Marx…

Marx…

04-05-2020 23:57

Marx ne umursamaz bir adamdı ne sürekli Engels’in parasıyla yaşayan ne de -son zamanlarda konu olduğu üzere- ayyaştı. Çocuklarına oldukça düşkün, sadık bir babaydı. 19. yüzyılın baba figürü genellikle despot, acımasız, duyarsız, sevgisiz, hatta saldırgan olarak tanımlanırken Marx, çocuklarına olan sevgi ve şefkatini hiç çekinmeden gösteriyordu.

Derin Demir

Marx, insanın bütün duygularını en hissedilebilir şekilde yaşayan biridir. Acının en derini, coşkunun patlamış hali, sevginin en saf olanı, öfkenin en şiddetlisi… Kindardır, politik tartışmalar sonrasında ikna olmamışsa o zamana kadar en yakın arkadaşlarını bile hızlıca siler hayatından. Zorlu bir insandır ve zorlu bir dosttur. Ama bilir ki, eşi Jenny ve dostu Engels olmasaydı ne Marksizm olurdu ne de Kapital!

Erken denilebilecek yaşlarda evlenir Jenny ve Marx. Ölene kadar birbirlerine olan sevgilerinde hiçbir azalma olmayacaktır. Ayrı düştüklerinde bile mektuplara bırakırlar kendilerini. Jenny zengin bir ailenin kızı olmasına rağmen Marx için her şeyi geride bırakabilecek kadar cesur ve sevgi doludur. Kimseye muhtaç olmadan sorunları birlikte aşmaya çalışırlar. Jenny’nin hiçbir pişmanlığı yoktur tercih ettiği hayatta. Marx’ın Jenny’e olan sevgisi o kadar saf ve temizdir ki, evliliklerinin ilk döneminde kısa bir süre ayrı kaldıklarında Jenny’e gönderdiği mektupta şunları yazar:

“Büyük tutkular, bağlandıkları şeylere yakınlaştıkça küçük alışkanlıklara dönüşürler; uzaklaştıkça, araya giren mesafelerin gizemi ile büyürler ve bir kez daha gerçek yoğunluğuna kavuşurlar. Benden uzaklara gittiğin anda ruhum bütün gücüyle kalbimin her bir zerresiyle birleşiyor ve sana olan aşkım devleşiyor. Bir kez daha insan olduğumu hissediyorum, çünkü büyük bir tutku yaşıyorum. İçine hapsolduğumuz onca şey, o üniversite tahsili, modern entelektüel eğitim, bütün nesnel ya da öznel izlenimler, problemleri fark etmemizi sağlayan kuşkuculuk, aslında bizi küçük, zayıf, sızlanan ve kararsız insanlar yapıyor. Fakat aşk ki bu Feuerbach’ın insanına, Moleschott’un metabolizmasına ya da proletaryaya duyulan bir aşk değil, sadece sevgiliye duyulan aşk, yani benim sana duyduğum aşk, insanı yeniden insan yapıyor.”

Marx’ın yazılarını temize geçmek, onunla tartışmak, kültür, edebiyat, tarih, tiyatro alanında yazılar yazmak, dil öğrenmek tutkusudur Jenny’nin ve bunlar Marx ile birleşince her an daha da güçlenir duyguları. Jenny sadece Marx’ın eşi ya da çocuklarının annesi değildir, yoldaşıdır aynı zamanda. Jenny ile olan ilişkisinin Marx’ı daha kararlı ve açık sözlü yaptığını birçok yerde okumak mümkün. Çünkü Marx Jenny ile cesaretleniyor, Jenny Marx ile özgürleşiyordu. Ancak dönem gericilik dönemiydi. Marx’ın üretimlerinin birçok Avrupa ülkesinde engellendiği, Jenny’nin kadın olarak rolünün sürekli hatırlatıldığı bir dönemden bahsediyoruz. Yaklaşık 40 yıllık bir sürgün hayatı ve en çok kalmak zorunda kaldıkları İngiltere’nin Viktorya dönemi. Bilim insanlarının önce kiliseye bağlılıklarını ilan edip iyi bir papaz olmasının ardından “gerçek” bir bilim insanı olabileceğinin dayatıldığı bir dönem…

Bu zorlu hayatta Marx’ın tek pişmanlığı (!) kalemini ve aklını durduramamasıdır. Jenny’e ve çocuklarına daha iyi bir hayat sunamaması ve en yakın dostu, yoldaşı Engels’ten para istemesinin verdiği huzursuzluk ölene kadar peşini bırakmayacaktır. Ancak Marx’ı ayakta tutan, çalışmalarının devam etmesi için çabalayanlar da yine aynı kişilerdir. Engels koşulsuz bir şekilde Marx’ın üretmesi için elindeki tüm olanakları değerlendirir, hiç istemediği halde babasının fabrikasında çalışır, çünkü Marx’a kitaplarını yazması için zaman ve para gerekmektedir. Jenny ise çoğu kez Marx’ın ilk okuru, ilk eleştirmeni olmuştur. Marx’ın üretmesi için evdeki eşyaları satar, yarı zamanlı işler bulup çalışır. Hem Engels hem de Jenny ortaya ne çıkacağını iyi bildiğinden Marx’ın yolunu olabilecek en iyi şekilde döşemişlerdir.

Bu zorlu dönemler başladığında ilk çocukları Jenny dünyaya gelir. Oldukça zayıf olan kızlarını doktora götürecek para da yoktur. Jenny kızına bir süre daha iyi koşullarda bakabilmek için İngiltere’den annesinin evine götürür. Bir süre de kalır. Bu arada Marx’a Almanya’daki durumu anlatan mektuplar yazar. Marx bu mektupları toparlayıp Vorwarts gazetesinde “Bir Alman Kadının Mektubu” başlığı ile yayınlar. Trier’deki büyük toplumsal değişiklikleri anlatan Jenny’nin bu yazısı oldukça ilgi görür.

Bir yıl sonra ikinci kızları Laura, ondan bir yıl kadar sonra da Edgar (takma adı serçecik) adlı oğulları dünyaya gelir.

Bu süreç bir çocuğun daha dünyaya gelişine hazırlık yapar: Komünist Parti Manifestosu…

Evde ciddi bir çalışma ortamı vardır. Jenny, Manifesto’nun yayınlanmasını sağlamak için son düzenlemelerini kendi el yazısı ile yaparak baskıya hazır hale getirir. Ayrıca, o dönemde, Marx’ın yapacağı tüm toplantıları ve bunların yerlerini de Jenny saptamıştır. Marx ve Engels ise bu esnada dünyanın dört bir yanından desteklerini sunmak ve kendi ülkelerinde Manifesto’nun yayınlanmasını sağlamak için gelenlere ev sahipliği yapar. Tüm maddi olanaksızlıklar içinde yazılan Manifesto, işçi sınıfı için artık bir dönüm noktasıdır.

Bu arada Marx ve Jenny için yine ve daha da zorlu günler başlar. 5 Kasım 1849’da doğan küçük oğulları Heinrich Guido (takma adı tilkicik), 19 Kasım 1850’de, ve bunun ardından 28 Mart 1851’de doğan kızları Fransizka da, 14 Nisan 1852’de yetersiz beslenme nedeniyle ölmüştür. Parasızlık öyle bir noktaya gelmiştir ki, kızlarını gömebilmek için kefen bezi alacak para bile kalmamıştır.

1850’de evlerine gelen haczi Jenny, Weldemeyer’e gönderdiği mektupta şöyle anlatır: “Paramız olmadığı için iki icra memuru geldiler ve evin içinde kalan son bir kaç şeyi, yatakları. ipek örtüleri, hatta çocukların oyuncaklarını, onların gözyaşları içinde aldılar. Ve biz, çocuklar, çıplak döşemenin üzerinde kaldık…”

Jenny, 1857 yılının temmuz ayında bir çocuk daha dünyaya getirmişse de, doğumdan bir süre sonra o da ölmüştür. 16 Ocak 1855 tarihinde, Jenny, küçük kızları Eleanor’u dünyaya getirir.

Bütün bu zorluklara karşın Marx Jenny’e olan sevgisinden vazgeçmemiş, Engels ile üretmeyi bırakmamıştır. Çünkü yazdıkları kitaplar, makaleler, uğruna verdikleri mücadele tam da kendi yaşamının özetidir. Eşitlik ve özgürlük mücadelesi, Marx’ın yaşamındaki gibi, insanların yoksulluk yaşanmaması üzerine inşa edilecek, çocukların açlıktan, sağlık sorunundan ölmediği bir sistemi getirmeliydi. Üretenler ve yönetenler arasındaki uçurum kapatılmalı, sınıfsız toplum yaratılmalı, komünizm hayal olmaktan çıkmalıydı.

Marx ne umursamaz bir adamdı ne sürekli Engels’in parasıyla yaşayan ne de -son zamanlarda konu olduğu üzere- ayyaştı. Çocuklarına oldukça düşkün, sadık bir babaydı. 19. yüzyılın baba figürü genellikle despot, acımasız, duyarsız, sevgisiz, hatta saldırgan olarak tanımlanırken Marx, çocuklarına olan sevgi ve şefkatini hiç çekinmeden gösteriyordu. Marx’ı düzenli olarak evinde ziyaret eden Wilhelm Liebknecht bu dönem Marx’ı “en müşfik” baba olarak tanımlamıştı.

Oğlu Edgar okula başlayacağı sırada ağır bir barsak hastalığı geçirip hayatını kaybettiğinde Engels’e şunları yazar: “… Edgar’ın ölümü bizi çok sarstı, onun yokluğuna alışmak çok zor, şu birkaç gündür içinde bulunduğum korkunç koşullarda ancak senin ve dostluğunun sayesinde ve de dünyada hala birlikte yapabileceğimiz çok şeyler olabileceği umuduyla ayakta durabildim… Bugüne kadar birçok güçlükle karşı karşıya kalmıştım, fakat gerçek acının ne demek olduğunu, ancak şimdi anlıyorum…”

Kapital’in ön hazırlığı niteliğinde olan Ekonomi Politiğin Eleştirisi adlı yapıtının çalışmaları bittiğinde yine Engels’e gönderdiği bir mektupta, yazılarının gecikmesine neden olarak karaciğer sancılarının olduğunu belirtir ve devam eder: “…bahtsız el yazısı tamamlandı. Ancak gönderemiyorum. Çünkü posta ücretini sigorta edebilmek için tek kuruşum yok. Sigortalamak gerekli çünkü ikinci bir kopyası yok… Bunun için pazartesiye kadar bana biraz para göndermeni senden rica etmeye mecbur olduğumu görüyorum. Bu kadar parasızlık çeken bir insanın “para” üzerine bu kadar yazı yazdığını sanmıyorum…”

Kendi içinde oldukça duygusal, sevgi dolu biridir. Ancak söz konusu siyaset olunca kimse önünde duramaz. Çocuklarını da siyasetten hiçbir şekilde koparmamaya özen gösterir. Onlarla tartışmak bir nevi gurur veriyordur Marx’a. Nitekim çocuklar büyüdüğünde babalarının verdiği mücadeleyi sonuna kadar ileri taşıyarak ön saflarında yerlerini alacaktı.

Kızlarının büyüdüğünü ve evlenme yaşına geldiğini bir türlü kabul edemez. Kızı Laura ile nişanlanmak üzere olan Lafarque’ya yazdığı mektup kızlarından kolay kolay vazgeçmek istemediğinin kanıtıdır:

“Şayet kızımla ilişkinizi sürdürmek istiyorsanız, “kur yapma” yönteminizden vazgeçmeniz gerekecek. Çok yakın ilişkilerin doğurduğu alışkanlıklar, iki sevgilinin güçlük ve ıstıraplarla dolu zorunlu bir beraberlik süresince değişikliğe uğrayabilir. Fikrimce, gerçek aşk tutkuya kapılmakta ve vaktinden önce gelişen samimiyet gösterilerinde değil, sevgilinin ihtiyat, tevazu karşısındaki mahcubiyetinde kendisini gösterir. Şayet melez mizacınızla kendinizi haklı çıkaracaksanız, ben de sizin ile kızım arasına aklımla girmeyi kendime görev edinirim. Aşkınızı kızıma Londra’nın kendine has serbestiyeti içinde sunacaksanız, onu uzaktan sevmeye razı olmak zorunda kalacaksınız.”

Shakespeare ve Bach ile rahatlayan, çok iyi satranç oynayan Marx, sıcakkanlı, neşeliydi, aynı zamanda öfkeli, alaycı ve saldırgandı. Hem sadık, gerçek bir dost hem de ateşli ve kinci bir düşmandı. Bunun duygularını çok güçlü yaşaması ile ilgisi vardı elbette.

Elyazmalarını bitirdikten sonra Engels’e yazdığı mektupta “sensiz bu çalışmayı asla bitiremezdim ve seni temin ederim ki kendi ticari işlerini bir kenara bırakıp o muhteşem gücünü salt benim için harcamış olman, vicdanıma Alpler kadar büyük bir yük bindirdi. Üstelik benimle birlikte bütün sefaletime de katlanmak zorunda kaldın” diyecek kadar minnet duygusu gelişkindi.

Marx, hayatı çok temiz yaşamış, iyi bir insandı… Dünyanın en büyük acısını üst üste yaşamasına rağmen bilimle, felsefeyle, iktisatla, eylemle oluşan olağanüstü bir birikimi oluşturmasının yanında yaşamanın güzelliğini gösterdi. Her şeye rağmen, yaşadım diyebilmek için…