki güne güvenle uyanıp uyanamayacağını bilemediği karanlık bir tarih…

Padişahların taht uğruna gözünü kırpmadan kardeşlerini, şehzadeleri boğdurduğu, entrikaların ve darbelerin eksik olmadığı bir korku imparatorluğunun ne yapılsa gizlenemeyecek olan kanlı yüzü, bu tarihi çarpıtma veya parlatma derdinde olanların suratını ekşitmeye devam edecektir.

Altı yüz yirmi üç yıllık Osmanlı tarihi boyunca toplam 36 padişah tahta çıkmış, bunlardan 13 tanesi zorla tahttan indirilmiş, çoğu katledilmiştir. Bu padişahlar, dünya tarihi açısından da en çok vezir-i azam ya da bugünkü tanımıyla başbakan öldürtmüş padişahlardır. Osmanlı tarihi boyunca toplam yüz seksen iki vezir-i azam görev almış, bunlardan kırk dördü üç yüz altmış sekiz yıl içinde imparatorluğun cellatları tarafından katledilmişlerdir.

Darbe ve darbecilerin eksik olmadığı bu kanlı tarihin seceresine biraz daha yakından bakalım…

1 Haziran 1453 tarihinde Bizans casusluğuyla suçlanarak katledilen ilk vezir-i azam Çandarlı Halil Paşa olurken 1821 yılında Yunanlı isyancılara casusluk yapmakla suçlanıp katledilen son vezir-i azam ise Benderli Ali Paşa olmuştur.

Boğdurarak öldürttüğü Çandarlı Halil Paşa yirmi dört yıllık vezir-i azam iken kendisi yirmi iki yaşında olan Fatih Sultan Mehmet, 1470 yılında Rum Mehmet Paşayı, 1474’de Mahmut Paşayı boğdurarak öldürtmüştür. İlk üç vezir-i azam Fatih’in ‘’adaletinden’’ nasibini almıştır.

Fatih’in oğlu II.Beyazıt, Gedik Ahmet Paşa’yı 1842’de boğdurmuştur. II.Beyazıt’ın oğlu I.Yavuz Selim babasından daha da gaddar olmuş ve tahtta olduğu süre boyunca görevlendirdiği altı vezir’den üçünü öldürtmüştür. 1512’de Koca Mustafa Paşa, 1515’te ise Ahmet Paşa bizzat I.Yavuz Selim tarafından hançerlenir ölmeyince daha sonra cellatlar tarafından kafası kesilir. I.Yavuz Selim’in 1517 yılında kafasını kestirerek öldürttüğü ve üç gün yanında taşıdığı kesik başın sahibi ise vezir-i azam Yunus Paşa olmuştur. Yunus Paşa I.Yavuz Selim’in öldürttüğü üçüncü, imparatorluğun ise yedinci vezir-i azamı olarak kayıtlara geçmiştir.

On dokuz yıl aradan sonra 1536’da Kanuni Sultan Süleyman tarafından yatağında uyurken boğdurulan sekizinci vezir-i azam “Pargalı” İbrahim Paşa olur. Kanuni Sultan Süleyman 1555 yılında ise dokuzuncu vezir-i azamı Kara Ahmet Paşa’yı boğdurarak idam etmiştir.

Vezir-i azam cinayetleri kırk yıl aradan sonra yine başlar.1595’te III.Mehmet, Ferhat Paşa’yı boğdurarak öldürtür. Ferhat paşa katledilen onuncu vezir olarak tarihe geçer. III.Mehmet padişahların en gaddarlarındandır. Sadece vezirlerini değil tam 9 erkek kardeşini, oğlu şehzade Mahmut ve onun annesini de boğdurmuştur. 1598’de Hadım Hasan Paşa, 1603’te ise Yemişçi Hasan Paşa’yı boğdurmuştur. I.Ahmet 1603 yılında tahta kurulduktan sonra 1606’da Derviş Paşa’yı, 1614’te Nasuh paşa’yı öldürtmüştür.

IV.Murat 1624-1639 yılları arasında sırasıyla Mere Hüseyin Paşa, Kemankeş Kara Ali Paşa, Gürcü Mehmet Paşa, Boşnak Hüsrev Paşa, Topal Recep Paşa, Tabanıyassı Mehmet Paşa olmak üzere tam altı vezir-i azam idam ettirmiştir. Bu açıdan tüm padişahlara rahmet okutup III.Mehmetin rekorunu egale etmiştir.

Gelelim Deli İbrahim’e… Deli İbrahim, 1644’te Kemankeş Kara Mustafa Paşa’yı, 1647’de Salih Paşa’yı idam ettirmiş ve idam edilen vezir-i azam sayısını yirmi iki’ye çıkarmıştır. Zorla tahttan indirilen Deli İbrahim’in yerine oğlu IV.Mehmet geçmiş ve tıpkı IV.Murat gibi altı veziri idam ettirmiştir. 1649-1687 yılları arasında sırasıyla Sofu Mehmet Paşa, Torhoncu Ahmet Paşa, İbşir Paşa, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Kara İbrahim Paşa ve Sarı Süleyman Paşa’yı öldürtmüş, katledilen toplam vezir-i azam sayısını yirmi sekize yükseltmiştir. İktidarının otuz dokuzuncu yılında zorla tahttan indirilmiştir.

Yerine geçen kardeşi II.Süleyman sadece bir veziri, 1690 yılında İsmail Paşa’yı kafasını kestirerek idam ettirmiştir. İsmail Paşa’nın bedeni Rodos’a gömülür, başı İstanbul’a getirilir. 1691’de tahta geçen II.Ahmet 1693’te Arabacı Ali Paşa’yı boğdurur.1695’te tahta oturan II.Mustafa öncelikle 1685’te Sürmeli Ali Paşa’yı, 1703’te ise Daltaban Mustafa Paşa’yı idam ettirir.

Yirmi yedi yıl süren III.Ahmet dönemindeyse toplam beş vezir idam edilir. İlki 1711’de Çorlulu Ali Paşa olur. 1712’de Gürcü Yusuf Paşa, 1713’te Hoca İbrahim Paşa, 1715’te Silahtar Süleyman Paşa ve 1730’da Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın katline ferman vermiştir. Nevşehirli Damat İbrahim Paşa idam edilen vezir-i azam’ların otuz yedincisi olmuştur.

1730 yılında tahta geçen I.Mahmut vezir-i azamı Kabakulak İbrahim Paşa’yı boğdurtmuş ve başını kestirmiştir. I.Mahmut’un kardeşi III.Osman’da üç yıl süren iktidarında (1754-1757) vezir-i azamı Bıyıklı Ali Paşa’yı 1755’te öldürtmüştür. III.Osman’dan sonra on yedi yıl tahtta (1757-1774) kalan III.Mustafa, katledilen kırk ve kırk birinci vezir-i azamların celladı olur. 1765 yılında Bahri Mustafa Paşa’yı, 1769 yılında ise Yağlıkçızade Emin Mehmet Paşa’yı boğdurur.

Osmanlı tarihinin kanlı sayfalarının son yaprakları I. Abdülhamit’in 1788’de Halil Hamit Paşa’yı, III. Selim’in 1791’de Rusçuklu Şerif Hasan Paşa’yı, II. Mahmut’un 1821’de Benderli Ali Paşa’yı infaz etmesiyle yazılmıştır.

Yukarıda özetlemeye çalıştığımız Osmanlı tarihinin bu dehşet verici yüzü, bugünün ‘’mazlum’’ ve ‘‘mağdur’’ tarih yazıcıları tarafından günümüzde de sıklıkla başvurup gerekçelendirdikleri ‘’iç ve dış düşman’’ söylemiyle açıklanmaya ya da ters yüz edilmeye çalışılmaktadır. Çok sıkıştıklarındaysa bugün olduğu gibi dünde saray entrikalarıyla ‘’kandırılmış’’ efendilerini kutsamaya girişmektedirler.

Osmanlı hanedanlığı sadece katledilen vezir-i azamlarıyla değil, kardeş ve evlat katliamlarıyla, iç çekişmelerle, saray içi oyunlarla, yoksul halk üzerinde kurulan tahakküm ve zulümle, içeride halk isyanlarıyla dolu bir tarihin bakiyesi olarak Cumhuriyet’e büyük bölümü işgal edilmiş, açlık ve yokluk içinde bir ülke bırakmıştır.

İnsanlık tarihi sınıflar mücadelesinin kaçınılmaz sonuçları ile yazılmıştır. Krallıklar, imparatorluklar, çarlıklar, eşitsizliğin, yoksulluğun, sömürünün ve zulmün kader olmadığını bilen ve bu bilinci örgütlü kılan büyük insanlığın mücadelesiyle yıkılmıştır. Günümüzün iktidar ortaklığı temsil ettiği düzenin selametinin kendi siyasi selameti anlamına geldiğini çok iyi bilmektedir. Bu açıdan burjuvazinin çıkarlarını korumakla yetinmeyen o çıkarları daha da genişleten ‘’özel’’ bir özne olarak çalışmaya devam etmektedir. Bunu yaparken de en başta değindiğimiz gibi özellikle çeşitli kriz başlıklarında toplumsal algıyı şekillendirme ve taraftar toplama çabasına devam edecektir.

Biz Komünistler ise Adnan Menderes’in idamı üzerinden yaratmaya çalıştıkları mağdur ve mazlum maskesini düşürmekle kalmayacak, günümüzün sömürücü hükümdarlarını, işbirlikçilerini ve din bezirgânlarını birlikte yazdıkları ve ait oldukları kanlı tarihin çöplüğüne göndereceğiz.